Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Dar-ul acaib

Bugün bizim halimizi en iyi ifade eden kavram bu olsa gerek.

İslam toplumunda aslolan toplumun halidir. “Bir topluluk kendini değiştirmeden Allah onlar hakkındaki hükmünü değiştirmeyecektir.” Yoksa tek başına bir yönetici ya da yönetim bir toplumu kurtaramaz. Bu başa geçen kişi bir “Peygamber de olsa”. Peygamberler “Kurtarıcı” değil, “Kurtuluşa çağıran kişi”dir. Ne kalplerin tasarrufu, ne de “göklerin hazinesinin anahtarı, ordularının komutası” onların ellerinde değildir. Temel anlayış şudur: Karanlık aydınlığın yokluğudur. Işık gelince karanlık yok olur! “Her işin başı Allah korkusu”dur.

İslam toplumunda esasen kişi “İman ettim demekle yakasının bırakılıvermeyeceğini” bilmek zorundadır. Yoksa “Vay o namaz kılanların haline ki” diye başlayan uyarıların muhatabı olabilir. İman eden kişi aklını kullanmak zorundadır. Yoksa Allah onların başına pislik yağdırır. “Şeytan onları eğer Allah’la aldatmışsa” ve onlar bir şekilde zulüm yapıyorlar, haram yiyorlar, fahşa’ya sapmışlarsa Allah onların işlerini sarp dağlara sardıracaktır. Allah, cahil, zalim, fasık, kafir, münafık, müstekbir, müsrif, korkak, hain, müfsid kişi ve topluluklara yardım etmez.

Bizim, başkalarının mal, can, namus, akıl-inanç ve nesline karşı savaş açan herkesle “harb”imiz var. Bunlar ister kişi, ister topluluk olsun. İster içimizde, ister dışımızda olsunlar. Hz. Ömer (RA) “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu / Gelir adl-i ilahi sorar Ömer’den onu” der! İşte ölçü bu.

Biz “Müslümancı” da değiliz, insancı da. Hayvana zulmeden insan maskeli mahluka karşı hayvandan yana olmak adil şahidlik gereğidir. Geç, o kişinin dini, mezhebi, tarikatı, ırkı, partisi, derisinin rengi, cinsiyeti ne olursa olsun!

Haram yiyenler, ister zengin bir işadamı, ister devletin tepesinde, ister bürokrasisinde görev yapsın, ister devletten çalan kişi sivil biri olsun, çaldığı şey ister para, ister makam olsun onlar iki cihanda da mesud olmayacaklar. İki cihanda da zelil olacaklar. Hesabı ahirete ertelenenlerin hesabı daha da çetin olacak. “İyi niyetleri”, kendilerince bahaneleri kurtuluşları için yeterli olmayacak. Unutmamak gerekir ki, cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir.

İşadamları ve siyaset, bürokrasi çevresinden birilerinin  taleplerine uygun olarak soyguna fetva veren Şeyhler, Müftüler varsa bilsinler ki, onlar da, az bir ücret ve/veya menfaat, itibar karşılığı dinlerinden taviz verdikleri için Bel’am taifesinden cezalandırılacaklar. Sui misal misal olmaz. Selçuklu, