Selâhaddin Çakırgil
Çarşamba Sohbetleri, Okuyucularla Hasbihal- 16-
Kerim Turan:28 Haz., (’Bedeli her ne olursa olsun..’ başlıklı yazı üzerine..) Yazınızda, Cumhûri-i İslamî gazetesinin başyazısından aktardığınız cümleler gerçekten de İslam kardeşliğinin tesisine hizmet etmez. Ama aynı gün, medyada, İran’ın Türkiye b.elçisi Ali Rıza Bigdeli’nin 27 Haz. akşamı ’Diplomasi Muhabirleri Derneği’ üyelerine verdiği iftardaki konuşmada olumlu şeyler söylüyordu.
O sözlere nasıl bakmalı, diplomatik taktik mi, samimî duygular mı?
*SEÇ: İran b.elçisi’nin‚ ’Suriye sınırında oluşturulan Kürd Koridorunun Türkiye’ye kurulan komplo olduğunu’ söylemesi, ’Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması için Türkiye ve İran’ın, işbirliği yapması gerektiğini vurgulaması, ’Bize göre Suriye’deki çatışmaları Türkiye hudutlarına doğru uzatmak komploların bir kısmını oluşturuyor..’ demesi; Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmaması halinde, oradaki sıkıntılardan, hem İran ve hem de Türkiye’nin zarar göreceğini söylemesi elbette doğru tesbitler..
Bu sözlerin ne kadar samimî olduğu hususuna gelince.. Kalblerde olanı okumak durumunda değiliz.. Aksine açık şer’î ve mantıkî deliller yoksa, muhataba inanmak, ’Beraet-i zimmet asıldır’ kuralının gereğidir, beşer ilişkileri başka nasıl sağlıklı kurulabilir.
-Yavuz Özdemir: Cumhurbaşkanının 30-40 kadar ilim adamına verdiği bir iftara harcanan para, Doğan medyasında, 78 bin kişiye fitre olurdu diye gösterilince.. Tayyîb Erdoğan’ın bizzat açıklama yapması, onun küçük düşürülmesi değil mi?
*SEÇ: Niye öyle olsun.. Bizzat Cumhurbaşkanının cevab vermesi bir de doğru olandı. Onun yerine başkası açıklama yapsaydı o kadar etkili olmazdı.. Kaldı ki, o protokol adamı değil, halkın içinden, cumhurun başkanı olarak, hesabını cumhûra veriyor ve ’Harcanan para, 3390 liradır ve ferd başına 30 liralık bir yemek verilmiştir’ diyor. Net açıklama.. Ne güzel..
-ramazand: 28 Haziran, Siyaset üzerine özellikle dış politika üzerine yorum yapmak benim gibilerin haddi değil ama az da olsa bir yorum yapmak istiyorum. Bölgeyi karıştıran Amerika yani çıbanın başı o, Amerika olmadan ne IŞİD olur, ne PKK/PYD, ne HDP, ne Esed, ne Sisî! Hepsi bir blok ama karşısında tek bir Türkiye var.
Bir diğer konu da şu: Seçimden sonraki ortam Türkiye tarihindeki ilk en kaotik ortam, böyle bir ortam daha önce yaşanmadığından muhalefet partileri acemice davranıp seçim gecesi mantık yerine duygularını serdettiler.. Türkiye tarihindeki yaşanmış tüm kaotik ortamlarda asker de vardı. Yanlış olsa bile, itme gücü vardı, yanlı da olsa hakemdi. O yüzden ilk sivil karmaşayı yaşadığımızdan ne yapacağımız bilemiyoruz.
-Mumtehine: 28 Haziran, (’IŞİD’in kan manyaklığı ve yine Kobani ve yine tehdidler’ başlıklı yazı üzerine..) Önce ABD çıkarılsa denklemden; IŞİD benzeri örgütler silinir gider. Türkleri kürtlere düşman eden zihniyet bu sefer de arapları kürtlere düşman ediyor; saf kürtler de, ’Biji Obama!/ Yaşasın Obama!..’ deyip kendi katiline sığınıyor.. Öncelikli yazılarınız Amerikan karşıtlığı olmalı.. O Ortadoğu’da olduğu müddetçe ümmete asla rahat olmayacak..
*
-Mustafa Doğan: 27 Haziran, kürd ırkçıları da, türkçü kemalist ideolojiden aldıkları teorilerin rehberliğinde adım adım ilerliyorlar. Buk konuda, Beyaz Türklerle ve İslamî olduğunu iddia eden ve Kürt kavmine bakışı sorunlu olan Cemaat’in de onlarla omuz omuza çaba harcamaları ilginçtir. Batılı efendileri, geçmişte Hicaz‘da Şerif Hüseyin‘e neyi vaad ettilerse, aynı vaadi aldıklarından sadece görevlerini yapıyorlar.
-sinan aslan: June 26, (26 Haziran tarihli ve ’Dev’ler su başlarını tutmuş, başlıklı yazı üzerine..) ’Tek millet’ derken kasdedilen gerçekten „ümmet- islam milleti“ ise, neden C.B.Sarayı‘ndaki karşılama törenlerinde birçoğu şaman olan 16 türk devleti temsil ediliyor. Ya da neden sadece türkçeden başaka dillerde anadilde eğitime izin verilmiyor?
*SEÇ: İslam öncesi bazı devletlerin de tarihî arkaplan olarak benimsenmesi, yanlış bir yaklaşımdır. O yanlışlardan dönülmesini, şahsen de isterim. Ama, Tayyib Bey, ’tek millet’ derken, neyi kasdettiğini zaten kendisi izah ediyor ve her türlü etnik yapıya rağmen, aynı temel değerler etrafında bir ara gelmiş bütün kavmî unsurlara işaret ediyor. Söz esastır.. Herkesin anadilinde eğitim görmesi hakkının tanınmasını da inancımın gereği olan bir temel hak olarak görüyorum. Her ebeveynin, çocuğuna istediği dilde eğitim verilmesini istemek hakkı konusunda bir takım engeller varsa da, geçmişe göre epeyce bir yol alınmıştır, inşallah, öteki engeller de bertaraf olacaktır.
Ancak son 10-12 yıl içinde hangi zorluklar aşılarak bugünkü noktaya gelindiği ve 100 yıla yaklaşan bir inkarın yerine bugün daha makul bir noktaya ulaşıldığı da görmezlikten gelinmemelidir. Olumlu işlerin daha fazlasını istemek yanlış değildir, ama, bu düzenlemeleri yapanların sadece bir bölgenin veya bir etnik grubu değil, bütün ülkenin dengelerini de gözönünde bulundurması gerekmektedir. Yoksa, daha, yığınla yanlışlar hâlâ da var..
-celil: 28 Haziran, kürt sorunu hakkında ne düşünüyorsunuz? ya da kürt sorunu bitti mi? Bittiyse hangi haklar verilerek bitirildi? Bitmediyse sizin çözüm önerileriniz ne? Anadilde eğitim ve Roboski olayıyla ilgili görüşleriniz nelerdir?
*SEÇ: Bu konu hakkında 40 yıldır yazdıklarım ortadadır. Onları tekrara bu sütunlar yetmez. Galiba, bu satırların sahibini yeni izliyorsunuz. Bilgisi olanlardan gerekli izahı alabilirsiniz.
*
Sahir Orakçı : Ekranların çok izlenen isimlerinden N. Hatiboğlu hoca ’İslam’ın güzelliğine bak Hz Musa’yı da, Hz. İsa’yı da kabul ediyor. Hz. İsa‘yı bütün yüreğiyle anlatan bir mümin olarak ben yahudi din adamlarından ve Özellikle Papa‘dan ’Siz Müslümanlar nasıl Hz. İsa‘ya iman ediyorsanız, biz de Muhammed‘in peygamber olduğunu kabul ediyoruz demesini beklerdim.’ dedi, geçenlerde.. Ben doğru da, yanlış da diyemedim. Ne dersiniz?
SEÇ: Eğer öyle denildiyse, bir yanlış muhakeme sözkonusu.. Hristiyanlar da yahudilere ’Biz Musa’ya inanıyoruz, siz de İsa’ya inanıverseniz n’olur..’ diyorlar. Halbuki inanacak olsalar yahudi olmazlar. Müslümanlar da yahudi ve hristiyanlara öyle bir sual soramazlar. Çünkü, önceki ilahî peygamberleri lutfen değil, inancımız gereği kabul ediyoruz. ’Başkaları da bizim peygamberimizi kabul ediverseler n’olur?’ yaklaşımına ihtiyaç ve gerek yoktur..
-Selim Taşçıoğlu: Ş. Tayyar isimli AK Parti m.vekili, Abdullah Gül’e, ’Seni bu parti bakan yaptı, başbakan yaptı, cumhurbaşkanı yaptı, daha ne istiyorsun? Niye partinin iç işlerine karışıyorsun..’ diyor. Aramızda arkadaşlarla konuşup tartışıyoruz.. Kimimiz ona hak veriyor, kimimiz de eleştiriyoruz.. Ne dersiniz?
*SEÇ:Doğrudur, Abdullah Gül, AK Parti iktidarı sâyesinde Bakan olmuştur, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmuştur. Ama, o hareket de, Abdullah Gül ve Tayyib Erdoğan gibi isimler eliyle kurulup yükselmiştir. Yani, yumurta-tavuk mes’elesi gibi bir durum..
Ayrıca, Gül veya diğerlerinde,’bir liyakatı yok idiyse, o kişileri o makamlara niye getirdiniz?’ derler insana.. Bu soruyu soran m.vekiline de, ’O parti seni m.vekili yaptıysa, karşılığında bir şükran borcu olarak, bütün iradeni, partiye mi devredersin..’ diye sorulsa, ne der?
*
-Ramazan: 24 Haziran, ’Gönül isterdi ki Şeriat olsun ve biz de dinimiz özgürce yaşayalım.’
*SEÇ: Dinin özgürce yaşanması ne demek? Başkaları mı sağlıyacak bunu bize.. Yoksa biz bunu kendi irade gücümüzle mi elde edeceğiz? Gerektiğinde, dârağacına gitmeyi de göze alan ve hattâ bunu cana minnet bilenler için, o dârağacı da, inancın özgürce yaşanması örneğidir.
-Mustafa Yerköylü : Bir arkadaş, ’Kimse kimsenin oruc tutup tutmadığına karışamaz. Ama, karşılıklı saygı da gerekir. Oruç tutmayanlar da oruç tutanlara saygı göstermeli değil midir? Oruç tutmayanlara karışan yok.. Yiyor, içiyorlar.. Bizim de oruç tutarken rahatsız edilmemek hakkımız vardır. Biz de, aynı hakkı kullanıp, bizi rahatsız edenleri protesto etsek diyorum.. Onlar oruç tutanlara dolaylı baskı uyguluyorsa, biz de onlara dolaylı baskı uygulayalım, desek..’ diyor.. Sanki onun paraleline düştüm, hoşuma gitmedi değil..
SEÇ: Böyle bir şey kesinlikle yanlış olur. Oruç tutuyoruz diye başkalarından saygı bekleyemeyiz.. Zorla saygı istenmez. Buna ihtiyacımız da yok.. 18 Haziran günlü Diriliş Postası’nda, ’Lafın Kısası’ sütununda yazılan bir notu aktarmakla yetineyim: ’Oruç, Allah rızası için yapılan çok yönlü bir ibadettir. Oruç tutuyorum sinirlerim gerginim diye sağa sola sataşmayın. Oruç tutan demek, bütün insanlık adına aç kalan kahraman demek değildir. Oruçlusunuz diye dünya size taviz vermek zorunda değil. Bilakis siz oruçluyken daha toleranslı olmalısınız.
Müslüman, unutma; Oruç sadece Allah rızası için tutulur ve hiç kimse, oruç tuttunuz diye size borçlanmaz. Oruç tutarken bütün dünya adına fedakarlık yapan kahramanlar olmuyoruz. (…)Hiç bir İslami kaynakta, oruç tutmayanlara sataşarak takva ve sevab kazanacağımıza dair bir bilgi yok.(…)’
*
-Süleyman Pekmezci: Bir tarihçi yazar var.. Geçmişte çok fayadalandık. Şimdi yaşı epeyce ilerledi.. Tv. proğramlarına çıkıyor. Ne Necib Fazıl kalıyor, ne Mehmed Âkif ve hattâ Selahaddin Eyyubî bile.. Onların ’yanlış’larını ağıza alınamıyacak hakaretlerle hissî ve temelsiz suçlamalarda bulunuyor ve önceki dönemlerde dile getirdiği doğruların üzerine bile bir soru işareti koyuyor. Kimse de ’Dur!’ diyemiyor. Kendisine yazık etmiyor mu?
*SEÇ: Allah’u Tealâ, hepimize fikir ve kalb selameti nasib etsin..
-mehmet: 24 Haziran, hayırlı günler efendim. internette sürekli paylaşılan Arakan müslümanlarının resimleri var, doğruluğu nedir, biliyor musunuz, eğer doğru ise bu konuyu siz neden gündeme getirmiyorsunuz, merak ediyorum. Tarifinde, vahşet bile az kalıyor.. *SEÇ: Arakan müslümanlarının içinde bulunduğu dram konusuna bir-iki kez değinilmişti. ama, söz ötesinde, yardım kuruluşlarına destek vermek gerekir.
-El’ Huseynî: 23 Haziran, Halkin cogunlugu, demokrasiyi icsellestirme yolunda hizla ilerliyor. İnsan da inancina karsi gitgide yabancilasiyor. İslami kavramlar yerine, yeni kavramlar yerlesiyor. kurd halki arasinda da ’Allah razi olsun, hayirli gunler, hayirli isler’ yerine, ’spas, rojbaş’ turunden kelimeler, bilincli olarak kullaniliyor. Bu, müslümanca selamlaşma cümleleri yerine, türkçede günaydın denilmesi çarpıklığı gibi sözler bilinc altina yerlestiriliyor. kullanacagimiz kelimelere dikkat etmek zorundayiz. İnanç aidiyetimizi yitiriyoruz.
-Şermin: Böyle bir şey olur mu? İnternetlerde dolaşan bir iddia.. Deniliyor ki: ’Suriyelilerin Türkiye’ye gelmesinden AK Parti’yi sorumlu tutan kürd kadınları da AK Parti’ye oy vermediler. Çünkü, kocaları, Suriye’li çaresiz insanlar arasından genç kızlarla beleş evlilikler yaparak, onlara sığınma imkanı sağladılar. Bu durum Güneydoğu’da çok yaygın.. Kürd kadınları da bundan rahatsız oldular, AK Parti’ye karşı çıktılar.. Ne dersiniz?’
*SEÇ: !!!???
dirilişpostası