Selâhaddin Çakırgil
‘Cumhuriyet'in diktatörlük günleri ne güzeldi..'
Yarın, 624 yıllık Osmanlı saltanat rejiminin tarihin dehlizlerine gönderilmesinin ve ‘Cumhuriyet’ adı verilerek tesis olunan yeni bir rejimin kuruluşunun 97. Yıldönümü.. O ana kadar, bütün makamlar, maaşlar, rütbeler, harcamalar İstanbul’dan geliyordu.
Yarın, yine ilk günlerdeki gibi, ilkmektep çocuklarına ve de onlardan pek farkı olmayan bir kısım öğretmenlere okutturulan nutuklar tekrarlanacak..
Ancak, bu rejim gerçekten de bir Cumhûriyet rejimi miydi?
Önce bir konuyu açıklığa kavuşturmak gerekiyor.
‘Devlet’ denilen bir sosyal üst-yapı kurumu için 3 aslî unsura ihtiyaç vardır:
1-Başka toplumların hâkimiyetinde olmayan bir toprak parçası, bir coğrafya;
2- Öyle bir coğrafyada, hür ve müstakil olarak yaşama arzu ve iradesi taşıyan bir halk..
3- Öyle bir coğrafyada ve öyle bir halkın benimsediği bir yönetim mekanizması..
Bu üç unsurdan halk biz idik.. Coğrafya da, 900 yılı aşkın bir zamandır, Müslümanların vatanı idi.
Ama, yönetim mekanizması?
Geçmişte, aynı aile içinde dolaşıp duran bir yönetmek iradesinin yerine, adına Cumhuriyet denilince, gerçekten de Cumhuriyet mi olmuştu?
19. Asır Prusya subaylarında, kendilerini toplumu yönlendirmekte ‘yarı tanrı’ gibi görme eğilimi vardı. O gelenek miladî-20. Yüzyıl’ın başında da bir çok toplumda da yaşandı, sadece bizde değil.. Ancak, bu aslî unsurlar bile yok sayılıyor ve ‘cumhuriyet’ ismi verilen yeni rejimin kurucusu, Devlet’in de, milletin de var edicisi, yaratıcısı olarak her şeyi yoktan var eden bir ‘yarı tanrı’ olarak gösteriliyor. Kendilerini, enselerinde çöreklendikleri toplumların ‘Kurtarıcı’sı ve hattâ ’tanrı’sı olarak gören, kendilerini, Nietzsche’nin ‘üstün insan’ zannına kaptırmış tipler.. Stalin’ler, Führer (Hitler)’ler, Duçe’ (Mussolini)ler, Codillo’(General Franko)lar..
Bizdeki örneği Devlet Bahçeli, dünkü konuşmasında, ‘kalbindeki sırrı son ana kadar gizleyen’ diye övüyordu. Bahçeli Bey’e, bugün Macron’a karşı çıkarken, 90- 100 yıl öncelerde, Müslüman toplumlara deli gömleği giydirmeye çalışan yerli Macron’ların daha da beterini yaptıkları hatırlatılsa.. Ne der dersiniz?
Hemen ekleyeyim, bu satırların sahibinin gerçek bir ‘cumhuriyet’ /yani bir halkın ekseriyetinin iradesine göre oluşturulan yönetim mekanizmasının saltanat veya bazı sosyal grupların vesayeti altındaki yönetim sistemlerinden İslâm inanç sistemine çok daha uygun olduğunu düşünüyorum.
Ama, 97 sene önce, ‘Yarın Cumhuriyet’i ilân edeceğiz.. ‘ diyenlerin Cumhuriyet’ten, halkın ekseriyetinin hür iradesine dayalı olarak oluşturulmuş bir yönetim sisteminden haberleri yoktu.
Birileri, ‘Ben yaptım oldu..’ şeklindeki bir jakobenist, tepeden inmeci, dayatmacı ve karşı çıkanların ‘kellerinin koparılacağı’ şeklindeki ‘vecîz’ ifadesiyle..
Ve nice ‘kurtarıcı’ liderlerin herbirisi, bir varmışa- bir yokmuş’a döndü, ama, bir halk, 100 yıla varan bir zaman dilimi boyunca nice acılar, ızdırablar çektikten sonra, hâlâ, 1930’lardaki gibi bir ‘yarı tanrı’ profilinin pençesinden kurtaramadı kendisini.. O ‘yarı tanrı’nın tapıcıları, herhalde onun bile tahmin edemediği boyutlarda bir ‘tanrı’ icad ettiler.
İsmet Paşa’nın hâtırâtından bir bölüm..
‘İttihad ve Terakki’nin öncülüğünde yapılan inkılap hareketi ordunun iştiraki ile olmuştu. İnkılaptan biraz önce ve ondan sonra İttihad ve Terakki ile içinde bulunularak çalışıldı. Kaanun-u Esâsî gelecek ve her mesele hallolunacak kanaati vardı. Bunun dışında, bizim başkaca bir bilgimiz yoktu. (…) Esef etmek gerekir ki, inkılabı yaratanlar, yani bizler, ne kadar kifayetsiz olduğumuzun da kâfi derecede farkında değildik. Müslüman olan ve olmayan milletlerin türlü emellerini ve dışarıdan yapılan tahripkâr tesirleri de bilmiyorduk. İhtilal olduğu zaman her şeyin düzeleceğine kolayca o kadar inanıyorduk ki…’
Burada İsmet İnönü’nün değindiği İttihadçı kafası, 1923’de başka bir isim altında devam etmişti.
Ve 1937’de, İsmet Paşa ile M. Kemal’in arası bozulunca.. İktisad Vekili Celâl (Bayar) Bey’i çağırır: ‘Celal bey.. Dış siyaseti ben belirlerim, elçileri ben tayin veya azl ederim. Ordu komutanlarını ve generalleri de ben tayin veya azl ederim. Maarifin genel müfredatını de ben belirlerim. Valileri ben tayin ve azl ederim. Emniyet müdürlerini, Polis Şeflerini de ben tayin ve azl ederim.
Gerisi, memleketi istediğin gibi idare et Celâl Bey..’
Fransız İhtilâli’nin cumhuriyetçi liderlerinden birisi, son demlerinde kendisini ziyarete gelen eski bir arkadaşına dert yanar: ‘Cumhuriyetin diktatörlük günleri ne güzeldi..’
Bugün niceleri de aynı özlem içinde değiller mi?
Hâlâ, dârağaçları, İstiklâl Mahkemeleri, gardırop devrimciliği uğruna bile akıtılan nice kanlar.. Mâlum sofralarda hangi kararların nasıl alındığı, jandarma uzatmalısı’nın kendisini Devlet olarak gösterip en faşist uygulamalarla bu millete neler yaptıklarını hatırlamadan, Cumhuriyet güzellemesi yapmak isteyenler, devam edebilirler.
‘Yarı tanrı’ dayatmalarını ve kanun adına korunan anayasa ve kanunlarla korunan ve ‘insan hak ve özgürlüklerine aykırı olacağı itirazının yapılamıyacağı’na dair ilkeler, devrimler ve isimler, resimler.. varken.. Gerçek bir ‘Cumhuriyet’ özlemine kavuşamadan gideceğiz vesselâm..
VE, TRT’YE BİR HATIRLATMA:
Sık sık görüşlerine başvurduğunuz bir eski gazeteci, Fransa’yla son zamanlarda yeniden tırmanan gerilimle ilgili olarak dün sabah da konuşturuldu TRT ekranlarında.. Tamam, o arkadaş siyasî ve diplomatik gelişmeleri değerlendirebilir, ama, her konuda onu her konunun uzmanı gibi konuşturursanız, sadece onu güç duruma düşürmekle kalmayıp, bir de milyonlarca insana yanlış bir inanç, düşünce ve duygu telkin etmiş olursunuz.
Bu arkadaş, dün sabahki yorumunda, bizim Avrupalılar gibi olmadığımızı, onların peygamberlerine, saygı gösterdiğimizi, Îsâ, Mûsa, Süleyman vs. geçmiş peygamberlerin isimlerini çocuklarımıza verdiğimizi; aynı şekilde mezheb farklılıkları konusunda da, başka mezheblerin bağlıları gibi olmadığımızı, Ali Osman vs. dünya kadar isimler verildiğini anlattı.
TRT olarak, fikrine müracaat ettiğiniz kişilerin bazan saçma-sapan laflarını milyonlara dinleteceğinize, bu konuda İslâm inancının ve kültürünün gereklerini en iyi anlatmak durumunda olan birilerine, -hattâ büyük ve meşhur isimler gerekmez-, bir kasaba müftüsüne bile sorsanız, size, Müslümanca izahlar yaparlardı.
Başkaları bize düşman olurken, bizim onlar gibi olmadığımızı göstermek için değil, bütün enbiyaullah’ı, ilâhî peygamberleri de inancımızın gereğince kendi peygamberimiz olarak bildiğimiz içindir, biz Müslümanların hürmeti.. Yani, şahsî bir takım faziletlerimizden dolayı değil.. Ve bu, sadece Anadolu’da Müslümanları arasında değil, dünyanın her yanındaki Müslümanların Allah kelâmından aldıkları ölçü ve ilâhî terbiyenin gereği.. Hz. Âdem’den, Nuh’a, İbrahim, Bunyamin, Suleyman, Haarun, Ya’kûb, Davud, vs. bütün peygamberler bütün Müslümanların ortak inanç ve kültüründe insanlığın öncüleridirler.
Bütün dünya Hz. Peygamber (S) aleyhine kampanya başlatsa bile, biz, ilâhî peygamberlerin hiçbirisine asla saygısızlık yapamayız ve bu, şahsî bir meziyet ve fazilet değil, imanî gerekliliğimizdendir.
Bu husus, 1930’larda İslâm’a karşı amansız bir savaş açan mâlûm laiklerin anlayamıyacağı bir ince nokta iken, TRT’nin milyonlara, yanlış mesajlar vermesi, kabul edilecek bir durum değildir.