Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Bremen Mızıkacıları

Bremen Mızıkacılarını bilir misiniz? Grimm Kardeşler’in yazdığı masallardan biridir. Fabl üslubunda yazılmıştır. Sahiplerinin kendilerine olan kötü tutumundan dolayı evden kaçan bir eşek, bir köpek, bir kedi ve bir horozun Bremen’e gidip orada müzisyenlik yapma düşleri ana temadır.

Müzik yapmak! Eee sesleri var, yazarlık yapacak halleri yoktu herhalde.

Müzik yapmak deyince seslerini kullanacaklarına göre ve konuşamayınca ne yapacaklar, üflemeli sazlar. Akciğerlerinden hava basacaklar, ses telleri ile ses çıkartacaklar. Gayda gibi, körüklü org gibi bir şey. Ney, kaval, düdük gibi bir şey. “Üfürünce öten” bir şey.

Bizde de öyle olmuyor mu, bakıyorsun biri üfürüyor, akademya ya da medyadan birileri ötüyor. Öyle bir şey. Bunlar da üfürürler, bunlar üfürünce başkaları öter. 

“Üfürükten tayyare” olur, uçarlar bazen, “aslıyok yaylasında telef olan 1500 koyun”un hikayesini anlatırlar koyunlara; ardından bir kaval, bir çoban köpeği sürüyü alır gider. Kara koyun önden giderse, ötekiler de ardından.

Brezinski, şahindi, bizi koyun yerine koyuyor ve elinde bir sopa, sırtımıza vura vura bizi Amerikan mezbahasına götürmek istiyordu. Fuller yok dedi, öyle olmaz. Başına bir takke geçirdi, kolunun altına bir kitap, elinde bir tutam yeşil ot, “Ya Allah Bismillah, bici bici” diye koyunların önüne geçip onları Amerikan mezbahasına götürmek istedi. BÇG’yi, Kalkancı’yı FG’yi hatırlayın. 28 Şubat’ta ve 15 Temmuz’da bu halk “uysal koyun” olmadığını gösterdi.

Ama hâlâ aramızda, “parayı verenin çaldığı düdük” olan bir sürü “birey” var, her kesimden.

Bakın, Nefesli, Üflemeli çalgılar deyip geçmeyin, Ney, Kaval, Mey, Zurna, Sipsi, Tulum, Çığırtma, Argun, Mızıka, Klarnet, Flüt, Saksafon, Trompet, Trombon, Melodika, Korno, Tuba, Obua, Fagot, Marching, Kornet, Suzafon, Fulugelhorn, Piko, Körüklü org.

Hani parayı veren düdüğü çalar diyorsunuz da, hangi düdük, kaç para ona bakmak gerek. Medyada da, Bürokrasi, Akademya’da da öyledir. Parayı veren.. Düdük deyip geçmeyin, her yerde var. Bu işi bilenler, hemen elini cebine atmaz, kimi beline atar, sorar nazikçe “Havuç mu, sopa mı?” diye. Brezinski elini önce beline atanlardan, FG havuç uzatanlardan.

Bu sazlar çeşit çeşittir. Kimi üflemeli, kimi vurmalı, kimi yaylı. Kimine vurman gerek kimi yaylandırman gerek. Öttüreceksen böyle. Önce “alet”e bakacaksın, sonra “çalmayı” bileceksin. Çalmayı (!?) bilmiyorsan yakalanırsın. 

“Çalma” deyince siz ne anladınız! Müzik konuşuyoruz. Öbür türlü çalmak da ayrı bir bilgi, sanat, beceri gerektiriyor. 

Bak, bir senfoni orkestrası ile konser vermeye Artvin’e gitmeyeceksin. Sonra “Artvin Artvin olalı böyle zulüm görmedi” derler. El âleme rezil olursun! Oralarda “caz yapmayacaksın” sonra yanlış anlarlar. “Cazgırlık” da yapmayacaksın!

Her düdüğü öttürmeye kalkma, her “boru”yu boru sanma. Her boynuz sadece boynuz değildir.

Mesela, Şofar Musevilik’te Roşaşana ve Yom Kipur bayramlarında çalınan koç veya keçi boynuzundan yapılmış bir borudur. Bu boruyu çalma işine Tokea adı verilir. Şofar özel bir nota ile çalınır. Tekia: Tanrısal çağrı ve korumayı ifade eden uzun ve kesintisiz bir “Tuuuuuuuu” sesi ile çalınır. Şevarim: Tanrısal gücün karşısındaki çaresizliği anlatan ağlamayı andıran üç kesik “Vuah vuah vuah” sesi. Terua: Tanrısal birlikteliği hatırlatır ve dokuz kısa ses şeklinde öttürülür: “tu tu tu tu tu tu tu tu tu”

Biliyorsunuz kuşlar öter, bizde “öttürmek”, zorla konuşturmak için kullanılır. İşte birileri ne parayı verince öter, hem de önüne hangi notayı koyarsan. Yani “işaret aldığı gün patrondan, kendi öter, öttürür peşindekileri ardından.”

Bazıları nasıl çalmadan oynarsa, bazıları üflemeden öter, esen rüzgâra ayarlıdır. Kalem şeklindeki düdükler aslında üfleyicisine, rüzgârın şiddetine göre her sesi çıkartabilirler.

Hep aynı nağmeleri çalmak yorar, bıktırır, değişiklik gerekir. Bazen yaylı, bazen vurmalı, bazen üflemeli olacaksın, “konjonktür meselesi”. İyi bir meteorolojik bilgiye sahip olacaksın, rüzgar nereden esecek/esiyor, bileceksin. Doğru zamanda, doğru yerde olacaksın netekim. Bando çalarken kemençe olmaz. Bileceksin!. Mehter verecek yerde konçerto olmaz.

Bize “öl de ölelim, öt de ötelim vur de vuralım, emret komutanım” diyecek her meslekten, trol olmaya aday, “Musalla taşındaki meyyid” gibi duran adamlar lazım! Her devrin adamı, konduğu kabın şeklini alacak türden, su misali..

Şu benim hakkımdaki suç duyurusu sürecinde gördüm ki, bu konuda son derece profesyonel, çok sayıda gazeteci yazar yetişmiş son yıllarda, her yaştan! Az zamanda çok işler başarmışız.

İşte o biçim gazetecilik maskesi taşıyan “acar gazeteci” yanlış notaya basıp baltayı taşa vurunca, delikanlı “Media Tanrısı”(!?)na kurban edip, mahallenin namusunu temizleme adına işten atmışlar. Adam işsiz. Perişan. Demişler “adliye önünde yazıcı ol. İşi düşenlere şahitlik de yaparsın”. İşe yeni başlamış, ya, şahit arayan birini yandaki çaycı bu delikanlıya göndermiş. Adam gelmiş, “bir alacak-verecek davasında bana şahit” lazım demiş. Delikanlı “vay namussuz hâlâ ödemedi mi borcunu” demiş. Adam, “Hayır ben borçluyum” demiş. Delikanlı, “Kaç defa ödeyeceksin be amca” demiş.

Böyle anlayışlı olmak ve mevzuya hızlı intikal etmek gerek. Hem artık devir, “toplumsal cinsiyet” devri. İcabında zenne olacaksın, icabında maço.. Mesele değişen şartlara uyum meselesi. Selam ve dua ile. 

Bu yazı toplam 979 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar