Abdurrahman Dilipak
Bu sene de kurban hac mevsimine denk geldi!?
Bayramınızı tebrik ediyorum.
Hac zengine farz, kurban imkanı olana vacib. Haccın mekanı Mekke-i Mükerreme olunca Müslümanların yaygın olarak ülkelerinde kendi mekanlarında bu ibadete katılıyor olması ve “Kurban” kelimesinin “İnsanı Allah’a yakınlaştıran bir eylem” olması sebebi ile bayrama adını veren bir ibadet. Gelenekte ve uygulamada Hz. İbrahim’in İsmail aleyhisselamı kurban etmek istemesi ile baba, anne ve çocuk arasında birtakım olaylar yaşanır ve sonunda Cebrail kurban edilmek üzere bir koç getirir ve imtihan başarı ile tamamlanır.
KurbanHz.Adem zamanında başladı ve olay Kabil’in Habil’i öldürmesi ile sonuçlandı. Olay bugünkü Şam’da gerçekleşti. Hz. İbrahim’den sonra Hz.Musazamanında gerçekleşti. Deniz’in geçilmesi sonrası, İsrailoğullarının Cenab-ıAllah’ı görmek istemeleri öncesi kendilerinden kefaret olarak bir kurban kesmeleri istenir. Hz.Harun’un itirazlarına rağmen Samiri’nin bir sığırı kurban etmek yerine altın bir buzağıyı Allah’a takdime olarak sunmanın daha yerinde olacağı yorumu ile Allah’ın gazabını haketmişlerdi. Bakara suresinde bu olaydan uzun boylu bahsedilir ve bu olay bu sureye adını verir. Onun için Kur’an-ı Kerim’de Allah bize, “kestiğiniz hayvanın eti, kanı, derisi Allah’a ulaşacak değildir. Allah’a ulaşacak olan takvanızdır” der.
Bu bayramda birileri bu bayramın manası üzerinde durmak yerine, “acemi kasap”, “kaçan dana”, “hayvan hakları” üzerinde duracaktır. Media siyaseti ve tarihi magazinleştirdiği gibi dini de magazinleştirme çabasında olacaktır. “Kurban etinin nasıl pişirileceği” filan anlatılacaktır. Psikologlar, “çocukların kan görmesi”ni konu edinecektir. Ama konuyu birileri hep seküler açıdan görmeye çalışacaktır. Oysa bir ibadetten söz ediyoruz. Şüphesiz buna hiç değinen yok demiyorum, ama eleştirim genel yaklaşımlara yöneliktir. Aslında temel olarak kurban bir ibadettir. Elbette bunun psikolojisi, sosyolojisi, ekonomisi, felsefesi, mantığı olacaktır ama, hepsinin ötesinde bunun vahye ve nebevi geleneğe dayalı bir referansı olacak. Konunun fıkhi boyutu esas alınacaktır.
İsmailî bir boyutu olmayan kurban, kasaplık bir eylemden öte bir anlam taşımayacaktır. İşin içine insani yardımlaşma ve vijdanı da katabilirsiniz. Bunlar kötü bir şey olmasa da din değildir. Yardımlaşma ve vijdani sorumluluk dinden olsa da, din bunlardan ibaret değildir ve bir eylem Allah’a adanmamışsa dini bir değer taşımaz. Allah adı anılmadan kesilen bir hayvan bizim geleneğimizde murdardır. Kurban, hac ile birlikte “Allah’a yakınlaşma eylemi”dir. Tevbe ve bağışlanma zamanıdır. Ama aynı zamanda, bugünler ölümle ve kıyametle yüzleşme zamanıydı. Kurban deyince Ali Şeriati’nin Hac risalesindeki kurbantanımını hatırlamadan olmaz: Ve şimdi Mina’dasın, İbrahim’sin, İsmail’ini kurban yerine getirdin. Senin İsmail’in kimdir? Veya nedir? Makamın mı ? Onurun mu? Mevkiin mi? Statün mü? Mesleğin mi? Paran mı? Evin mi? Bağın mı? Otomobilin mi? Ma’sükun mu? Ailen mi? İlmin mi? Rütben mi? Sanat ve maharetin mi? Ruhaniyetin mi? Alimliğin mi? Elbisen mi? Adın mı? Nâmınmı? Şöhretin mi? Ruhun mu? Gençliğin mi? Güzelliğin mi?.. Ben nereden bileyim? Bunu sen kendin bilirsin.
Her ne ve kim ise onu sen kendin Mana’ya getirmeli ve kurban için seçmelisin. Ben sadece onun alâmetlerini sana söyleyebilirim. Seni iman yolunda zayıflatan, “gitmek”te olan seni “kalma”ya çağıran, seni “sorumluluk” yolunda şüpheye düşüren, seni kendine bağlayan ve alıkoyan, gönül bağlılığı, mesaj, işitmene, hakikati, itiraf etmene izin vermeyen, seni firara çağıran, seni maslahatçı izah ve yorumlara sürükleyen ve aşkı, seni kör eden her şey... İbrahim›sin ve İsmail›i zaafın seni İblis›in oyuncağı haline getirebilir. Hayatında, şeref, saygınlık, iftihar ve faziletin doruklarında bir tek şey vardır ki onu elde etmek için zirveden inebilir onu kaybetmemek için bütün İbrahimî kazanımlarını yitirebilirsin: O, İsmail’indir. İsmail’inin, bir şahıs veya bir şey olması mümkündür; bir durum, bir konum, bir zaaf noktası, olması imkan dahilindedir! Fakat İbrahim’in İsmail’i, İbrahim’in oğlu idi!
Hani, şu Yasin’i hep okuyup duruyoruz ya, ölülerin arkasından okuyoruz, bir işin olması için okuyoruz da o ayetlerde neler anlatılıyor. Yasin suresinde anlatılan bir olayın coğrafyasının Hatay olduğunu biliyor muydunuz? Bu günümüze de ışık tutan şu ayetlerin meallerini buyurun beraber okuyalım: 7. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz “azap” hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler. (Kim onlar deseniz) 8. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır. (Hani şu makamına gücüne, servetine mağrur olanlar var ya!) 9. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler. 10. Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. (Onlara önlerinden de, arkalarında da, arkasından da ulaşamazsınız, onlar inatla bildikleri yoldan giderler) 11. Sen ancak Zikr’e “Kur’an’a” uyanı ve görmediği hâlde Rahmân’dan korkan kimseyi uyarırsın. İşte onu bir bağışlanma ve güzel bir mükâfatla müjdele. 12. Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta “Levh-i Mahfuz’da” bir bir kaydetmişizdir. 13. “Ey Muhammed!” Onlara, o memleket halkını örnek ver. Hani oraya elçiler gelmişti. 14. Hani biz onlara iki elçi göndermiştik de onları yalancı saymışlardı. Biz de onlara üçüncü bir elçi ile destek vermiştik. Onlar, “Şüphesiz biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.(Bu kişiler, havarilerden Hz. Yahya / Yuhanna, Hz. Yunus ve Şemun-u safa. Dağdan koşarak gelen ve şehid edilen ise Habibünneccar)15. Onlar şöyle dediler: “Siz de ancak bizim gibi insansınız. Rahmân, hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.”16. (Elçiler ise) şöyle dediler: “Bizim gerçekten size gönderilmiş elçiler olduğumuzu Rabbimiz biliyor.”17. “Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir.” 18. Dediler ki: “Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, sizi mutlaka taşlarız ve bizim tarafımızdan size elem dolu bir azap dokunur.”19. Elçiler de, “Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz?). Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz” dediler. 20. Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun.”21. “Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.” 22. “Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca O’na döndürüleceksiniz.”23. “O’nu bırakıp da başka ilâhlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.”24. “O taktirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum.”25. “Şüphesiz ben sizin Rabbinize inandım. Gelin, beni dinleyin! “26,27. (Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi. 28. Kendisinden sonra kavmi üzerine “onları cezalandırmak için” gökten hiçbir ordu indirmedik. İndirecek de değildik. 29. Sadece korkunç bir ses oldu. Bir anda sönüp gittiler.” Keşke helak saati gelmeden aklımızı başımıza toplayabilsek. Tek bir ses, bir damla su veya rüzgar, yerin kıpraşması, ya da tek başına bir sivrisinek, Allah’ın emri ile en güçlü imparatorlukları zelil etmeye yeter!
Keşke bu ayetleri okurken kendimizi düşünsek ve akledenlerden olsak. Önlerimizdeki ve arkalarımızdaki sedleri kaldırsak ve boynumuzdaki halkaları kırsak da görsek, duysak ve hissetsek de şehre gelenler ve dağdan koşarak şehre gelenlerle aramızdaki perdeleri kaldırabilsek!
Ha! Habibunneccar’ın o şehre koşarak geldiği dağa, Hz. İsa’dan 50 yıl sonra Tarsuslu Saul/Pavlus geldi ve ilk kaya oyma kilisesini yaparak, katolikliğin temelini orada attı. Hz. İsa’yı “ilah” ilan etti, Teslisi ilan etti. Şeytanın yaptığı işi yaptı ve insanları Allah’la aldattı!
Tekrar bayramınız mübarek olsun.
Selâm ve dua ile.