Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Cepheler ve şehitler

Cepheden asker tabutu gelmesi her ülke için sıkıntılıdır, her ülkenin kimyasını etkiler.

Amerika’da başkanlar Vietnam’dan, Irak’tan ya da başka cephelerden gelecek asker tabutlarını halkın görmesinden hep tedirgin olmuşlardır. Onun için de mesela Trump’ın “Irak’tan Amerikan askerlerini çekme” vaadi, onun seçim zaferinin unsurlarından biri olmuştur. 

Bizim için cephede hayatını kaybeden askerin adı “Şehit”tir. Şehit, Kur’an-ı Kerim’in tebcil ettiği insandır. İnsanımız da cephede can veren evlatlarına böyle bakar ve acısını böyle hazmetmeye çalışır. Ama acı acıdır ve yüreklerde derin bir sızı halinde yaşar durur. 

Herkes mutlaka farkındadır ki Suriye konusu, oradan şehitler gelmeye başladıktan sonra daha bir sıkıntılı hale gelmiştir.  8 şehit, ardından 5 şehit, ardından iki şehit… 

Herkes yine farkındadır ki Rusya ile “idealize edilen ilişkiler”, şehit haberlerinden sonra, en “Rusçu” odaklar tarafından bile savunulamaz hale gelmiştir. 

ABD Suriye temsilcisi James Jeffrey’nin sun’i kaçacağını tahmin etmemesi söz konusu olmayan “Şehitlerimiz” ifadesi bile acılar üzerinden devreye sokulan “şehit diplomasisi”dir.

Şehitlerin Türkiye’yi yönetenleri kaygılandırmaması söz konusu değildir. Şehitlikle ilgili dini literatürü en iyi bilen siyasetçilerdendir Cumhurbaşkanı Erdoğan. Gerektiğinde Kur’an ayetlerini tecvidine riayet edecek kadar düzgün okur. Nitekim katılabildiği şehit cenazelerinde okuyor da. 

Aynı şekilde Arif Nihat Asya’nın “Bir bayrak rüzgâr bekliyor” isimli şiirinde geçen “Şehitler tepesi boş değil” mısralarını da okuyor birçok ortamda. 

Ama görülüyor ki o bile şehit sayısı arttıkça bu mısraları okumakta zorlanıyor. En son İzmir’de, otoyol açılışında yaptığı konuşmada o mısraı “Şehitler tepesi hiçbir zaman boş kalmayacak” şeklinde okudu. Anlaşılıyor ki bu Suriye’de artan şehit sayısını ve başka cephelerden gelenleri içimize sindirebilmemiz için geliştirilmiş bir ifade. 

O konuşmada Libya’dan şehit haberini biraz da söz arasında “Libya’da da birkaç tane şehidimiz var” şeklinde duyurdu. Bu yüzden de buradaki “birkaç tane” ifadesi muhalefet tarafından sorunlu bulundu. (Libya’da şehit olanların sessiz sedasız defnedilmeleri de bir başka sorun oldu.)

Şehit haberlerinin ardından gerek Cumhurbaşkanı gerekse ilgili bakanlıklar (MSB, Dışişleri) karşı tarafa büyük zayiat verildiği bilgilerini paylaşmayı ihmal etmiyorlar. Ancak bu bilgiler, herkes emin olsun ki, şehit haberlerini dengelemiyor. 

Şehit haberi vermenin en büyük zorluğunu herhalde haberi anne baba ya da eşlere, nişanlılara ileten görevliler yaşıyordur. 

Zordur evet şehit haberi vermek.

Şehitler konusundaki zorluğun bir sebebi de bu haberin Suriye veya Libya’dan geliyor oluşudur. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan İzmir’deki konuşmasında, muhtemel ki halkta “Suriye ve Libya’da ne işimiz var?” şeklinde bir algı oluştuğu değerlendirmesinden yola çıkarak şunları söyleme gereği duymuştur:

“Türkiye’nin Suriye ve Libya politikaları ne bir maceradır ne de keyfe kederdir. Bunun için ülke ve millet olarak yeni bir istiklal mücadelesi verdiğimizi söylüyoruz. Bugün Suriye’de, Libya’da, Akdeniz’de vermekten kaçındığımız her mücadele ağır bir fatura ile geri döner.”

Bu coğrafyanın bizim coğrafyamız olduğu ve bu coğrafyada olan biten her şeyin Türkiye’nin güvenliğini ilgilendirdiği inkâr edilemez bir gerçek. Türkiye’nin, sürece bir şekilde etki etmek ve en azından tehlikeleri bertaraf etmek gibi bir sorumluluğu var. 

Herhalde mesele, bu işin nasıl olacağı, ya da maksimum kar, minimum zararla nasıl neticeleneceği ile ilgili. Ya da atılacak adımların Türkiye’nin güvenliğini daha da tehlikeye atıp atmayacağı ile ilgili. 

Şehit haberlerinin herkesi tedirgin etmesi boşuna değil. Aslında endişe sadece şehitlerle ilgili değil. Dünyadan bizi dinleyecek, anlayacak ülke arıyoruz değil mi? Çünkü elimizde dünyayı yerinden oynatacak kapasitede kaldıraç yok. 

Rusya mı stratejik ortağımız Amerika mı? 

Bir merhalede bakıyoruz ki herkes etrafımızdan çekilmiş ya da etrafımıza sokulanlar kendi çıkarlarını bize bindirmeye yönelmişler.

“Savaş”ta mıyız değil miyiz henüz net değil ama Suriye’de, Libya’da, hatta tüm coğrafyada işlerin zorlaştığı bir süreç yaşanıyor. Bir noktadan sonra her davranışın, hatta kitlelerin huzurunda seslendirilen meydan okumaların bile zaaf gibi algılandığı bir zemin oluşabilir. Birlikte yürünecek müttefik kalmayabilir. Yalnızlığın cazibesinin işe yaramadığı günler olur. 

Dünya öyle bir dünya ki “kaygı”yı gözünüzden okurlar ve her adımlarını ona göre planlarlar. Kaldı ki herkes herkesin nerede ne kadar güç kullanabileceğini biliyor. Aman dikkat!

Bu yazı toplam 978 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar