Hasan Karakaya
Daldan dala, dilden dile... Gülelim mi, ağlayalım mı?
Öyle olaylar cereyan ediyor ki; bazen "acı acı gülüyor" insan...
Bazen de makaraları hepten koyverip, katıla katıla gülüyor...
Hani, derler ya;
"Gülüyoruz ağlanacak halimize!"
Aynen böyle...
DERYA FİYASKOSU!
Gel de gülme...
Londra Olimpiyatları'nda resmen ve alenen döküldük...
Halter'de de yokuz, Yüzme'de de... Bırakın "Altın Madalya"yı, hadi "Gümüş"ten de vazgeçtik, "Bronz"a bile hasretiz!..
Mesela, Millî Yüzücü Derya Büyükuncu'nun durumu... Herkes gırgır geçiyor onunla... 1976'da doğan, daha sonra "yüzmeye" başlayan, yıllarca "Ay-Yıldızlı forma"yı sırtında taşıyan ve devletin "büyük yatırım" yaptığı Derya Büyükuncu, yine becerememiş!..
Üst üste 6 defa "Olimpiyat"ta yarışan, "İlk Türk ve ilk yüzücü" olan Derya Büyükuncu, bu yarışların hiçbirinde "madalya" alamamış... "Olimpiyat"lara katılan her sporcuya olduğu gibi, ona da "60 altın" verilmiş... Anlayacağınız, "Londra Olimpiyatları"nda da sonuç, "fiyasko!"
Hem de;
16 yaşındayken katıldığı 1992'deki Barcelona Olimpiyatları'ndan beri!..
Ama normaldir!..
Sen, "yüzme yarışması" yerine piste çıkıp "dans yarışması"na katılırsan, olacağı budur!..
Onu "ti"ye alanlar diyor ki;
"Derya olimpiyatlarda Türkiye'yi temsil ettiğinde yıl 1992'ydi... O zaman, Turgut Özal Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de Başbakan'dı... Şimdi, yıl 2012... Abdullah Gül Cumhurbaşkanı, Tayyip Erdoğan Başbakan... Derya'da hala tık yok!"
Ama, Derya ile ilgili beni en çok güldüren "espriler" şunlar oldu:
¥ "Birisi şu adama madalya versin de, yüzmeyi bıraksın!.. Yoksa 2020'deki olimpiyatlara katılmaya da kalkışır!"
¥ "Atılan SMS'lerle Survivor'da birinci oldu... Londra Olimpiyatları'nda da SMS atılsa, tüm madalyaları toplardı."
¥ "Derya Büyükuncu, deve güreşi kategorisinde az sonra havuza girecek."
¥ "Derya Büyükuncu, 35 sporcunun katıldığı yarışmada ancak 33. olmuş!.. 34'üncülüğü ise, dört tarafı Çöl'lerle kaplı Arabistanlı yarışçı almış!.. Hah... Hah... Haaa!"
En başta dedim ya;
"Gülüyoruz, ağlanacak halimize!"
Yazık...
"Erdoğan'ın çabaları"na yazık!..
Ne yapsak acaba;
"Türk futbolu" deyip, "yeşil saha"lara "yabancı"ları doldurduğumuz gibi, "mavi havuz"lara da "yabancı"ları doldurup, "övünsek" mi?..
Ya da;
"Çin işkencesi" mi uygulasak?!..
Galiba, başka çare yok!!!
Öyle ya;
"Çin işkencesi" ile yetişen sporcular Çin'e 18 Altın, 11 Gümüş madalya kazandırmışlar!..
HUZUR SOKAĞI EKRANDA
Bu arada, "sevindiğimiz" olaylar da cereyan etmiyor değil...
Herhalde duymuşsunuzdur;
2009 yılında Rahmet-i Rahman'a kavuşan Yücel Çakmaklı tarafından 1970 yılında "Birleşen Yollar" adıyla sinemaya uyarlanan, Türkan Şoray ile İzzet Günay'ın başrollerini oynadığı Şule Yüksel Şenler'in ve belki de Türkiye'nin satış rekorları kıran romanı Huzur Sokağı, 43 yıl sonra "dizi film" oluyormuş...
Feyza ile Bilal'in "ölümsüz aşk"ını anlatacak dizi "Ramazan'ın son haftası"nda Atv'de yayınlanacakmış...
Filmi, Set Film yapımcılığında Şenol Sönmez çekerken, senaryosunu da Funda Çetin kaleme alıyormuş.
Kısaca hatırlatacak olursak;
"74 yaşında" olmasına rağmen, hala "yazı" hayatını sürdüren Şule Yüksel'in romanından uyarlanan dizi filmde; herkesin gıptayla seyrettiği huzurlu bir mahallede yaşayan "birbirine zıt" iki kişinin yaşadığı "zihinsel devrim" ve bu konunun etrafında gelişen "ibret verici bir aşk" anlatılıyor.
Atv'yi de, Şenol Sönmez'i de, Funda Çetin'i de tebrik ediyor ve dizinin başlayacağı günü iple çekiyoruz...
Öyle ya;
Başörtüsü, ilk defa "başrolde" olacak ve ilk defa bir dizide, Selin Demiratar, başörtülü dizi kahramanı olarak karşımıza çıkacak...
Bu vesileyle;
Şule Yüksel Şenler hanımefendiye de, Allah'tan sağlıklı ve hayırlı uzun ömürler diliyor, tıpkı romanı gibi, hayatının da, ahiretinin de "huzurlu" olmasını diliyoruz...
Laf aramızda;
Huzur Sokağı, benim de ilk okuduğum romanların başında gelir... Zaten ne vardı o zamanlar; bir Şule Hanım'ın Huzur Sokağı, bir de Hekimoğlu İsmail'in Minyeli Abdullah'ı... Başka?.. Yok!..
Diziyi çekenler;
İnşallah aslına sadık kalırlar...
BARO'DAN DESPOTLUK!
Gördüğünüz gibi; bazı haberlerden üzülüyor, bazı haberlerden ise seviniyoruz.
Bazen de, saçımızı-başımızı yoluyoruz.
Gelin de, öfkelenmeyin!..
Şu hale bakın;
İstanbul Barosu; "Kasım ayındaki seçimler" öncesinde "2008 yılı taktiği"ni uygulamaya başlamış!..
Ümit Kabasakal mı,
Ümit Kocasakal mı,
Yoksa Ümit Karasakal mı olduğunu bir türlü öğrenemediğim son derece agresif ve itici zat; "Staj Eğitim Merkezi'ne başörtülü sokmama" uygulamasından sonra, "yasağın sınırı"nı daha da genişletmiş!..
Baro, şimdi de "mahkeme dışında" yasak uygulamaya başlamış!..
"Adliye"lerdeki bazı birimlere asılan "uyarı" yazılarında deniliyormuş ki;
"Baro odaları, icra müdürlükleri, mahkeme kalemleri ile cumhuriyet savcılıkları nezdinde görevin kamusal niteliği sebebiyle keşif ve haciz mahallerinde de türban takılmaması gerekmektedir!"
Anlaşılan o ki;
Ümit Kocasakal, bu yasaklarla "seçimi garantilemeyi" hesaplıyor!..
Kabahat onda değil!..
Kabahat, "nasıl olsa kazanamayız" diyerek "oylamaya" gitmeyen mütedeyyin avukatlarda!..
Ve de, Hükümet'te!..
Evet, evet: Hükümet'te!..
Niye mi?..
Bakın, anlatayım...
Malûmlarınız olduğu üzre;
7 Kasım 2010'da İstanbul Barosu için Haliç Kongre Merkezi'nde bir seçim yapıldı ve seçimi "Önce İlke Grubu" adayı Doç. Dr. Ümit Kocasakal kazandı... Böylece, Kocasakal; "televizyonlardaki cazgırlıkları"nın da karşılığını almış oldu!..
Kocasakal, 19 bin 816 avukatın oy kullandığı seçimde en yakın rakibi o zamanki başkan Muammer Aydın'a 1560 oy fark atarak 6 bin 80 oy ile başkan seçildi.
Seçimde Muammer Aydın 4 bin 520, Hukukun Üstünlüğü Platformu adayı avukat Satılmış Şahin 4 bin 55, Çağdaş Avukatlar Grubu adayı avukat Kemal Aytaç 3 bin 247, Katılımcı Avukatlar Grubu adayı avukat Mustafa Kemal Güngör 1236 ve Özgürlükçü Hukuk Platformu adayı avukat Fevzi Çelik 678 oy aldı.
Rakamları özellikle verdim ki; alınan oylar arasındaki "fark" görülebilsin!..
Gördüğünüz gibi;
"Başkan" seçilen aday ile diğer adaylar arasındaki fark 1500-2000 civarında!..
Ama, "6 bin" oy alan grup, "bütün yönetimi belirleme" yetkisi kazanırken, onun gerisinde kalan "toplam 13 bin oy" alan gruplar, "hiç temsil edilmiyor"lar!..
NİSBİ TEMSİL UYGULANSA!
Bu durum;
Özellikle CHP'ye "kapak" olsun!..
Öyle ya;
CHP'nin "yeni anayasa" şartlarından biri de "seçim barajının düşürülmesi" idi ya!
"Yüzde 10 barajı" düşürülsün ki; "daha küçük partiler" de Meclis'te "temsil" edilebilsin istiyorlar ya!..
İşte, tam sırasıdır...
Bu "teklif"in, ilk önce "CHP'nin arka bahçesi" olan "Baro"larda veya "Oda"larda uygulanması gerekir!..
Kaldı ki, bunun için "anayasa"yı değiştirmeye de hiç gerek yok...
Sadece "kanun" değişse yeter!..
"Kanun değişir" de, "Baro" ve "Oda"larda, tıpkı Meclis'te olduğu gibi "Nisbi Temsil Sistemi" uygulanırsa, o zaman "3-4 bin oy" alan "grup"lar, boşa kürek sallamamış, yani, hiç olmazsa, "1 veya 2 üye"lerini yönetime sokmuş olurlar!..
Bana kalırsa;
CHP, eğer "seçim barajının düşürülmesi" teklifinde, yani "temsilde adalet" görüşünde "samimi" ise, bunu; kendi zihniyetindeki "Baro ve Oda seçimleri"nde göstermeli, bir "kanun teklifi"yle, buralardaki "tek ses hakimiyeti"ne son vermelidir.
Öyle sanıyorum ki;
CHP böyle bir "teklif"te bulunursa, Hükümet de bunu destekleyecektir.
Böyle bir "kanun" çıkarılırsa;
Bu kuruluşlarda "seçime giren gruplar" da, aynen Meclis'te olduğu gibi "güçleri oranında temsil" edilirler!..
Mesela Barolar Birliği veya illerdeki "baro" seçimlerine "birkaç grup" katılıyor!..
Ama, ne oluyor?..
Biraz önce ifade ettiğim gibi; "en fazla oyu" alan grup, baroyu "tek başına" yönetiyor!..
Aynen "diktatörlük" gibi!..
Oysa, Meclis'teki gibi olsa, yani "her grubun temsilcisi" olsa, Baro da, TMMOB de, "demokratik bir yapı"ya kavuşur!..
Madem her yerde "demokrasi" isteniyor, buna en önce TMMOB ve Baro'lar gibi kuruluşlar riayet etmeli, "demokrasi"yi ilk önce kendileri uygulamalıdır!..
O zaman "keyfilik"ler de, "dayatma"lar da, "yasakçılık"lar da, "despotluğa varan diktatörlükler" de sona erer!..
Söyleyin Allah aşkına;
Eğer Baro'larda ve Oda'larda "Nisbi Temsil Sistemi" uygulansa, Ümit Kocasakal gibiler bu kadar "faşist", bu kadar "despot" ve bu kadar "ben yaptım oldu"cu olabilir mi?..
İster istemez;
"Denge"leri düşünürler...
Demek istiyorum ki;
"Başörtüsü özgürlüğü" ya "Anayasal bir teminat" altına alınır ve "her yerde serbest" bırakılır ya da Baro ve Oda'lara bir çekidüzen verilir!..
Hükümet, bu işe bir an önce el atmalı bu yasaklara son vermelidir.
Yoksa;
Kafayı yemek işten değil!..
Peki, sizler ne dersiniz?..
Gülelim mi, ağlayalım mı?!?..
Annan'ı da al git!
Birleşmiş Milletler'den, öteden beri hazzetmemişimdir... Ne zaman Birleşmiş Milletler'den söz açılsa, "Beşli Çete'nin fino köpeği" derim... Öyle ya; ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin onay vermezse BM'den karar çıkmıyor... Onlar istediği zaman da; BM, hemencecik "Saldır Co" kararı alabiliyor. Irak'ta böyle oldu, Afganistan'da böyle oldu, bazı ülkelerde böyle oldu...
Dedim ya, BM'den hiç hazzetmem... Onun Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan'ı ise hiç sevemedim... Bu adam nereye el attıysa "fiyasko"yla sonuçlandı, hangi meseleyi çözmeye kalksa, eline-yüzüne bulaştırdı...
Malûm, "Kıbrıs" için barış planı hazırladı...
Bu plana uyan KKTC oldu ama kazançlı çıkan Rumlar oldu!..
Suriye için 6 maddelik plan hazırladı... Plana uyan "muhalifler" oldu ama "katleden" taraf Esed ve katilleri oldu!.. Sonunda, zaten kendisi itiraf etti: "Planım tutmadı, özür dilerim!"
Neyse ki, önceki gün "istifa" etmiş... 31 Ağustos'tan sonra "görevi bırakacağını" açıklamış... Sormuşlar kendisine; "Sizin yerinize kimi getirirler?" O da cevap vermiş; "Benim gibi dünyada çok deli var, birini bulurlar!"
Bence BM, hiç de yeni bir temsilci aramasın... Tam aksine; Annan'ı da alsın, gitsin, kendini lağvetsin!.. Zaten, gereksiz bir kuruluş!..
yeniakit