Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Bir acının, utancın, ihanetin ve bir şahlanışın yıldönümü!

15 Temmuz geride kaldı. 15 gün geçti. Bugün bu konuyu tekrar hatırlatmak istedim.. Unutmayın.. Affetseniz bile unutmayın. Unutursanız tarih affetmez, bir defa daha hatırlatır.

Ben bugün, o olayın üzerinden bir yıl, yıldönümünün üzerinden 15 gün geçse de, sanki o gün gibi konuyu bir defa daha hatırlatmak istiyorum.

Tam bir yıl önce bugünler ihanete uğramıştık. Hainler zaten bir süredir işbaşındaydılar ve o gece son darbeyi indirmeyi düşünüyorlardı. Gece yarısından sonra harekete geçeceklerdi. Herkes uyurken devleti ele geçireceklerdi.

Hedefte sadece Türkiye yoktu. Siyasi emellerini müstevlilerin siyasi emelleri, menfaatlerini uluslararası sistemle tevhid etmiş bir grub, din adına çıktıkları yolun sonunda İslam ümmetini kapitalizmin, Siyonizm’in, emperyalizmin eline teslim edeceklerdi.

Senaryonun arkasında, şimdi himaye ettikleri hainleri iade etmemek için delil isteyenler vardı. ABD, İngiltere, İsrail ve Vatikan vardı, Almanya vardı. NATO vardı.

Darbe erkene alındı, halk sokağa çıktı ve başarısız oldular. Şimdi, lider takımı o gece kaçsa da, geride kalan on binlerce kişi sanık sandalyesinde hesab vereceği günü bekliyor.

Darbe gecesi Köyceğiz’deyim. “FETÖ ve darbeler” konusunda bir konuşma yapıyordum. İlk haber 20.30-21.00 gibi konuşma sırasında geldi. Konuşmamı kestim. Kalacağım yere geldiğimde 21.30 gibi idi. Önce Beştepe’ye ulaşmaya çalıştım, Hasan Doğan’ı aradım, ama ulaşamadım. Beştepe santral ise “size döneceğiz” diyorlardı ama dönen olmuyordu.

Hamza Türkmen aradı, Bizim Teknovia’nın sunucusu Muhammed Binici ile görüştüm, o köprüdeydi. Yusuf Kara’yı aradım o Ankara’da Genelkurmay’ın oralardaydı. Yasin Aktay’ı aradım Meclisteydi. Darbe vardı, ama ne yapacağımdan emin değildim. Yanlış bir şey yapmaktan endişe ediyordum. Durum ne, ne yapabilirdim. Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Gülcü’yü aradım. Halkı sokağa çağırabilir misin, halk devletine sahip çıksın yoksa durum kötüye gidiyor dedi. Tekrar Beştepe’yi aradım. “Geri dönmüyorsunuz. Ben halkı sokağa çağırıyorum, başka bir eylem sözkonusu ise siz beni ararsınız artık, yoksa ben bildiğim gibi yapıyorum” dedim. Öncesinde SMS ve Whatsap’dan, telefonla görüşürken 23.00 gibi Twitter’den sokağa çıkma çağrısı yapan mesajlar göndermeye çalıştım. Benden önce Hamza Türkmen çağrı yapmıştı, Fatih Tezcan çağrı yapmıştı. Zaten insanlar bu çağrılardan önce de sokağa çıkmaya başlamışlardı. Ve ardından uykusuz geceler başladı.

Ramazan sonuna kadar hep meydanlarda, salonlarda, sokaklardaydım. Önce darbe karşıtı konuşmalar, ardından referandum süreci ve Ramazan. Aradan bir yıl geçmiş.

12 Mart’ta MNP davasında sanık olmuştum. 12 Eylül’de Erbakan’ın danışmanı idim ve Konya mitingini arkadaşlarla birlikte düzenlemiştik. 28 Şubat’ta Sincan’daki Kudüs gecesinde konuşma yapacaktım. 15 Temmuz’da ise tam da Marmaris ve Dalaman arasında her ikisine de 20’şer KM uzaklıktaki bir noktada FETÖ ve Darbeler konusunda konuşuyordum. İstanbul’da da Çengelköy’de oturuyordum ve darbe ile ilgili ilk hareketin başladığı Kuleli Askeri Lisesi evimin yakınındaydı.

Dilerim 15 Temmuz sıradan bir övgü ve sövgü gününe dönüştürülmez. 15 Temmuz bir mitolojik hikaye haline getirilmez. Ya da törenlere boğularak, özünü ve ruhunu kaybetmez.

Bunun belgeseli, filmi yapılmalı, romanı yazılmalı, tiyatrosu oynanmalı. 15 Temmuz unutulmamalı, ama daha önemlisi, bu noktaya nasıl gelindi konusunda herkes biraz da kendini hesaba çekmeli. F. Gülen ve FETÖ’yü “günah keçisi” haline getirmek ve bütün suçu bunlara yıkıp bu işin içinden sıyrılmak yok. Herkesin bir özeleştiri yapması gerek. Paralelin de paraleli var. Kibriti gözümüze çok yaklaştırırsak, arkasında bir ormanı kaybedebiliriz. Dikkatli olmamız gerek.

FETÖ davalarının takipçisi olmamız gerek. Müşteki olmamız, müdahil olmamız gerek. Açılan davalara katılım yeterli değil.

İbadetin çok olanı değil, sürekli olanı makbuldür. Tamam, yılda bir 15 Temmuz’u analım, sonra unutalım. Bu böyle olmaz. Bu işten zarar gören herkes kişisel olarak hukuk davası açabilir. Suç duyurusunda bulunabilir, açılan davalara müdahil olarak katılabilir. Basının ve STK’ların bu konunun takipçisi olması gerekiyor. STK’lar ve bu STK’ların avukatlarının düzenli olarak bir araya gelip, davaların seyrini müzakere etmeleri gerek.

İddianamelerin tek tek incelenip, kendilerini ilgilendiren konularda müdahillik talebinde de bulunabilirler, tanıklık da edebilirler, davacı da olabilirler. Ve düzenli olarak basın, diğer STK’ların ve vatandaşın bilgilendirilmesi gerek.

Sosyal media üzerinden ve dışarıdaki tanıdıklarımız üzerinden davaların seyri ile ilgili olarak dış dünyaya düzenli bilgi aktarılması konusunda da herkesin üzerine düşeni yapması gerek.

Toplumdaki hassasiyetin daha bir süre, en azından davalar devam ettiği sürece ve kamudaki uzantılar ayıklanana kadar devam etmesi gerek.

Esnaf bu maksatla vitrinlerini düzenleyemez mi? Darbeye ve darbecilere karşı öfkenin canlı tutulması gerek. Bu işin arkasındaki ülkeler ve hedefindeki ülkelere konunun dünyaya çok iyi anlatılması gerek. Onun için çok dilli yayınlara ihtiyaç var..

15 Temmuz’u yaşayan herkes, bu uluslararası komployu efradına cami, ağyarına mani şekilde bilmiyor olabilir.. Bu darbe diğerlerinden daha farklı idi. Hani derler ya “ol mahiler ki, derya içredirler de deryayı bilmezler” Bazan insan içinde yaşadığı zamanın gerçeklerini o gün yeteri kadar anlayamayabilir. Bunu herkese anlatmamız gerekiyor..

15 Temmuz’un bu anlamda bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Selâm ve dua ile.

yeniakit

Bu yazı toplam 928 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar