Selâhaddin Çakırgil
‘Biji Âşiti!’ / Yaşasın Barış…’ diye-diye kan ve akıl tutulması..
Bir prof. hocamız var, geçmişte muhafazakâr kimlikliydi.. Şimdi o eski kimliğine en aykırı kutupta bulunan bir gazetenin ‘etik kurulu’nda imiş..
1974-Kıbrıs Çıkarması yapıldığı günleri anlatırken, kendisinin de o zamanki konumu icabı, Genelkurmay’a çağrıldığını ve yapılacak o harekât’a Atilla Operasyonu adı verilmesinin düşünüldüğünü; ama, bu ismin Avrupalıları 1000 yıl öncelerdeki sosyal hafızalarındaki yeri itibariyle korkutabileceği düşünülerek, Barış Harekâtı adı verilmesinde karar kılındığını belirtmiş ve kahkahayı basmıştı. ‘Tank-topla, Barış Harekâtı.. Hah hahhh haaaa!’
*
Geçen gün, bir İst.- Bayezid Meydanı civarındaki bir mekanda, bazı eski arkadaşlarla karşılaşmamızda, ister istemez, içinde bulunulan sosyal durum da konuşuldu. Arkadaşların bir kısmı, kendilerine âdeta ezberletilmişcesine, aynı şeyi tekrarlıyorlardı..
‘Barış..
Barış.. Biji Âşiti… / Yaşasın Barış..
Bakınız, devamlı ‘barış’ diyoruz.. Barıştan bizim kadar söz eden başkası var mı?
Evet, gerçekten de yok.. ‘Aman istemeyiz, bu tip barış sizde kalsın..’ diyecek oluyorsunuz. Çünkü, muhatabı aptal yerine koyan bir söylemle dillendiriliyor bu barış isteği..
Bu sözlerin asıl sahibinin bugünlerde özellikle de S. Demirtaş olduğunu hatırlayabilirsiniz..
O, her konuşmasında barıştan öyle bir söz ediyor ki, bazılarını analarından doğduklarına pişman etmek haklarının olduğunu belirtebiliyor!.
Böyle barış, düşman başına..
Daha dün sabah, Diyarbekir- Yenişehir’de bir restoranda sabah çorbalarını içmekte olan polislerin üzerine uzun namlulu silahlarıyla mermiler boşaltanlar da hep aynı lafı söylemiyorlar mı? ‘Biji Apo, Biji Serokh.. Biji Aşitî..’
Yahu, hiç mi duymadınız; düşmanın da olsa, insanı uykuda öldürmek mertlik değildir. Aynı şekilde, yemek yemekte olan veya su içen, insanları öldürmek de.. ‘Su içene yılan bile dokunmaz..’ diye boşa dememişlerdir..
Ama, birilerinin ahlâk diye; insanî yüksek ortak değerler diye bir ölçüleri yoksa n’aparsınız?
Sadece kendi kavimleri adına bir takım ‘kutsal’lar türetmişler, onu yüceltip duruyorlar.
Tersinden, başkalarının kendi kavimlerini yüceltmelerinde olduğu gibi.. 1930’ların Kemalist Türkiyesinin türkçü sapkınlıkları da böyleydi..
Hele bir de, kendi kavminden olmadığı halde, başka bir kavmin üstünlüğüne övgülerin düzüldüğü sözler..
Bu konuda bir örnek olarak, fotoğrafı Türkiye’nin resmî bayrağının bir köşesine yerleştirilmiş Said Nursî’den, ‘Mektubât’ isimli eserinden, ‘Üç Nokta’denilen kısımdan sadeleştirilerek aktarılan bir söz..
(Hayy, dilinizi eşek arısı sokmasın diyeceği geliyor insanın.. Nursî’nin sözlerini sadeleştirmek adına, öylesine değiştirip başkalaştırmışlar ki..
‘Üç Nükte’ nerede, ‘Üç Nokta..’ nerede..
Nükte’den maksad, hikmetli söz..
Nokta ise.. Bildiğimiz bir noktalama işareti..)
Nursî’den aktarılan söz de sadeleştirmek adına, nasıl da tuhaf bir hale bürünmüş..
Demiş ki, Saîd Nursî, (sadeleştirme yanlışlarıyla birlikte aynen aktarıyorum):‘Rahmet-i ilahiyeden ümit kesilmez..Çünkü Cenab-ı Hak bin seneden beri Kur’anın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ‘ordusunu’ ve muazzam ‘cemaatini’ muvakkat ârızalarla inşâallah perişan etmez.. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir.. Kılıncını ayağına vurdurmaz, düşmanına vurdurur. Kur’ana hizmetkâr eder, ağlayan Âlem-i İslamı güldürür..’
