Biiznillah, O Ortak Ruh Canlanıyor
Arap dünyasındaki devrimler ve sonrası ile Türkiye'nin tavrı gibi konuları genel anlamda değerlendiren araştırmacı yazar Dr. Muhammed Muhtar eş-Şankıti...
Tunus'la başlayan, Mısır'la devam eden birçok Müslüman Arap ülkesinde diktatör yönetimlere karşı yapılan başkaldırılar tüm hızıyla sürüyor. Türkiye'ye Mana Yayınları ile Timeturk internet sitesinin davetlisi olarak gelen İslam dünyasının tanınmış Müslüman düşünürlerinden araştırmacı yazar Dr. Muhammed Muhtar eş-Şankıti, devrimler sonrası Arap dünyasının geleceği ve Türk-Arap ilişkileri konularını genel anlamda değerlendirdi.
DEVRİMLER TÜKENMİŞLİKTEN DEĞİL ÜMİTTEN BAŞLAR
Öncelikle Arap devrimlerinin yapılarını incelemek, teşhis etmek gerektiğini ve devrimin ne anlama geldiğini açıklayan yazar Şankıti, devrimin üç aşamada gerçekleşebileceğini anlattı. Birincisinin kültürel ve felsefi olarak adlandırabileceklerini belirten Dr. Şankıti, "Bu düzeyde insanlar onurlu bir yaşam için kavga ederler. Devrimler ümitsizlikten ve tükenmişlikten değil tam tersine ümitten başlar. Ama öyle bir an gelir ki ümidin tükendiği nokta olur ve tam orada patlama yaşanır. İşte Tunus'ta Muhammed ebu Azizi'nin kendini yakması bardağı taşıran son damla olmuştu ve insanları tam da ümidin tükendiği anda harekete geçirmişti" diye anlattı.
Devrimin gerçekleşmesi için ikinci nedenin, elde, başarıya götürecek bir aracın olması gerektiğini kaydeden Şankıti, bunun da Arap Müslüman halklarının buldukları barışçıl gösteriler, yani Yasemin Devrimi olduğunu dile getirdi. Dr. Şankıti, Arap dünyasında önceleri kanlı devrimlerin gerçekleştiğini ancak bunların hiçbirinin bugünkü barışçı devrimlerin vardığı sonuçlara varamadığına dikkat çekti.
Devrimlerin üçüncü aşamasında ise iletişim araçlarının önemli bir rolü olduğunu vurgulayan Şankıti, "Nitekim Arap devrimlerinde Facebook, Twiteer gibi internet siteleri gibi iletişim araçlarının rolü çok önemlidir. Bunlarda şu husus önemlidir ki; yazılar ve görüntüler öyle özel olarak bir kontrolden geçerek değil, yaşananlar direk aktarıldığı için duygular çok daha iyi ifade edilebildi. Bu açıdan kitle iletişim araçlarının devrimlerdeki rolü büyük oldu" diye konuştu.
BATI'NIN OLMADIĞI BİR BÖLGEYE DOĞRU GİDİLİYOR
Arap devrimlerinde halkların, kendi kendilerine hakim olduğu yeni bir Ortadoğu'nun kurulma aşamasına doğru gidildiğini belirten Şankıti, "Bu yeni Ortadoğu'nun en belirgin özelliği ise halklar arasında Batı'nın olmadığı doğrudan ilişkilerin kurulmuş olmasıdır. Artık Batı araya girmeden iki Müslüman devlet doğrudan birbirleriyle iletişim haline geçebilmektedir. siyonistlerin arzuladığının aksine bölgede gün geçtikçe israil yalnızlaşmakta. Bunun dışında Müslüman ülkelerin karar mekanizmaları üzerinde Batı etkisi günden güne azalmakta ve gerilemektedir" dedi.
TÜRKİYE'NİN HEM DOĞU'YA HEM BATI'YA BAKAN DÖRT GÖZÜ OLMALI
Şankıti, Türkiye'nin dünyada kültürlerarası köprü kurması bakımından hem Doğu'ya bakan, hem Batı'ya bakan iki yüzü yani dört gözü olduğuna dikkat çekerek Türkiye'nin bölgedeki önemine vurgu yaptı. Türkiye'nin Arap halkları nezdinde önemli manevi duygusal bir sermayeye sahip olduğunu ifade eden Şankıti, bu manevi sermayenin iki temele dayandığını, birinin tarihten beri Müslümanların tek bir çatı altında bir arada yaşamış olmaları, ikincisinin de; Türkiye'de İslami bir uyanış olduğunu ve bu iki seçeneğin Arap ülkelerinin dikkatini çektiğini dile getirdi. Türkiye'nin bu durumun farkında olarak bu sermayeyi iyi kullanabilmesi gerektiğini belirten yazar Şankıti, Arap halklarının artık Batı'nın demokrasi yalanıyla totaliter rejimler ithal ettiğini anladığını ve bunun artık tutmadığını kaydetti.
BATI'NIN DEMOKRASİ YALANINA CEZAYİR VE HAMAS İYİ BİR ÖRNEK
Ne zaman halkın seçtiği kişiler başa gelse hemen başına çeşitli entrikaların gelmekte olduğunu söyleyen Şankıti, 1991'de Cezayir'de olan durumun, Filistin'de HAMAS'a olanların, Batının demokrasi yalanını göstermekte olduğunu ve Arap halklarının artık bu durumdan usandığını ifade etti.
Türkiye'nin Arap devrimleri üzerinde yaptığı değerlendirmelerin de çok sağlıklı olduğunu ifade eden Şankıti, gerek Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve gerek Başbakan Erdoğan'ın takındıkları tavır ve açıklamalarının, gayet isabetli olduğunu söyledi. Şankıti, ancak Türkiye'nin Libya ve Suriye konusunda takındıkları tam da net olmayan tavrın Arap halkları nezdinde hoş karşılanmadığını, nedeninin ise büyük beklenti içinde olan Arap halklarının istediğini göremeyince hayal kırıklığı yaşadığını kaydetti. Ama Arap halklarının görmediği bazı durumların da olduğunu anlatan Şankıti, resmin bütününe bakılırsa Türkiye'nin Arap dünyasında kazanımlarının daha fazla olduğuna dikkat çekti.
Türkiye'nin işinin kolay olmadığını vurgulayan Şankıti, Batı'yla hem ilişkisi olan hem de mücadele eden Türkiye'nin İslam dünyasında yaşanan olaylarda daha maharetli davranarak net tavırlar alması için adeta dört gözle bakması gerektiğini ifade etti.
Muhammed Muhtar eş-Şankıti, Arap dünyasındaki halk ayaklanmaları ve Türkiye'nin önemi ile rolünün ne olduğu konusundaki genel değerlendirme sonrası sorularımızı yanıtladı. İşte Şankıti'nin sorularımıza verdiği cevaplar;
İSLAMİ HAREKETLER ROLLERİNİ BATI'DAN GİZLİYOR
İslami hareketler bu devrimin neresinde? Değillerse bundan sonraki süreçte kendilerine nasıl bir yol çiziyorlar?
İslami hareketler Arap devrimlerinin organizatörü değiller ama onun seyircisi de değiller. İslami hareketlerin bu devrimlerde fiili aktör olma durumu var. Fakat onlarla birlikte solcular, laikler değişik her akım var. Bir de şu var: İslami hareketler oynadıkları rolü bir bakıma takiyye yaparcasına gizlemeye çalışıyorlar. Çünkü Batı'nın durumu malum, bu devrimlerin İslami hareket kaynaklı olduğunu düşündükleri anda yapabilecekleri şeyler olduğu için İslami hareketler özenle geri planda duruyorlar.
BATI, ÇIKARLARI İÇİN HALKLARIN YANINDA GÖZÜKÜYOR
Bu devrimleri/ halk devrimlerini Batı kendine göre değişik roller çıkararak, bir bakıma sahipleniyor. Batı ne yapmaya çalışıyor?
Arap ülkelerindeki devrimler halk devrimleridir, arkasında Batı'yı veya başka birini aramamak gerekir. Ancak şu mülahazayı yapmak gerekir: Batılıların çıkarı söz konusu burada. Çünkü Batılılar uzun yıllar o totaliter rejimleri desteklediler. Ama o totaliter sistemlerin çöktüğünü görünce adeta son trene yetişerek atlayıp treni kaçırmamak için sanki halklardan yanaymış gibi tavır almaya başladılar. Çünkü bu bölgedeki çıkarlarını korumak istiyorlar. Ve devrilenlerin yerine gelenlerden faydalanmak için sanki uzun yıllar böylesi devrimleri destekliyormuş gibi bir hava veriyorlar, oysaki durum göründüğü gibi değil. Amerikalı birçok yetkili, strateji uzmanı, yazar, Amerikalı yetkilileri ciddi anlamda uyarıyorlar; İran'daki hatanın aynısını yapmayın diye. 'Halklar yönetimi ele geçirdiğinde oradaki çıkarlarımız kaybolmasın' diye erken davranıyorlar, çıkarlarını korumaya çalışıyorlar.
NEDEN ÜMMET BİRLİĞİ OLUŞTURULMASIN
Amerika ve Batılı devletler, NATO ve Birleşmiş Milletleri kendi işgal, sömürü ve katliamları için kullanıyor. NATO ve BM gibi kurumlara alternatif olabilecek İslam dünyasının katkılarıyla oluşturulabilecek bir İslam Birliği Gücü oluşturulabilir mi?
Bugün Libya'nın çevresinde Libya'yı koruyan böyle Müslüman bir güç olsaydı Batı'nın müdahalesine gerek kalmazdı. Zaten problemimiz bu, zayıflığımız bu. Bir tür birlikteliğimiz, organlarımız yok, araçlarımız yok. Bu yüzden de ortaya çıkan boşluğu elbette kaçırmıyor, Batılılar dolduruyorlar. Oysa Müslümanların vahdet mesajı açıkça ortadadır. Kısa vadede Batılıların Libya'ya müdahalelerine ılımlı bakıyoruz çünkü orada acil bir durum söz konusu. Ancak uzun vadede Müslümanların Batı'ya fırsat vermemeleri, kendi teşkilatlarını kurmaları dini bir vazifedir, elzem bir görevdir. Ama maalesef eksik bırakılmıştır.
Birçok öneri ve çalışma var bu konuda. En dikkate değer çalışma da Malik bin Nebi'nin çalışmasıdır. Malik bin Nebi İslam dünyasının beş altı değişik siyasi, kültürel tarihi bölgeden oluştuğunu söylüyor. Mesela Türkiyeli Müslümanların bölgesi, Arap, İran ve Afrikalı Müslümanların bölgesi gibi" Bu Müslüman toplumların her biri kendi aralarında İslami birliği sağlamış olsalar, başta ortak İslami birliği sağlamak hayal olabilir, ama bu beş altı bölgede siyasi, kültürel ve tarihi kimliğe sahip Müslümanların kendi aralarında sağlayacakları bir birlik ileride daha büyük Müslüman birliği için çok ciddi bir hazırlık olabilir. Bu aşamada Malik bin Nebi'nin bu anlamda fikirleri ve çalışmaları önemsenmelidir. Ayrıca alternatif olarak Avrupa Birliği modelini de Müslümanlar düşünmelidir. Aşama aşama geliştirilen bir birlik. Yavaş yavaş, sınırları direk kaldırmak değil ama ekonomik ve siyasi ilişkiler gittikçe gelişen belki en sonunda sınırları da kaldıracak olan tam bir ümmet birliği ilişkisi neden olmasın. (Cezayirli Müslüman düşünür ve yazar Malik bin Nebi, 1973 yılında vefat etmiştir.)
HER MÜSLÜMANIN GÖNLÜNDEN GEÇEN DEMOKRASİ DEĞİL, İSLAMİ BİR SİSTEMDİR
Kitabınızda İslam dünyası için demokrasiyi öneriyorsunuz. Batı'dan alınan bu yönetim biçiminden daha başka bir şey üretilemez mi?
Bir kere her Müslümanın gönlünde geçen demokrasi değil, İslami bir sistemdir. Demokrasi bir değer sistemi değil toplumun inandığı değerlerin uygulama sistemidir. Müslüman bir toplum demokrasiyi uyguladığında Müslüman değerleri yansıtabilir. Gayrimüslim bir toplum uyguladığında gayrimüslim değerleri yansıtabilir. Mesela İsviçre parlamentosu toplanıp içkinin yasak olmadığıyla ilgili bir karar alabilir. Ama bir Müslüman ülkenin parlamentosu toplanıp tam tersi bir karar alabilir. Yani demokrasi bir icra sistemidir. Ama şunu kabul etmek gerekir ki demokratik sisteme geçmek Müslüman toplumlarda İslami bir sisteme geçmenin yüzde ellisini kat etmek demektir. Çünkü demokratik sisteme geçildiğinde anayasal anlamda İslami bir sisteme geçilmiş olacaktır. Ama hukuku ve ahlaki anlamda demokrasi İslam demek değildir elbette.
Ama şu noktayı dikkate alırsak, her demokratik ülkenin yönetimi İslami değildir. Demokratik yönetim yolun sonu değil. Ama her İslami yönetim demokratik olmalıdır. İslami devrimler değil bunlar. Ama bu büyük hedefin önünde duran o totaliter engelleri yok etme aşamalarıdır. Bu engeller yok edildiğinde halkların istediği olacak. Yani demokratik sistemde halkların istediğinin olması demek, halkın istediği İslami hedeflere ulaşılması demektir bir anlamda.
DEMOKRASİ DEĞİL DE ŞURA DENSE BELKİ İTİRAZ OLMAYACAK
Demokratik sisteme kavram olarak takıldığımızda problem çıkar. Evet, Batı'dan gelmiş beraberinde birçok problemi olan bir kavram ama içerik olarak insanların kendilerini yönetmeleri yani baskıyla, aile verasetiyle, güçle değil de insanların isteğiyle yönetilme konusu mefhumu İslam'ın reddettiği bir şey değildir. Raşid halifeler dönemine baktığımızda Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, hepsi farklı kabilelerden birbirlerinin hiç akrabası olmayan insanlar olmalarına rağmen sırasıyla halife olmuşlardır. Bir veraset değildir. Saltanat sistemi değildir. Ayrıca zorla, baskıyla gelmiş bir sistem değildir. Yani demokrasi kelimesini değil de şura kelimesini koysak belki itiraz olmayacak. Önemli olan halkın yönetmesi yoksa başımızda birilerinin totaliter bir şekilde bulunmaması. Amaç budur. Böyle düşünüldüğünde aslında İslam'a ters bir şey olmadığı anlaşılabilir.
ENGELLER YIKILIYOR, ÜMMET BİLİNCİ CANLANIYOR
Önümüzdeki yıllar için nasıl bir İslam dünyası öngörüyorsunuz?
Ben önümüzdeki yıllar için çok iyimserim. Allah'ın izniyle Müslüman halklar birbirlerine yakınlaşacaklar. Engeller birer birer yıkılıyor. Bir ümmet bilinci, Müslüman halklar arasında bir dayanışma bilinci, o ortak ruh canlanıyor. Çok değil, 20 sene sonra bu çok daha güçlü hale gelmiş olacak. Bununla birlikte bilimsel ve kültürel anlamda Müslümanların, çok daha zenginleşeceği bir dünya görüyorum.
Doğruhaber / Mehmet Özcan