Birlik ve beraberlik ninnisi...


 Birlik ve beraberliğe her zaman muhtacız. Ve ne zaman bu hususa vurgu yapılmak ihtiyacı duyuluyorsa, bilin ki, birlik ve beraberliğe en çok muhtaç olduğumuz zaman o zamandır. Ya da öyle söylenir.

Birlik ve beraberliğe çok ama çok ihtiyacımız olduğu veya değişik bir deyişle; hepimizin aynı gemide olduğumuz ve gemiye zarar verecek davranışlarda bulunmamak gerektiği hususunda şimdiye kadar çok nutuk dinledik ve belli ki, bundan sonra da epey dinleyeceğiz.

Bu türden sözlerin haklılık temeli vardır tabii ki.

70 milyonluk bir ülkeyiz ve tarihi arka planın yanında, bulunduğumuz stratejik konum ve başka bir sürü sebeplerle, birden çok güç merkezi tarafından "asla kendi haline  bırakılmayacak bir ülke" olarak tanımlandığımızı da, biliyoruz.

Sadece tanımlanmakla kalsak mesele yok. Ama tanımlanmayı başka başka şeyler takip ediyor ve biz o güç odaklarının birbiri ardına gerçekleştirmeye çalıştıkları, çeşitli operasyonlara muhatap oluyoruz.

Bu operasyonların niçin yapıldığını, nihai olarak neleri hedeflediğini, çoğu zaman anlayamıyoruz bile.

Kendisini hekime emanet etmiş hasta gibi, ne yapılırsa yapılsın, iyiliğimize olduğunu varsayıyor ve bir gün "turp gibi sapasağlam" olabileceğimizin hayali ile avunuyoruz.

Asla kendi haline bırakılmayacak oluşumuz, kendi başımızı derde sokabilecek olmamız ve dolayısıyla kendi kendimize zarar verebilme  ihtimalinden çok, başkalarının canını sıkma potansiyelimizle yakından alakalı oysa..

Aynı gemide yolculuk yaptığımız ve birlik ve beraberliğe olan ihtiyacı  sıklıkla hatırlatmak ihtiyacı duyanlarla ilgili problem de, tam burada başlıyor zaten.

Ülkemiz üzerine çeşitli hesapları olan; dolayısıyla zinhar kendi halimize  bırakılmamamız gerektiğini düşünen ve bu hususta ellerinden geleni artlarına koymayan güç odaklarıyla, birlik beraberlik nutuklarını sıkça atanların aynı frekansta buluşabiliyor olmaları; doğrusu şaşırtıcı, hatta bir o kadar da kafa karıştırıcı bir durum.

Yani ülkemizin yönetim biçiminin nasıl olması gerektiğinden, ekonomimizin nasıl yürüyeceğine; eğitim ve sağlık gibi hususlarda neler yapıp neler yapmayacağımızdan, uluslararası alandaki davranışlarımıza kadar, birbiriyle fena halde çakışan bakış açıları var ortalıkta.. 

Bu bakış açılarının çakışması hali, birisi biz olmak üzere, taraflarca arzu edilir bir şey mi; yoksa mesela bizim açımızdan  bir tür mecburiyet mi sözkonusu, anlamak zor...

Düşünülen, planlanan ve yapılan şeylerin hakikaten doğru olup olmadığı; eğer doğru iseler, bizi yönlendirmeye çalışanların nasıl olup da bizlerle aynı şeyi istiyor oldukları, insanın kafasını karıştırıyor ister istemez.

Ya da eğer, düşünülen, planlanan ve yapılan şeyler yanlış ise, nasıl olup da bunları yapıyor olduğumuz meselesi de, bir o kadar kafa karıştırmaya aday.

Tarihi perspektiften baktığımızda; beraber yola revan olduğumuz ülkelerle  aramızdaki gelişmişlik makasının felaket bir şekilde açıldığını ve halen de açılmayı sürdürdüğünü görüyoruz.

Koşuya en azından birkaç adım önde başlamış olduğumuz halde, neden onlardan geride olduğumuz  sorusunun makul bir cevabı da, yok.

Yarıştıklarımızın, kazanmak için koştuklarını ve bu arada bize bazı tüyolar veriyorlarsa eğer; bunun bizi yarış dışı bırakmak; en azından geride kalmamızı sağlamak için yapıldığını aklımıza hiç mi getirmedik, derseniz; bunun cevabı da, net değil.

Hülasa: Güç odakları, kendileri açısından risk oluşturabilecek bir hale gelmememiz için ellerinden geleni yapıyorlar ve biz de, onları –her nedense- rahat ettirebilmek için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz.

Birlik ve beraberlik ninnileri söylemeyi de ihmal etmeden...
 milli gazete

Bu yazı toplam 728 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar