Bazı laikler beyaz ırkçılar gibi!

Bazı laikler beyaz ırkçılar gibi!

Ali Bayramoğlu'na göre, Türkiye'deki laiklik uygulamaları bir tür kast sistemi işlevi görüyor.

Her an büyük bir kriz, büyük bir manşet bizi bekliyor. Bu 'sıkıştırılmış tarihî' içinde yaşamak yorucu olduğu kadar, ümidini koruyanlar için bir o kadar heyecan verici. Yaşanılan, kısacası hayatın ta kendisi... Bazıları için gün doğar, özgürlük savaşı başlar yeniden. Ali Bayramoğlu onlardan biri. Bir toplantı için yurtdışında bulunduğu esnada 27 Nisan Muhtırası'na 'yakalandığında' Türkiye'de olup bitenleri nasıl dikkatle yakından izlediğinin, bulunduğu ortama yabancılaştığının şahitlerinden biriyim. Nasıl bir krizle karşı karşıya kaldığımızı iyice tahlil etmenin, her seferinde 'acaba bu neydi' dememek gibi iyi sonuçları oluyor. Siyaset bilimci ve gazeteci kimliğiyle Ali Bayramoğlu yaşadıklarımızın teorisini kuruyor. Yakın bir zamanda Türkiye'nin önemli bir düşünce kuruluşunca 'hürriyet ödülü'ne layık görüldü. Biz de oradan başladık konuşmaya.

-Liberal Düşünce Topluluğu size Hürriyet Ödülü verdi. Ödülün verildiği gecede, Türkiye'de yaşanan kavganın ve krizin, laikliğin kendi iç krizi olduğunu, laiklerin kendi arasındaki bir kavgadan ibaret olduğunu söylediniz. Bunu biraz açabilir miyiz?

Değişim, toplumların kaderidir. Cep telefonu bulunur dil değişir, iletişim biçimleri değişir vs. Değişim kural olduğuna göre mesele şunu görmektir; her değişim krizdir. Kriz olmadan değişim olmaz. Dolayısıyla krizler tabiidir. Krizler sosyolojinin temel kurallarıdır. Tabii, krizin tümör gibi iyi huylusu, kötü huylusu var. İyi huylu kriz, tabii değişen bir toplumun yeni hâle intibak etmesidir. Elbette burada eski statüler gider, kaybedenler olur, yeni kazananlar olur. Kötü huylu kriz ise değişime dirençle ilgilidir. İntibak ile direnç arasındaki çok önemli bir fark bu. Direnç bizde çok net olarak ortaya çıkıyor. Ortaya çıktığı zaman şunu söyleyebiliriz; bizim yaşadığımız bütün krizler temel olarak hem toplumsal hem siyasal niteliktedir. Hem intibak krizleri oldu hem de buna dirençle ortaya çıkan siyasi krizler oldu.

-28 Şubat nasıl bir krizdi?

28 Şubat bir intibak kriziydi. Bir sabah kalktılar İstanbullular, Ankaralılar; baktılar en sevmedikleri, tehlikeli gördükleri bir siyasi parti en büyük iki ilde belediye başkanlığını almış. Şimdi bu bir intibak durumunu işaret ediyor. Buna intibak etmek zorundasın. Aynı zamanda devlet direnç gösterdi, bu da siyasi kriz. 28 Şubat'tan bugüne kadar baktığımız zaman, ben şöyle düşünüyorum, 28 Şubat tam anlamıyla bir merkez çevre kriziydi. Merkezle çevrenin karşı karşıya geldiği, elektriklerin çaktığı, toplumsal nitelikleri olan bir krizdi. Daha sonra yavaş yavaş bu çatışma hâli söndü. Bugüne baktığımız zaman kriz toplumsal değil. Toplumsal intibak hâlini gerektirecek noktada değil. Bir değişim süreci var, bu süreç tamamen teknik bir süreçtir, mevzuatımız değişiyor. Başka bir değişiklik yaşamıyoruz, sonuç olarak Kürtler orda, Müslümanlar burada, ben buradayım, özgürlük alanları genişliyor, karşılaşmalar artıyor.

TÜRKİYE'DE LAİKLİK BİR KAST SİSTEMİNİ İFADE EDER

-Peki nedir sorun?

Bu değişen teknik yapı o direnen grupları o kadar rahatsız etti, onların ayrıcalıklarına o kadar dokunmaya başladı ki dün uyum sağlayabildikleri bu sürece bugün uyum sağlayamıyorlar. Bugün temel sorun; devletin, devlet aktörlerinin, kendisine laikçi diyen, laik kimlik, laiklik her şeyin önünde gelir diyen insanların oluşturduğu toplumsal grup bu yaşanmakta olan değişim karşısında paramparça oluyor. Çünkü bir yönüyle bu değişim onların istedikleri bir değişim. Diğer yönüyle bu değişim onların ayrıcalıklarını tehdit eden bir değişim. Çünkü bugüne kadar laikliğe verdikleri anlam çok kültürel bir tekel oluşturma üzerine kurulu. Bakın rakamlar ortada. Sırf ekonomiden örnek verecek olursak, banka kredilerinin yüzde 5'ini büyük sanayi alıyor, üretimin yüzde 65'ini küçük sanayi yapıyor. Böyle abuk bir durum dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Senin o küçük sanayi dediğin esas dışarıdakilerdir. Sorunu yaşayan içerdekilerdir. Çünkü onların hem kültürel hem sosyal hem politik alanlarına ortak geliyor. Düne kadar ne oluyordu; AB yoktu, AB devreye girince hem Avrupa Birliği'ni istiyorlar, hem Batılılaşmak istiyorlar ama AB'ye girerken "bir dakika arkadaş, şu yapını sivilleştir bakalım, şu başörtülü öğrenciler senin kızlarının yanında şu sıralara otursunlar" dendiği zaman kıyametler kopuyor. Hürriyet Gazetesi'nin sorunu bu; yönetime ortak değil artık. Askerin sorunu budur, devlet alanındaki özerk alanı daralmaktadır artık. Unutmayalım ki Türkiye'deki laiklik sadece din-devlet ayrımı değildir.

-Dinî alanın devlet tarafından tanımlanması mıdır?

Tek başına o da değil. Türkiye'deki laiklik, toplumun kurucu işlevini üstlenmiş garip bir kurucu mekanizmadır. Ayrıcalıklar sistemini kuran bir kast sistemini ifade eden bir anlayış olarak laiklik karşımızda vardır. Sınıfsal niteliği vardır. Dolayısıyla bugün yaşanan nedir diye baktığınız zaman; ortada fol yok yumurta yokken birileri bir muhtıra veriyorsa, o muhtıradan sonra halk devreye girip 'al o muhtırayı cebine koy sen, cumhurbaşkanı yine Abdullah Gül olsun' diyorsa ama karşı taraf buna rağmen kalkıp bir kapatma davası açıyorsa, bu davanın sonucunda Türkiye'nin nereye gideceği belli değilse, ekonomik olarak politik olarak burada irrasyonel bir durum vardır, bu irrasyonel durum bir tek şeyle açıklanabilir; bu adımları atanın dünyasının karmaşıklığıyla ve bölünmüşlüğüyle. Dolayısıyla iki tür bölünmeden bahsediyorum. Bir zihniyet bölünmesi. İstedikleri şey olurken, o istedikleri şeyin sonuçları onların mallarını ellerinden alıyor. Bir de, biz bölünüyoruz; biz, laikler. Ben laik dünyanın bir ürünüyüm.

TÜRKİYE'DE YAŞANAN, LAİKLİĞİN İÇ KRİZİDİR

-Kendinizi de bu çatışmanın içinde görüyorsunuz.

Sonuç olarak bu devletin okullarında okudum. Babam cumhuriyetçi bir doktordu, her ne kadar ailemin kökeninde hocalar, Mevleviler olsa da sonuç olarak daha beyaz bir aileden gelen bir insanım, iyi okullarda okudum, elit eğitimi aldım, memleketin yöneticilerinin arasına katılmak üzere sistem beni hazırladı, benim gibi insanlar bugün farklı düşünüyorlar. Daha doğrusu laik dünyanın içerisinde benim gibi düşünen önemli bir insan grubu var. Biz bugün Türkiye'de olup bitenin tam tersine bir demokratikleşme olduğunu, laikliğin bir tahakküm sistemi olarak algılandığını, en önemlisi laikliğin kendisinin laikleşmesi, laikliğin kendisinin demokratikleşmesi olduğunu söylüyoruz; yine bizim yanımızda duran bir başka grup da daha otoriter bir laikliğe doğru gidiyor. Dolayısıyla asıl bölünmeyi biz yaşıyoruz. Asıl toplumsal krizi laik kesim yaşıyor ve kendi içinde ikiye bölünüyor. Demokratikleşme eğilimi baskın bir eğilim, farklılıklarla bir arada yaşama, laikliği daha demokratik olarak algılama eğilimi daha baskın. Bugün kendine laik diyenlere üniversitede yasak kalksın mı desen, inanın bu insanların yüzde 80'i kalksın diyecektir. Sorun öbür taraftaki yüzde 20'de.

Aksiyon