Selâhaddin Çakırgil
Bu "zehir-zıkkım" sözler, nasıl 'tezaqqum' olunacak?
Harâmî paylaşmalarını veya içki sofralarını anlatmak için, eskiler, 'tezaqqum' ediyorlar, zıkkımlanıyorlar' deyimini kullanırlardı.. Şimdi, yeni bir 'zıkkım' lafı düştü gündemimize..
Sahi, bu 'zehir-zıkkım' laf, nasıl 'tezaqqum' edilecek, zıkkımlanılacak, yutulacak?
Nedir bu, YÖK'ten, YÖK başkanlarından ve daha nicelerinden, milletin çektiği..
Hani birisi benzeri yığınla kurumlar için, 'Yahu, kapatalım gitsin, şu zıkkımları..' dese, yer yerinden oynar.. Ama, millete, 'yüce-müce..' gibi laflara sarmalanarak takdim olunan nice kurum, kadro veya kişiler için de, millet, içinden binlerce kez aynı lafı ediyor.. Hele de, ceplerine irin gibi akıtılan yüksek maaşlarla oturdukları nice yüksek makamlarda, milletten hiçbir temsil yetkisi almadıkları halde, yaptıklarını bir 'harâmîler çetesi' mantığıyla ve amma zâhirde, 'kanun adına, millî egemenliği kullanan yetkili kurullar adına..' diye tezgahlayıp, fiilî ve hukukdışı bir iktidar yetkisi kullanan kurum veya kişiler karşısında da, millet, 'zehir-zıkkım olsun inşaallah..' beddualarını devamlı tekrarlamıyor mu?
Çaresizlik içinde söylenen bu gibi bedduaların hiçbir etkisinin olmadığı mı sanılır?
Ama aynı laf, milletin kendi bağış ve emekleriyle bizzat yaptırdığı ve fukara çocuklarını, sevab ümidiyle okuttuğu bu mektebler için söylendiğinde, konu sadece Abdullah Gül'ün getirdiği birisi eliyle, kendisine gol atılması gibi değerlendiriliyor ki, haksız da değiller..
Evet, YÖK Başkanı Prof. Yûsuf Ziyâ Özcan'ndan söz ediyorum.. İlk gelen haberlere göre, üniversitelere girişte bir büyük ve yaygın zulüm halinde uygulanan katsayı konusu, Meclis'in Eğitim Komisyonu'nda tartışılırken bir ara verilmiş ve o arada, Özcan, özel sohbette ilginç değerlendirmelerde bulunmuş ve 'kaldıralım bu zıkkımları..' demişti. Hedef, katsayı gibiydi.
Ancak, bu sözün daha sonra, Özcan tarafından İmam-Hatib Okulları için söylendiği ileri sürülmüş ve 'kapatalım bu zıkkımları' şekline dönüşmüştü.. Aktaran da, CHP m.vekili Muharrem İnce idi.. İster istemez, tahkiki daha bir gerekiyordu..
Ama, önce Prof. Özcan'ın katsayı uygulaması hakkındaki önemli görüşlerine değinmek, konunun o noktaya nasıl geldiğini anlamak gerekiyor: Diyor ki, Özcan: '"Bu iş tamamen Kemal Gürüz'ün uydurması.. Katsayı, çocukların bir bölümünü cezalandırmak için getirilen bir uygulama. Bu nasıl bulunmuş biliyor musunuz? (") Gürüz, bu okullarda okunan kitabları bir yanına almış, diğer yanına düz liselerin kitablarını.. Bakmış demiş ki, bunların okuduğu bölümlerin yüzde 40'ı genel, yüzde 60'ı ise meslek alanlarıyla ilgili. Meslekte olanları yüzde 4 ile çarpalım demiş, diğerlerini yüzde 6 ile. Böyle haksızlık olamaz. Yönlendirme kabiliyete, yeteneğe göre olmalı. Babası çocuğunu motor bölümüne veya İmam-Hatib'e kaydetmiş. Çocuğun kabiliyetini baştan nasıl sınırlayabiliriz. İmamlık yeteneği diye bir şey mi var? Bir aile çocuğunun biraz daha fazla dini eğitim almasını isteyebilir, bir başkası istemeyebilir. Yani biraz daha fazla dini eğitim almış çocuğu, şu alanlara gidemezsin diye bizim sınırlama hakkımız yok. (İnce'nin 'Yani, hadis okuyan doktor, öğretmen mi olsun?' sorusu üzerine) Olsun tabiî. Bunu biz sınırlayamayız. Biz kimiz ki, çocukları sınırlıyoruz. Milletvekili olarak sizin de bu hakkınız yok, benim de yok. Ne alan kalsın, ne ağırlık. Bunların hepsini kaldıralım. (") Benim imam-hatible ilgim yok. 5 çocuk yüzünden 95 çocuğu cezalandırmayalım. Bu zıkkımların adını değiştirebiliyorsak, onu da yapalım. Düz lise yapalım hepsini.' İşte burada, 'zıkkım'ın İmam-Hatib'ler için kullanıldığı anlaşılıyor. Hâdi Özışık'ın dün Star'da yazdığına göre, Özcan, telefonda, o sözlerini tekzib değil, tevil etmiş:
-(...)Hocam nedir bu zıkkım lafı?
-En sevdiğim laftır zıkkım. (") Evde çocuğuma söylerim 'bırak şu elindeki zıkkımı' diye.. Öğrencilerime çok sık kullanırım. Yakın arkadaşlarım bilirler bu kelimeyi sevdiğimi.. (") Sayın İnce sordu, ben de rahat konuştum, kapatalım gitsin bu zıkkımı dedim. (")'
Doğaçlama konuşurken, patavatsız sözleriyle bilinen Özcan'ın bu beyanının samimî olduğuna kaanîim.. Ama, bu noktada, üzerine yine de başka bir yükümlülük düşmekte.. Demelidir ki:
-Bir söz ki, benden sâdır olmuştur, onun uğrunda şerefimi, haysiyetimi, hayatımı ortaya koyar, bedelini öderim.. Bir resmî olmayan bir sohbet ânında, günlük konuşma alışkanlığı içinde, zıkkım kelimesini gelişi-güzel kullanmak gibi bir frensizlik sergilediğim için, o okulları, nice emek ve alınterleriyle meydana getirmiş olan halkımdan özür diliyorum!'
Böyle bir itiraf, onu yüceltir.. Yoksa, o, ne yapması gerektiğini takdir edecek kadar zekîdir.
*BU 'ZIKKIM' KELİMESİNİ ÇOK SEVEREK, BİZ DE NİCELERİ İÇİN..
Evet, bu 'zıkkım' kelimesini sevdiğimizi söyleyerek, nice 'zıkkım' kişi, kurum ve hattâ kavramların sosyal sahneden ve milletimizin hayatından çekilmesini isteyemez miyiz?
Gerçi, günlük konuşmalarda bu gibi kelimeler ve hattâ maalesef çok çirkin sözler de çoğumuzun dudaklarından dökülmekte.. 'Zehir-zıkkım olsun aldıkları, yedikleri.. Zıkkımın kökünü yesinler..' gibi lafları duymadığımız gün yoktur, neredeyse..
750 yıl önce Yûnus'un, 'Yedikleri yoğsul eti, içtikleri kan..' dediği taife, bugün de yok mu? Ama, Prof. Özcan o sözü sevimli bir muhteva ile algıladığını ve kullandığını söylüyor.. Bizim de, kendilerini hukuk üstü zanneden, dokunulamıyan, özerk bilen, mevcud düzenin koruyucusu, gözcüsü, hattâ devletin sahibi bilen nice kurumlar ve kısaca 'taife-i laicus' deyimiyle özetleyebileceğimiz kadrolar için ve meselâ birileri için de, aynı 'sevimli' muhteva içinde 'zıkkım' desek, zamânenin Abdurrahman Çelebisi kendisine de hakaret edildiği iddiasıyla, bizim de ağzımızın kapatılması için, bize de dâvâ açmaz mı dersiniz?
*Zıkkım, zaqqûm'un bozuk telaffuz şeklidir.. (Bize latin alfabesini dayatan bir anlayışın uzantıları, şimdilerde latin albafesindeki hangi harfleri kullanamıyacağımızı da dikte etmeye yeltenerek, (x, w, q) gibi latin harflerini yasaklamak isteseler bile, ben bu 'zıkkım'ın doğru telaffuzu için, gerekliği gördüğümde, o harflerden faydalanacağım..)
'Zaqqûm', Kur'an'da, Cennet'teki 'Tûbâ' ağacının Cehennem'deki karşılığı olarak geçer, Saffât, 62-67'de.. Zaqqûm, 'Cehennem'in dibinde bitişip yetişen bir ağaçtır. Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir . (Cehennem'dekiler) ondan yerler ve karınlarını ondan doldururlar.. Sonra, o yemeğin üzerine onlar için, kaynar su karıştırılmış bir içki vardır..'
Duhân, 43-46'da da, 'Şübhesiz, zaqqûm ağacı, günahkarların yemeğidir.. O, karınlarda maden eriyiği gibi, suyun kaynaması gibi kaynar..'
Dünyada da, 'zaqqûm'a benzetilen ve ağır kokulu çiçeklerinin koklanması tahammül isteyen ve yaprakları zehirli olan bir bitki şekline de 'zıkkım' denilir.. Ben o 'zıkkım'lardan bir demet derleyip birilerine sunmak istesem, Özcan, belki de sıraya bile girmezdi.. Umarım, özür diler..
Evet, birileri, millete böyle bakar da, millet onlara farklı mı bakar? Resul-i Ekrem (S) için, Ebû Cehîl, 'O, dünyanın 'en çirkin insanı' demişti; övecek değildi ya..
Bu yazı toplam 1403 defa okunmuştur