Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Bu güç yarışında denklem dışı kalmak kabul edilemez

Devlet denilen sosyal üst-yapı kurumu, cemiyyet halinde yaşamaya mecbur olan insan neslinin inanç birliği, ideolojik beraberlikler, maddî -ekonomik menfaat ortaklığı, ya da bir kişi, hanedan veya sosyal sınıf ve etnik unsurun diğerlerine tahakküm arzusu gibi çeşitli saiklerle oluşturulan bir kavram ve kurum olup, genelde şu üç ana unsurdan oluşur.

1- Bir otorite altında yaşamayı kabullenen- kabullendirilen bir halk,

2- Bu halkın, üzerinde yabancı bir iradenin otoritesi bulunmayan bir toprak, ülke..

3- O coğrafya üzerinde o halkı yönetecek bir idare mekanizması, rejim..

Genelde bu üç temel unsurdan birisi olmayınca ortada bir devletten söz edilemez, ‘devlet’ iddiası taşısa bile..

***

Elbette, böyle bir sosyal üst-yapı kurumunun kendisini ayakta tutacak kadar askerî ve ekonomik gücünün de olması gerekir. Ve bu güçler, başka güçlerin- devletlerin lütfuyla verilirse, orada ancak bir kukla devletten sözedilebilir. Ve güçsüz olanların bağımsızlık iddiaları her ne kadar parlak olursa olsun, bir ‘züğürt tesellisi’nden ibarettir ve ‘kurtluk kanununda da kuraldır, ‘zayıf olanı yerler.

***

Bu tespiti yaptıktan sonra, hatırlayalım ki, 600 küsur yıllık Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’nda tarih sayfasından silinmesinden sonra, onun yerinde yığınla ‘devletçik’ler oluşturuldu, emperyalist güçler eliyle.. Bu devletlerin herbirisinin eline yol haritaları /anayasaları, emperyalist güç odaklarınca tutuşturulduğu halde, her birisi kendisini en bağımsız devlet olarak göstermektedirler. Ki, bunlar arasında tabiatiyle Türkiye de bulunuyordu  ve o da NATO aracılığıyla kapitalist emperyalizme hâlâ da bağlı..

Bütün bu ‘devletçik’ler, gerçek mânâda devlet olma özellikleri olmayan; fiilen işgal edilmiş topraklarda, susturulmuş- sindirilmiş yerli halkların ensesine çökertilen ve emperyalistlerin değerlerini kendi halklarına ‘yüksek kültür ve medeniyet değerleri’ diye zorla dayatmaya çalışan ve o halkların inancıyla, tarihiyle, kültürüyle, bütün hayatî değerleriyle savaşmayı kendilerine vazife bilen diktatörlükler eliyle yönetildi, yönetilmekte.. 

***

Müslüman halkların hayatında hiçbir gerçek değeri olmayan uyduruk sınırlar içindeki bu devletçiklere nice zincirli düğümler de atılmıştı.. Görülüyor ki, kapitalist emperyalizmin şefleri Ortadoğu’da kuklaları olarak gördükleri rejimleri hâlâ da kendi hallerine bırakmak niyetinde değiller.

Bunların içinde sadece Türkiye, o da sadece son 15 senedir, halkının iradesinin kısmen de olsa, ülkenin ve halkın yönetiminde geçmişteki zorbaca dayatmaların zincirlerini koparmaya çalışan bir istisna oluşturmakta.. Onun da, ne kadar çetin uluslararası şerr odakları eliyle tökezletilmeye çalışıldığının son bir örneği, 15 Temmuz Darbe Hıyaneti’nde görüldü. 

***

Şimdi.. Erdoğan Türkiyesi’ne karşı emperyalist odaklardan sergilenen tavrın altındaki  saik, işte o güçlere karşı, bu yeni Türkiye’nin, Ortadoğu’daki gelişmeler konusunda, ‘Bu denklemde ben de varım..’ demeye başlamasından besleniyor.

Bu karşı koyuş ve direniş tavrı, emperyalist odaklarca kabul edilemez.

Nitekim, Amerikan emperyalizmi, adres olarak ‘Musul konusunda Bağdad rejiminin iznini alman gerekir..’ diyor ve muhataplarının zekâsıyla alay edercesine. Kendilerinin de Irak’ta, Bağdad Hükûmeti’nin izniyle bulunduklarını iddia ediyor. Sanki, Amerika, Saddam’ı, Irak hükûmetinin izniyle devirip  işgal etmiş gibi..

***

Şimdi, Bağdat’taki kukla Hükümetin başı İbadî, bu noktada bir taraftan, -Türkiye’yi Suriye’den sonra Irak’ta da ‘işgalci’ olarak gösteren- İran; diğer taraftan USA emperyalizmi eliyle Türkiye’nin paçalarına saldırtılmaya çalışılıyor. İbadî, karargâhını kendi topraklarında, Kandil Dağı’nda kuran PKK’nın Türkiye’ye Irak’tan saldırmasında sorumluluğu olduğunu hatırlamak bile istemiyor. 

***

Zorlama yolla oluşturulan sun’î devletlerin hayatiyet şansları sadece, kuklalıklarını sürdürmelerine bağlıdır.

stargazete

Bu yazı toplam 840 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar