Mehmet GÖKTAŞ
Büyük davalar fedakârlıkla yürür
Uhud savaşının son anlarıdır. Müslümanlar galip durumdayken tepeye yerleştirilen okçuların ganimet için bulundukları yeri terk etmeleri, elli kişiden sadece on kişi kalmaları, bunu gözetleyen Halid bin Velid komutasındaki Kureyş süvarilerinin arkadan saldırısıyla Müslümanlar mağlup duruma düşmüştür.
Başta Hazreti Hamza ve Musab bin Umeyr olmak üzere yetmiş güzide sahabi şehid olmuştur. Daha da önemlisi, Müslümanların dağılışını fırsat bilen Kureyş saldırganları tamamen Rasûlullah’a (s.a.v) yönelmişler, Onun bulunduğu noktaya hücum etmişler, Onu öldürmek için kendi aralarında yeminleşmişler ve saldırı üstüne saldırı düzenlemişlerdir.
Bu saldırıları püskürtmek için bir avuç sahabe Onun etrafında pervaneler gibi dönmüş, sadece o noktada on civarında şehid vermişlerdir.
Buna rağmen Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz çeşitli yerlerinden yaralanmış, arkadaşlarının omuzlarına yaslanarak Uhud kayalıklarına çekilmiştir. Orada birazcık kendisine gelince:
“Hanginiz bana Sa’d bin Rebi’ hakkında haber getirecek, ölüler arasında mıdır, diriler arasında mı? Kâfirlerin içine çok yaman dalmıştı, buyurdu. Orada bulunanlardan Übey ibn Ka’b, -Ben haber getiririm, diyerek Rasûllah’ın (s.a.v) eliyle gösterdiği tarafa gitmiş ve Sa’d bin Rebi’i (r.a) aramaya başlamış, sonunda bulmuştur. Vardığında göğsü körük gibi inip kalkıyordu, kanlar içindeydi, vücudunda yara almadık bir nokta kalmamıştı. Übey ibni Ka’b:
“Beni Rasûlullah (s.a.v) gönderdi, sana selam söyledi, durumunu haber vermemi istedi, dedi. Sa’d bin Rebi’ son olarak bütün gücünü toparladı ve: -Benden de Rasûlullah’a selam söyle: Allah Onu peygamberlerine verdiği sevapların en güzeliyle mükâfatlandırsın, O gerçekten görevini yaptı, risaletini bize tebliğ etti, bizler şahidiz. Benim kavmim olan Ensar’a gelince! Eğer onların gözünde kirpiklerini açıp kapayacak kadar güç ve dermanları olduğu müddetçe Rasûlullah’a bir zarar gelirse, Onu koruyamazlarsa vallahi bunun hesabını veremezler, buyurdu ve gözlerini yumarak şehid oldu.
Rasûlullah’ı (s.a.v) korumak onun için her şeydi. Çünkü Sa’d bin Rebi’ Akabe tepesinde biat eden ensardandı, onun aklı fikri: “Eğer bir gün sen Mekke’den sürülüp çıkarılırsan, Medine’ye geldiğinde seni kendimiz gibi, canımız gibi koruyacağımıza dair sana biat ediyoruz!” diye verdiği sözdeydi.
Aynı şekilde Uhud günü Rasûlullah’ın (s.a.v) etrafında pervaneler gibi dönerek savaşan ve sonunda şehid olanlar da o sözü verenlerdi. Evet, Uhud savaşında yetmiş kişi şehid olmuştur. Fakat bunlardan bir kısmı özellikle Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz yaşamalıdır, Onun yerine biz ölmeliyiz düşüncesiyle şehid olmuşlardır.
: “Ölünecekse Onun yerine biz ölmeliyiz, kesinlikle O yaşamalıdır…” düşüncesiyle şehadete atılanlar îsar konusunda zirveye ulaşanlardır.
Aziz İslam davası îsar ehlinin omuzlarında yüksele gelmiştir hep. Fedakâr Müslümanlar da diyebiliriz bunlara. Çünkü hiçbir dava, sıradan normal çalışmalarla yükselemez, mutlaka fazladan fedakârlık ister.
Zaten İslam Davası bugün belirli bir seviyeye gelmişse, elbette bu şekilde fedakârlık erdemine sahip olanların sayesinde gelmiştir
İslam davası için malını ve canını feda edenlerin yanı sıra bir de vaktini feda etmek bazen maddeden daha öne geçmektedir. İyice dikkat ederseniz, bugün ömrünü, yani vaktinin tamamını İslam Davası uğruna adayanlar, full time İslam’a çalışanlar, İslam’a çok daha fazla katkıda bulunmaktadırlar.