Hakan Albayrak
Ben de Ali Bulaç'ı anlamıyorum
Ali Bulaç, "Suriye Politikasından Kaygılar" başlıklı yazısında (bkz. www.dunyabulteni.net) hükümetin Suriye politikasına yönelik eleştiri bombardımanını sürdürüyor. Şöyle başlıyor söze: "Genel olarak neredeyse temel parametreleri değişen ve giderek Suriye'ye karşı şahinleşen Türk dış politika alanında yaşanan gelişmeler çeşitli tedirginliklere yol açıyor. Aslında kimse ne olup bittiğini tam olarak anlamıyor, anlamlandıramıyor. Ne oldu da bir anda Türkiye, Suriye'ye savaş açacak hale geldi?"
Gündemde savaş falan yok. Kimsenin ne olup bittiğini tam olarak anlamadığı, anlamlandıramadığı da doğru değil. Hükümetin ne yaptığı ve niye yaptığı gayet açık ve pek çok kimse bunu gayet iyi görüyor. Ali Ağabey biraz yardımcı olursa belki daha çok kimse görür.
Geçen gün Freud'un bir sözünü hatırlatmıştık, yine hatırlatalım: "Bazen pipo sadece pipodur." Mart ayı ortalarında başlayan katliama kadar Suriye yönetimiyle sıkı-fıkı olan ve bu yönetimi emperyalistlere karşı kararlılıkla savunan AK Parti Hükümeti'nin (ve de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün) bugün Suriye yönetimi ile ipleri koparmış olmasının ardında niye o katliamdan başka sebep arayalım ki? Hükümet, katliama rağmen, hiçbir sorun yokmuş gibi Beşşar Esed rejimi ile muhabbetini sürdürseydi, bu defa da "Masum Müslüman kanının akıtılmasına kayıtsız kalıyorlar" demeyecek miydik? İslam topraklarında hürriyet ve adalete dayalı bir düzen kurulacaksa ve Türkiye buna hizmet edecekse ki biz bunu arzu ediyor olmalıyız- diktatörlerin katliamdan geçirdiği kardeş halkları satan bir Türkiye resmini nasıl içimize sindirecektik? Başbakan Erdoğan Bahreyn'deki gelişmeler konusunda "Yeni Kerbelalar istemiyoruz" dediği gibi Suriye'deki gelişmeler konusunda da elbette "Yeni Hamalar istemiyoruz" diyecekti. Öyle deyince de ister istemez böyle oldu işte. Beşşar Esed yönetimiyle stratejik ittifak ilişkisi kısa bir süreç içerisinde (kısa bir süreç, ama Ali Bulaç'ın dediği gibi "bir anda" değil) muarızlık ilişkisine dönüştü.
Ali Bulaç, yukarıda mezkûr yazısının beşte dördünü bir okuyucu mektubuna ayırmış. Kendi fikrini desteklemek için, tamamen sahiplenerek naklettiği mektubun bir yerinde şöyle deniliyor:
"...(Türkiye ve Suriye yönetimleri arasında) bu kadar yakın ilişki ve samimiyet var iken ve bu samimiyet içerisinde ortak düzenlenen toplantılarda her türlü kararı aldırabilecek ortam da mevcut iken, sizin de yazınızda çok güzelce izahını yaptığınız gibi yumuşak geçiş yapmalarına yardımcı olabilecek iken her şey bir yana bırakılıp sokaktaki tedhişçiye destek sağlamak üzere Suriye yönetimine yükleniliyor."
El insaf! Cumhurbaşkanı Gül'ün, Başbakan Erdoğan'ın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun başlangıçta Beşşar Esed'e sahip çıktıklarına, Esed'in liderliğinde bir "yumuşak geçiş" için canla başla çalıştıklarına, bu konuda Esed'e her türlü yardımı teklif ettiklerine, Esed'i kan dökmekten vazgeçip reformları acilen hayata geçirmeye ikna etmek için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarına hepimiz şahit olmadık mı? Gerginlik öyle "bir anda" değil, tedrici olarak tırmandı. Ankara'nın "yumuşak geçiş" yönündeki çabaları Beşşar Esed'e bağlı katiller sürüsü tarafından mütemadiyen bombalandığı için tırmandı.
"Yumuşak geçiş yapmalarına yardımcı olabilecek iken her şey bir yana bırakılıp sokaktaki tedhişçiye destek sağlamak üzere Suriye yönetimine yükleniliyor"muş! Bu nasıl söz? Bu nasıl vicdan? Der'a, Humus, İdlib, Deyrizor sokaklarını hürriyet ve adalet sloganlarıyla inleten kitleler "sokaktaki tedhişçi"den mi ibaret? "Eş-Şaab Yurid Iskat'en-Nizam" diye haykırarak yürüyen 500 bin Hamalı "sokaktaki tedhişçi"den mi ibaret? Hama'yı karadan, Lazkiye'yi denizden bombalayan Baas ordusunun bütün kavgası "sokaktaki tedhişçi"yle mi? Bu korkunç mezalime seyirci kalamayıp Esed'e yüklenen Erdoğan'ın, Gül'ün bütün emeli "sokaktaki tedhişçiye destek sağlamak" mı? Bu mudur yani? Hepsi bu mudur? Böyle bir şey nasıl söylenir ve Ali Bulaç böyle bir şeye nasıl imza atar?
Üstadın zihninde ne olup bittiğini tam olarak anlamıyorum, anlamlandıramıyorum!
yenişafak