Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır!

Şeytanı bir coğrafya, ırk, din, mezhep, ideolojik, politik grubla özdeşleştirir ve onların sınırları içine hapsederseniz işiniz kolay. Dikkat: Şeytan herkesin evinin içinde, her kişinin nefsindedir, her BİREY’in yanındadır. Onun için Müslümanlar, her işe euzubesmele çekerek başlarlar..

Yahudiler, Masonlar, komünistler, Darvin, Freud diye başlayanlar, genellikle bu çöpleri gözünüze çok yaklaştırınca insanlar arkadaki ormanı kaybederler.

Evet bunlar Şeytanın baş aktörleridir ama tehdit bunlardan ibaret değildir, bunu görelim ve bilelim.

“Bunlar gider, şunlar gelirse halimiz nice olur” gibi bir mantık, ölümü gösterip hastalığa razı etme konusunda bir ikna metodudur. Bu çözüm değildir. Önce şunu bilmemiz gerek: “Karanlık aydınlığın yokluğudur”. Işık gelince karanlık yok olur. “De ki, Hak geldi, batıl zail oldu! Zaten batıl yok olmaya mahkumdur.” Unutmayalım ki, “babamız peygamber olsa gelse, bizi kurtaramaz” ki haşa artık peygamber gelmeyecek. Peygamberler kurtarıcı değildir. Göklerin ordularının komutası ya da göklerin hazinesinin anahtarı onların elinde değildir. Onlar kurtuluşa çağırırlar. Yani Allah’a ve Allah’ın peygamberinin getirdiği kitaba çağırırlar. “Bir topluluk kendini değiştirmedikçe, Allah onlar hakkındaki hükmünü değiştirmez”.

Yani kurtarıcı lider, örgüt, şeyh, kadro yok! Kurtuluşu hakedenler var ve Allah onların kurtuluşu için bir vesile halkeder. Allah’ın Talud’un ordusuna ihtiyacı da yok. O aklın muktezasıdır, Davud’un bir sapanı yeter. Siz Allah’ın davetine uyarsanız su sizi boğmaz, ateş İbrahim’i yakmaz. Ebabil kuşları dostunuz olur. Yeter ki, tefrikaya düşmeyelim ve Allah’ın ipine sımsıkı sarılalım.

İnsanlar ne az düşünüyorlar! Gelin cahillikten, zulümden, inkardan, fıskdan, din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmekten vazgeçelim. Bizi Allah’a, resulüne, kitaba çağıran din ve yetkisini bizden alan, bize hesap veren, doğru sözlü, adil, akıl, hikmet ve erdem sahibi, mütevazı, kibirden uzak, söz verdiğinde sözünde duran, halka hizmeti Hakka hizmet vesilesi bilen, isitişare ve şûradan ayrılmayan, işi ehline veren, dinimize sadakatın teminatı olan bir ahlakla bizi yöneten yöneticilerimizin davetlerine icabet edelim. Bakın, biz hepimiz, daha akıllı, dürüst, adil, bilgili ve daha cesur olacağız. Her topluluk layık olduğu gibi idare edilecek çünkü. Bunu aklımızdan hiç çıkarmayalım.

Unutmayalım ki, başımıza gelen felaketlerin çoğu içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzündendir. Torpilcileri, rüşvetçileri engelleyemediğimizden dolayıdır. Hemşehricilik yapmayın, partizanlık yapmayın, “Müslümancılık, Mezhepçilik, Tarikatçılık”(!)   oynamayın. Savunduğunuzu sandığınız değerlere zarar verirsiniz de farkına varmazsınız sonra. Dahası Şeytanın yalanlarına uymuş olabilirsiniz, bunun bir cezası vardır. Ama Allah’ın adını ve dinini günahlarınıza perde, dilinizle yalanlarınızı gizlemek için pelesenk yaparsanız, unutmayın ki bu Allah’ın gazabına ve lanetine sebeb olur. Bu dünyada zelil olursunuz, ahirette ise yakıcı bir ateş sizi beklemektedir.

Bakın, doğduğumuz ana-babayı biz  seçmedik. Doğduğumuz zamanı ve toprağı da biz seçmedik. Derimizin rengini ve cinsiyetimizi de biz seçmedik. Bundan dolayı insanlar ileri ya da geri, ya da imtiyaz sahibi olamazlar. Buna aykırı her iş şirke götürür insanı. Hani adil şahidler olacaktık. Hani haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacaktık. Ne oldu! Dil ile ikrar ettiklerimizi kalbimizle tasdik etme konusunda bu tereddüt niye.

Daha kötüsü gelmesin diyorsak, insanlar kendilerini değiştirecek.  Zalimler topluluğuna zalim bir yönetici gelecektir. Tencere yuvarlanacak, kapağını bulacak. Biz iyilerdensek ve bir şekilde mevcut gider, daha kötüsü gelirse, açın bakın kitaba, “Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde Allah hayır murat etmiş olabilir”. Biz bilmeyiz Allah bilir. “Ehveni şer”e razı olmak değil, haksızlığa karşı direnecek olursak, “Allah bizim ellerimizle onları cezalandırıp, mazlumlara yardım etmek istemektedir.” Bizi muzaffer kılmak ve bizimle savaşanları bizim elimizle zelil etmek istemektedir.

Müslümanlar “Maslahatçılığı” yani insanın aklı ile vijdanını sulh ettikten sonra, insanları tebliğ yolu ile hakka davet ve sonuçta insanların 5 temel emniyetlerini koruma ve erdem üzere bir sulh üzre eminlik konusunda birbirilerine hıyanet etmemelerini sağlayacak adalet temelinde güveni sağlayacak bir düzen kurduktan sonra, insanları Allah’la barışa, “İslam”a götürecek yolu açmaktan vazgeçip, “idare-i maslahatçılığa” sapanlar, işte onlar temel gayedeki hikmeti yok eden bir sapkınlık içindedirler.

Oysa “Bir kavme olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek”ti. Firavunu bile güzel söz ve hikmetle hakka çağıracaktık. Oysa “biz” dediklerimiz ve içinde herkesin olduğu, bir topluluğun dünya menfaati uğruna “bizden olmayan” herkese meydan okuyoruz. Hatta Bizden olmayan değil, bir “nefs muhasebesi sadedinde” eleştirip, uyaranlara karşı “topyekûn saldırıya” geçiyoruz. 

Oysa Hz. Ömer ne diyordu: “Ben yanlış yaparsam ve yanımda olan, bana dost olan beni uyarmazsa, o benden uzak dursun, çünkü onda hayır yoktur! Eğer o beni uyarır ve ben onu dinlemez ve yanlışta ısrar edersem, o kişi yine benden uzak dursun, çünkü bende hayır yoktur!”

“Benim yanlışımı görmeyecek ve benden uzaklaşmayacak ve beni eleştirmeyeceksin” diye bir seçenek yok Ömer’de! 

Evet işte durum bu! Üzgünüm! 

“Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır.” Bir de ebed-müddet kutsal devlet”den söz ediyoruz. İnsan eseri olan hiçbir şey ebed-müddet ve kutsal değildir! Allah’ın sıfatları nesneye yüklenmez. Allah’ın gücüne gider. Gazaba uğrarsınız. Peygamberlerin kurdukları devletlerin bile böyle bir sıfatı yoktu! Aslında bu iddia, devlet elbisesi giyenlerin kendini kutsama eylemidir. Allah’ın kullarını,  Allah ve Resulüne tabi ve onların kurallarına riayet edenden çıkarıp kendi heva ve heveslerine “Teb’a ve Reaya” yapmaya kalkanlar, kendilerini “Malik-el Mülk” olarak görüp yönettiklerine “Kullarım” deme gafletine düşen Lale devri ve Tanzimat kafalıların peşinde giderek bir imparatorluğu kaybettik. 

Kaç asır geçti. Artık akletsek! Ölümü gösterip hastalığa razı etmek isteyenlerin, şeri gösterip ehveni şere razı etme pazarlıklarına razı olmayın. Yoksa, kaçtığınızı sandığınız şeye doğru koşanlardan olacaksınız. Çünkü o ehven olan şer Şeytanın ayak izlerinde kemale erecektir bir gün. Dikkat edelim Allah işlerimizi sarp dağlara sardırmasın ve üstümüze pislik yağdırmasın. Zalimlere (yakın-uzak fark etmez, o her kimse) yardım etmeyin, sonra ateş size de dokunur. 

Ya Rab bize Hakkı Hak batılı batıl göster, Hakda toplanmamızı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl. 

Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 685 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar