İbrahim Karagül
Bu sözleri söyleyen adam o değil miydi?
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın The Guardian gazetesine yaptığı açıklama "ikinci One Minute" olarak nitelendi. Gerçi biz geçtiğimiz günlerde "Yeni bir One Minute gerekli" diye yazdık ama maksadımız bu değildi. Hemen her gün bu yoğunlukta bir tansiyon, İsrail ile Türkiye arasında yaşanıyor, yaşanacak. İlişkilerin seyrine yönelik okumalarımız, daha ciddi gerilimlerin yaşanabileceği sonucunu doğuruyor. Burada sorun doğuran şeyler sözler ve gündelik olaylar değil. Bölgenin kimyasını değiştiren gelişmeler var ve bunlar İsrail'i dar bir alana hapsediyor, edecek de. Son olaya bakalım: Erdoğan; "İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman'ın Gazze'ye karşı nükleer silah kullanmayı" içeren sözlerini hatırlatması dünyada geniş yankı uyandırdı. Bir ülkenin dışişleri bakanı, nükleer silah kullanma tehdidiyle suçlanıyordu ve bu kadar yankı uyandırması son derece normal. Peki bu adam, daha önce, bu sözleri söylerken neden yankı uyandırmadı? Hem de Gazze'de o korkunç katliam yapılırken! Neden Türk medyası, Batı medyası ve kamuoyu ayağa kalkmadı. Açıkça nükleer soykırımdan söz ediyordu. "Türkiye İsrail'i köşeye sıkıştırdı" başlığı altında endişelerimizi ortaya koyarken herkes susuyordu. Nasılsa İsrail aşırı sağına mensup biriydi o ve önemsizdi. O cümleleri hatırlayalım: "Koalisyon ortağı Evimiz İsrail Partisi'nin lideri Avigdor Lieberman, yeni kabinede Dışişleri Bakanı oluyor. Gazze saldırıları sırasında bu kişinin Filistinliler'e İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD'nin Japonya'ya yaptığını yapmalıyız" dediğini, nükleer saldırı istediğini, İsrail vatandaşı bir buçuk milyon Filistinli'nin sürgün edilmesini istediğini unutmayalım." Merak edenler, İsrail aşırı sağına mensup Jarussalem Post gazetesinin o günkü sayısına bakıp Lieberman'ın sözlerini okuyabilirler. Bu gelişmeyi, "Her saçmalığı dikkate almıyoruz" şeklinde değerlendiren İsrail Dışişleri Bakanlığı'nı şu an nükleer soykırım isteyen o adam yönetiyor! Gazze nükleer silahlarla imha edilecekti. Yüz binlerce insan topraklarından sürülecekti. Ama bu sözler önemsizdi. Aşırı sağcı bir adam saçmalıyordu! Öyle olmadığını şimdi görüyoruz. O adam şimdi Dışişleri Bakanı. Bu kadar mı? Seçimlerden sonra oluşturulan yeni Kabineye bakanlar bir sürü Lieberman bulacaktır. Aşırı sağ ortaklığıyla ilginç bir hükümet şekillendi. Katillerden, savaş suçlularından oluşan bir hükümet. Mesela, eski Genelkurmay Başkanı Moşe Yaalon. Bu kişinin savaş suçu işlemekle suçlandığını, tutuklanma korkusuyla iki yıl önce Londra'ya gidemediğini hatırlayalım. Başbakan Benjamin Netanyahu'ya Güvenlik danışmanı olarak atanan Uzu Arad iki yıl önce ABD'ye giremedi. Mossad adına çalışan, ABD'nin gizli sırlarını İsrail'e aktaran Lawrence Franklin olayıyla bağlantılı görünen Arad, casusluk şebekesinin içinde yar alıyordu. Benzer çok örnek var ama konumuz bu değil. Türkiye başka bir şey yapmaya çalışıyor. Başbakan Erdoğan Pakistan'da. İç savaş yaşayan, nükleer silahların korunması gerekçesiyle rehin alınan, neredeyse askeri müdahalenin an meselesi olduğu Pakistan'la dayanışma içinde. İstihbarat, güvenlik, eğitim ve bir çok alanda ortak yakınlaşma çabaları söz konusu. Ardından İran'a gidiyor. İran nükleer krizi konusunda Türkiye'nin açık desteğini, Batı ile uzlaşmaya yardımcı olacak girişimleri izleyeceğiz. Erdoğan'ın; Batılı ülkelerin İran'ın nükleer silah geliştirmeye çalışmasını "dedikodu" olarak tanımlaması, bu ülkeye saldırıyı çılgınlık olarak nitelemesi, "Ahmedinejad bizim dostumuz" demesi, İran'a nükleer program yüzünden baskı yapan her ülkenin nükleer güç olduğuna dikkat çekmesi İsrail'i çıldırtıyor. Pakistan'la dayanışma da İsrail'i ve bu bölgede çatışmayı öne alan güçleri çıldırtıyor! Çünkü onlar, Pakistan'ın güçten düşmesini, kaosa sürüklenmesini ve nükleer silahların kontrolünü ele almayı bekliyor. Suriye-Irak-İran-Pakistan hattına özellikle dikkat çekiyoruz. Bu kuşakta ya onlarca yıl sürecek kaos ve çatışmalar hüküm sürecek ya da dünyanın güç dengesini etkileyecek bir dayanışma hattı oluşturulacak. Daha şimdiden bu iki yaklaşım çatışıyor. Türkiye, bölgenin kaderini değiştirecek bir inisiyatife öncülük etmeye çalışırken, çatışmaya endeksli oyun kurmaya çalışanlar, Irak işgali sırasında uyguladıkları yöntemle bu kuşağı yüz yıl ayağa kalkamayacak şekilde harabeye çevirmek istiyor. ABD başkanı George Bush'un Pakistan eski Devlet Başkanı Perviz Müşerref'e; "Ülkenizi taş devrine döndürürüz" tehdidine göre hareket edenler, Türkiye'nin yapmaya çalıştıklarına açık savaş ilan ettiler. Şimdi; Türkiye'ye karşı yürütülen örtülü tepkiler giderek açık tepkiye dönüşecek. Sadece İsrail değil, başka ülkeler de rahatsızlıklarını ortaya koymaya başlayacak. Bu kuşak üzerinde terör üzerinden çatışma senaryolarına çok dikkat etmek gerekiyor. Önceki gün Bağdat'ta meydana gelen saldırıda yüz ellinin üstünde insan hayatını kaybetti. Bir süre önce benzer bir saldırı oldu Irak ile Suriye arasında tansiyon yükseldi. Araya Türkiye girdi. Geçtiğimiz günlerde İran'da Devrim Muhafızları komutanlarının bulunduğu toplantı saldırıya uğradı, çok sayıda insan hayatını kaybetti. Saldırıyı ABD/İngiltere destekli ama Pakistan'da üslenen Cundullah örgütü üslendi. İran-Pakistan ilişkileri gerildi. Türkiye, iki gerilime de müdahil olmaya çalışıyor. Neden? Çünkü: Irak-Suriye arasında kriz çıkarmayı başaranlar, bu bölgede ileriye dönük bütün projeleri sabote etmeyi başarmış olacak. İran-Pakistan arasında kriz çıkarmayı başaranlar iki ülkeyi de istikrarsızlığa sürüklemeyi başarmış olacak. Birileri bütün hesapları bozmaya çalışıyor. Peki bu ülkeler arasında ortaklıkların gelişmesinden kim/ler rahatsız? Hepimiz bunu biliyoruz. Terör üzerinden düzen kuranlara dikkat! Barış isteyenler ile savaş isteyenler arasında bir cephe şekilleniyor bu bölgede. İyi şeyler sabote edilmeye çalışılıyor! Ortaklıklar güçlendikçe, sorunlar çözüldükçe birileri fena kızıyor, eli ayağı dolanıyor. Doğru yolda yürümeye devam! Çünkü bunun bir meydan okuma olduğunu bilerek çıktık yola!