Selâhaddin Çakırgil
Bu dağdağalı günlerdeki bir-kaç geziden
Biraz da, son 1.5 ayın yüksek gerilimli hay’u huyundan uzaklaşalım diye, 28 Ağustos günü, edebiyatçı dostum Dr. Mustafa Yılmaz birlikte Edirne’ye uzandık.
Edirne’ye son olarak 38 yıl önce, haftalık Tevhîd dergisini birlikte çıkardığımız arkadaşlarla bir konferans vermek üzere gitmiştik; Akıncılar Derneği’nin daveti üzerine..
***
Mimar Sinan’ın ‘ustalık zamanımın eseri’ dediği o muazzam Selimiye Camii bu şehirde..
Edirne’nin bu sembol mâbedinin -Dr. Mustafa’nın şairâne benzetmesiyle, Sinan’ın, tarih yazan kalemleri’ mesabesinde olan- minareleri, şehre 8-10 km. uzaktan gözüküyor.
(Camii civarında Mimar Sinan’ın bir heykeli dikilmiş.. Bizim ruh dünyamıza yabancı olan bu heykel aşkı son zamanlarda bir zevksizlik örneği olarak istilâ halinde..
Halbuki Sinan’ın heykelleri, 500 yıldır ayakta duran câmiler, medreseler, şifâhanelerdir.)
***
Ama, Edirne’de herbirisi ilginç mimarî özellik ve güzellikleri taşıyan onlarca tarihî cami ve eser daha var: Üç Şerefeli Cami, Eski Cami, Muradiye Camii, vs.
Edirne bir câmiler, medreseler, şifâhaneler, bedestenler şehri..
Osmanlı’ya başkentlik yapmış olmanın tabiî neticesi..
Avrupa’da ruh hastalarının, ‘içine cin girmiş’ diye ateşe atılarak yakıldığı dönemde, müzik ve su sesi ile tedavilerin yapıldığı şifahanelerden söz ederdi, tıp tarihi otoritesi olan rahmetli Prof. Suheyl Ünver..
2. Bayezid’in Mekteb-i Tıbbiye ve Dâr-uş’Şifâhanesini gezerken o geçmişi de hatırladım.
***
Ama bugün, Edirne kocaman bir açık tarih müzesine benziyor. Çünkü burada, o görkemli tarihe lâyık bir manevî canlılık pek hissedilmiyor.
Ârif Nihad Asya merhûmun mısralarıyla,
‘Mâzi kitabelerde okur ihtişamını,
Ağlar kitabelerde kalan i’tibarına..’
***
İlginç bir rastlantı.. Elimde, Macar edebiyat tarihçilerinden Ferenc Herczeg’in, ‘Bizans’ isimli, küçük hacimli, ama ilginç ve düşündürücü trajedyası vardı. Bu eserde, Edirne’den ve orada, ‘dinsiz ve paganlar’ diye nitelenen (Sultan) Mehmed ve yeniçerilerinden sıkça söz edilse de; Bizans Sarayı’nın ‘taht salonu’ nun 29 Mayıs 1453’deki son günü canlandırılmıştı.
225 km.lik yol boyunca, bu eserden bazı ilginç bölümleri okuyarak zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile..
***
Bu vesileyle, ‘15 Temmuz-Darbe Hıyaneti’nin atmosferinde değinemediğim ve bir hafta ara ile gittiğim Samsun ve Giresun gezilerimden de kısaca söz etmeliyim.
Ankara ve İstanbul’da, bir aya yakın bir süre boyunca o gece nöbetlerinde geniş halk kitleleri, sabahın ilk ışıklarına kadar geceler boyu, meydanlarda onbinler halinde, ilahî ve tekbirler ve İslamî muhtevası olan marş ve şiirlerle yeni bir ruhla yoğrulmuştu..
Ama Samsun ve Giresun’da bu hava yoktu. Belki, şarkı- türkülerle, bir eğlence programı çerçevesinde bir şeyler vardı. Bu konu, üzerinde durulmayı gerektiriyor herhalde..
Samsun-Taflan’dan Abdullah Çam Hoca’nın, ‘Halk, bu darbeyi bizim oralarda hissetmedi, belki o yüzden..’ şeklindeki mâkul gözüküyordu.
***
Giresun’un 40 km. güneyindeki ve iki bin m. yüksekliğine varan ve karları henüz de erimemiş Kümbed Yaylası’na yolculuğumuz ise anlatılması zor harikulâde güzellikler taşıyordu.
***
Dönüş ise, -dünyada benzeri çok az örneklerden-, deniz doldurularak oluşturulan bir ada üzerindeki ilginç Ordu- Giresun Havaalanı’ndan idi.
(Bu vesileyle, Samsun’da yakından ilgilenen Selahaddin İnal, Av. Mustafa Bayram, yazar Şerif Mırık, ilahiyatçı Prof. İ. Hakkı İnal ve İlkadım Bel. Başk. Erdoğan Tok, Canik Bel. Başk. Osman Genç, Samsun m.vekili Fuâd Köktaş ve Çivril köyünde yapılan uzuuun bir sohbet toplantısında hazır bulunan çoğu akademisyen kardeşlerle, bize mısır sütleği ve çay ikram eden ev sahibine; hakezâ, Giresun’da, H. İbrahim Korkmaz, yazar Ahmed Çıtlakoğlu, DOKAP Başkanı Ekrem Yüce, Abdullah Güney, ile Kemal- Sinan Naldemirci Ailesinin ev sahipliğine de teşekkürler.)
stargazete