Bu sözün aslı neydi, bilmiyorum.. Ama, sanıyorum ki, 1925’lerde Diyarbekir yöresindeki ‘Şeyh Said Harekâtı’ sırasında da, Saîd Nursî’nin Şeyh Said’e yazdığı söylenen bir mektubdaki ifadeleri hatırlatıyor gibi.. ‘Bin yıldan fazla zamandır, İslam’ın hâdimi olan bu millete kılıç çekilmesi, haramdır.’ gibi sözler vardı, o mektubda.. (Bu sözün ona aidiyetini yalanlayan ve doğrulayanlar da oldu, çarpıtmalar olduğunu iddia edenler de; ayrı konu..)
*
Bu metni telefonla gönderen kardeşe, aktardığı sözün, bugünkü şartlara uygun düşmesi açısından, ilk planda gönle hoş gelse bile, özünde bir kavmiyetçi düşünceyi takviye yansıtması açısından, yanlış kullanmaya müsaid olduğunun unutulmaması lâzım geldiğini de söylüyorum, kabul ediyor.
Biz hiç bir kavmi alçaltmadan veya yüceltmeden, müslüman olarak düşünmek zorundayız ve mesajımızı inancımızın temel ölçülerine göre vermek zorundayız.. Çünkü bizim için aslolan, insanların sınıflandırılmasında etnik kökler veya diller renkler değil, yüksek insanî değerlerdir.
Unutmayalım, geçmişte, ‘Hz. Peygamber (S) arab olduğu için, arabı sevmek lâzımdır..’ gibi sözler söyleyen ve hattâ kendileri arab kavminden de olmayanmütefekkirler görmüştük.. Bu gibi sözler, arab kavmiyetçilerini nasıl da mest ederdi.. Öylelerinden birisine, bir gün, merhûm Muhammed İqbâl’in, ‘Peygamber arab olduğu için, arabı üstün zannedenler, İslam’ın özünü anlamamışlardır..’ şeklindeki bir sözünü hatırlatmıştım , 40 yıl öncelerde..
Almanya-Solingen’den Süleyman Kocaman kardeşim, -ki, etnik açıdan, tıpkı benim kürd olmayışım gibi, o da türk kavminden olmadığı halde-, Mehmed Âkif’in o güzel mısralarını paylaşmış dün, dostlarıyla..
‘Artık ey millet-i merhûme, sabah oldu uyan!.
Sana az geldi ezanlar diye, ötsün mü bu çan?
Ne kürdlük, ne de türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber-i Zîşân’ın ilahî sözünü..
Veriniz başbaşa, zîrâ, sonu hüsran-ı mubîn..
Ne hükûmet kalıyor ortada, billahi, ne dn!
‘Medeniyet’ size çoktan beridir diş biliyor;
Evvelâ parçalamak, sonra da yutmak diliyor..
Ne bu şurîde (perişan) siyaset, ne bu fâsid dâva?
Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz..
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!
Bunu benden duyunuz., -ben ki arnavudum-,
Başka bir şey diyemem.. İşte perişan yurdum!’
*
Bu sözlerden anlayacak beyin kalmamış gibi bazılarında..
Devamlı ’barış-barış’ diyorlar da, ellerinde silah.. Bombalarına, silahlarına, tehdidlerine boyun eğilme olursa, barış gelecekmiş.. Yani, Pax Romana.. (Roma Usûlü Barış.. Teslim ol, barış olsun..’
Böylelerinden birisine rastladım geçen gün.. Bir kitabevinde..
30-35 yaşlarında..
Nasıl da kürdçü.. Bereket ki, din’i dışlamış birisi.. ‘Artık dinin etkisi yok, kürd halkını kandıramıyacaklar ‘ diyor.. Bir de İslam’dan ve dinden söz edecek olsaydı, daha bir kahredici olurdu.. Aklı-fikri, sadece ‘kürd’ kelimesine ayarlanmış.. ‘Fenâ fi’l kürd’ olmuş adetâ.. Gözü başka hiç bir insanı görmüyor.. Ve türk etnisitesinden olanların hepsini, MHP’li ve türkçü zannetmek gibi bir yanlışın cenderesinde.. Kürd etnisitesinden olan herkesi de kendi siyasî partilerinin tapulu malı gibi görüyor.. Tıpkı, bir zamanların türkçüleri gibi.. Ki, sanırım, o derecede türkçülük, artık türkçüler arasında bile kalmadı.
Silahlı mücadeleden yana nasıl da ateşli bir tarafdar, anlatılması zor.. ‘Geç bile kaldı bu silahlı mücadele, 1930’larda, 60’larda ve 80’lerde olmalıydı.. Kürdler uyandı, yüzde 80’i bizim partiye veriyorlar artık..’ diyor..
’Siz silahtan bahsederseniz, başkası da silahı eline aldığında feryad etmeyin!’ diyorsunuz, ama, o, ‘Barış, silahla sağlanacak’ diyor. Bu kadar savaş delisi.. Ama, İstanbul’da yaşayarak, bu daha bir çılgın istek olabiliyor. Kandan beslenmeyi bir zevk haline getirmiş..
‘Barıştan sadece biz sözediyoruz..’ diyen Demirtaş da biliyor bunları elbette.. Ama, bilmezlikten gelmesi lâzım..
*
Son yüzyılda, bu ülkede, insana etnik köklerine göre bakmamak açısından belki de en dikkatli olan bir ismi, Tayyib Erdoğan’ı ise kürd düşmanı sayıyor, ısrarla…
‘Üç dönem başbakanlık yaptığı halde kürdeler için hiçbir şey yapmadığını’ iddia ettiği Necmeddin Erbakan’a da verip veriştiriyor.. Yahu, onun sadece -bölücülük yaptığı gerekçesiyle yargılanıp mahkum olduğu –gerçekte ise, milletin bütünlüğüne giden yolu gösteren– 1992’deki Bingöl konuşmasını örnek gösteriyorum.. ‘Ayrıca.. Üç dönem başbakanlık yapmadı , sadece 1996-97’de 11 ay başbakanlık yaptı, askerî darbeyle indirdiler..’ diyorum.. Bir de akademisyen havasında konuşuyor..
O kadar yüksek ve derin bilgi sahibi ki, inatla, ‘Hayır, Erbakan, üç dönem başbakanlık yaptı’ diye ısrar ediyor.. Ve hele, bir de muhatabına, ‘Ben okuyorum ve biliyorum, sen de
öğren de öyle gel..’ demesi, yok mu.. ‘Ermenilerin ve Rumların koğulması gibi kürdleri de kovacaklardı. ‘ gibi acaib boş ve kendince derin tarihî tahliller yapıyor.. Böyle yüksek ve derin bilgili kimselerle konuşmak da bu sıcak havada daha bir çekilmiyor..
Kendisini belli bir yere demir kazıkla öylesine bağlamış ki, zencirinin çözülüp biraz insanca konuşulması neredeyse imkansız..
Kim tarafından dayatılırsa dayatılsın; adâlete dayanmayan barışı kim isterse, başına çalsın!..
*
Cumhuriyet yazarı Can Dündar’a: Gazeteniz yazarı Özgür Mumcu’nun hakkımda ve hiçbir gerçek bilgiye dayanmayan iddialarla dolu yazısına değinip; onun yazmadığını da eklemek gereği duymuş ve ‘Özgür, Star’ın yeni köşe yazarının biyografisinde Uğur Mumcu cinayetinden sonra yurtdışına kaçtığının ve tutuksuz yargılandığının yazmamasına dikkat çekmiş.’ iddiasında bulunmuşsunuz, 6 Eylûl tarihli yazınızda.. Halbuki, onun yazısında öyle bir iddia da yok..
Bir daha tekrar edeyim ki, hakkımda –daha önce de mahkum olup 1977-78’lerde hapis yattığım- 163. maddeye aykırılık gerekçesiyle açılan 30 kadar dâva üzerine,12 Eylûl Askerî Darbesi üzerine ülkeyi 1980 sonlarında terketmek zorunda kaldım ve aradan 35 yıl sonra geri dönebildim..
Benimle ilgili bir yazı içinde kullandığınız başka ifadeler de sizin seviyenize çok uygun olsa gerek.. Yazık..
Yazısına atıfta bulunduğunuz yazarınız olan kişi de, cevabî yazıma karşı, tek bir cümle bile yazmadı.. Yanlış ve hatadan dönmek gibi bir geleneğinizin olmadığı anlaşılıyor.
İnsan hak ve haysiyetine saygı ve dürüstlükten anlaşılan da o cenahta, bu olsa gerek..
*
dirilişpostası