Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Bu kriz kapitalizmin krizidir

Siyaset yazmaktan yoruldum. Teorik şeyler yazayım biraz da. Yarını ve dünyanın gidişatını konuşalım. Sonuçları değil, sonuçları hazırlayan sebebleri, sürekleri konuşalım. Kaptan köşkünü elinde tutmak ya da ele geçirmek isteyenlerin üzerinde yüzdükleri denizin akıntısının, yani üzerinde durdukları denizin nereye doğru aktığının farkında olduklarından emin misiniz! Gerçekten onlar halkı arkalarına almadan sürüklendiğimiz girdaptan gemilerini kurtaracaklarından emin misiniz. Peki size bu konuda bir şey söyleyen var mı? Haksızlık etmeyelim, Üniversitelerimiz, Cemaatler, Media, Vakıf, Dernek, odalarımız bu konuda size bir şey söylüyorlar mı?

Neyse konumuza dönelim.

1991’de komünizm yıkılmıştı. Şimdi sıra kapitalizmde. Bir süredir yazılarımda ısrarla vurguladığım bir konu var. Bugün dünyadaki krizin arkasında yatan asıl sebeb kapitalizmin krizidir. 1600’lerin sonuna doğru bir “Uluslararası düzen” kuruldu. 1. Dünya savaşı sonunda iki kutuplu bir dünya ortaya çıktı. 2. Dünya savaşının sonunda faşizm yıkıldı. 1991’de de komünizm yıkıldı. Artık tehlikenin rengi Yeşildi. BÇG, BOP, FETÖ, “tarihin sonu”, “medeniyetlerarası çatışma” tartışmalarının arkasında “yeni dünya düzeni” arayışı vardı. BOP çökünce kendi aralarında bundan sonraki yol haritası konusunda anlaşamadılar ve işler bu noktaya geldi.

Bugünkü kriz kapitalizmin krizidir. Kapitalizmin dayandığı kavramlar ve kurumlar tek tek yıkılmaya başladı. Liberalizm, demokrasi, BM, AB, NATO artık sorun çözemiyordu. Bugün kapitalizmin geleceği tartışılıyor. Revizyonist kapitalistler, radikal kapitalistler, reformist kapitalistler, cumhuriyetçi, demokrat, globalistkapitalistler, hep bir başka yere savruldu. İslam’ı reforma tabi tutacaklar, ılımlısına havuç, radikaline sopa göstereceklerdi, bu plan da tutmadı.

Eskitmediğimiz ne kaldı. Sivil toplum da eskidi, demokrasi de.. “Pozitif ayırımcılığı” geçin demokrasi mi, meritokrasi mi tartışılıyor. Meritokrasi, “yönetim erkinin, kabiliyet ve kişilerin bireysel başarı yani liyakat ve kariyere dayandığı yönetim biçimidir. Bu yönetimde karar verme erki, üstün özellikleri olduğu düşünülen kişiler arasında paylaştırılmaktadır, kayırma yoktur.” Bu biraz aristokrasi, biraz da juristokrasiye benzeyen yönleri de vardır.

Evet, Gramschi’nin  sivil toplumu da bugün için artık fazla bir anlam ifade etmiyor. Sivil toplum denilen yapı, siyasal toplumun arka bahçesi oldu ya da iktidarı ele geçirmek isteyen grubların sıçrama tahtası ve/veya Truva atı!. Odalar gibi yarı resmi toplulukları nereye oturtacağız. Çok klikli topluluklarda “Cemaat bağları” ne olacak. Din sivil bir yapı mı, siyasal mı, özerk mi olmalı, devlete mi bağlı olmalı? Teokrasi tamam da, laiklik bugün ne anlam ifade ediyor, ya da Bizantinizm’i nereye oturtacağız. Seküler olmak ne anlama geliyor.

Bilişim ve genom her şeyi altüst edeceğe benziyor. Hümonoidleri, siborgları genomikleri nereye koyacağız.

Laik, demokratik cumhuriyet ilkeleri” Eflatun Cem Güney’in manzum masallarındaki tekerlemeler kadar eskidi. Develer dellal iken, pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken.. Öyle ya mezardaki annemin kemiğinden DNA zincirini kopyalayıp, gen teknolojisi ile bugün yeniden üretebiliriz. Annenizin beşiğini sallayabileceğiniz bir dünyada, birçok sabite yeniden tanımlanmak zorunda. “Ulus devlet”miş.. 1648 sendromu.. Toprak, kan ve din birliğine dayalı, dil birliğine dayalı “ulus”çuluktan çok uzakta bir dünyaya doğru internet hızı ile sürükleniyoruz.

Yeni dünya, yeni dünya düzeni. Bu düzenin dayanacağı temel değerler neler? Din bu işin neresinde, ahlak neresinde, devlet neresinde, hukuk neresinde, ekonomi neresinde!?. Nasıl yönetecekler biz sürece nasıl katılacağız!. Yasama, yürütme, yargı ne olacak!

Yakın zamanda BM de, AB de, NATO da daha birçok uluslararası örgüt de, işlevini kaybedecek. UCM, AİHM, Güvenlik Konseyi beklenen performansı gösterebiliyor mu? Ne euro ne de dolar kalacak. Biz daha işin ne olup olmadığını anlamadan helal-haram tartışmasını bitirene kadar sanal para dünya piyasalarına hakim olacak.

Biz şu Ankara ve İstanbul seçim sonuçlarını netleştirelim, bir de şu dış borç stoğu, piyasa, terör sorununu çözelim, sıra daha sonra bunlara gelecek galiba!

Batılı düşünürler, ciddi ciddi kapitalizmi, liberalizmi, yeni dünya düzenini tartışmaya başladılar. Şimdilik bir geçiş dönemi ön görüyorlar. İlk adım nüfusu planlamak ve ikinci adım dünya nüfusunu radikal şekilde azaltmak!

Sosyolog Melvin Tumin; meritokrasiyi, “toplum içerisinde bireylerin yetenekleri ölçüsünde rol almaları” şeklinde yorumlar. Bunun karşısında “nepotizm” yer alır. Bu da, “akraba kayırma veya adam kayırma, öznel ve adil olmayan şekilde ayrımcılık” olarak tanımlanır. Tabii bir de “Pozitif ayırımcılık” var. Bu da daha çok vijdani bir sorumluluk ifade eder. Burada dikkatli olunmaz Vijdan aklın önüne geçerse sorunlar yaşanabilir. İngiltere merkezli Meritocracy Partisi’nin yayınladığı 5 maddeden oluşan bir manifestosu var.. Buna göre: Kayırmacılık yoktur, ailenizin değil, sizin kim olduğunuz önemlidir. Yandaşçılık yoktur. Başkalarının sizin için ne yapabildiği değil, sizin ne yapabildiğiniz önemlidir. Ayrımcılık yoktur, cinsiyet, ırk, din, yaş, geçmiş önemsizdir. Kabiliyet esas olarak ilk şarttır.. Eşit imkânlar, herkesle aynı noktadan başlar ve yeteneklerinizin sizi götürdüğü yere gidersiniz. Erdemli bir tatminle en başarılı insanlar, en yüksek tatmine erişirler.

Balibar ve Wallerstein gibi düşünürler nepotizmaya karşı kapitalist toplum yapısından kaynaklanan birtakım sorunlara dikkat çeker. Zengin kesimin eğitime ulaşmasını sağlayacak maddi imkanların oluşturduğu ayrıcalıkla iyi eğitilmiş olanın daha yetenekli ve zeki olanın önüne geçmesine neden olabileceği endişesi ile bu yaklaşımın risk taşıdığını öne sürmektedirler.

Sonuçta geleneksel yapıların sürdürülmesi mümkün olmadığı gibi, çözüm önerileri de bu konuda ciddi anlamda riskler taşımaktadır. Yani sürdürülebilir bir çözüm önerisi bulunabilmiş değil. Milletlerin, dini, mezhebi, etnik, ideolojik, politik, felsefi ve vijdani anlamda bölünmüşlüğü işi daha da zorlaştırıyor.

Bilgi, para, hammadde, pazar, toprak ve nüfus açısından güç merkezlerinin kendi aralarında güç yarışına sebeb olan rekabet; kuşkucu yaklaşımlar içine girmeleri ve güç yarışları barış ve işbirliği önündeki en büyük engel olarak görülmektedir.

Bizim, daha doğrusu Müslüman dünyanın, gelecek adına bu anlamda söyleyecek bir sözü olmalı. Hatta bugünkü açmazlar için tek çözüm potansiyeline sahip toplumun, İslam toplumu olduğunu düşünüyorum. Ama tabii bunun için çok çalışmamız gerek. Bu konuda en büyük dayanağımız, Kur’an-ı Kerim gibi bir kitaba sahip olmamız ve yaşadığımız coğrafyadır.

Selâm ve dua ile. 

Bu yazı toplam 696 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar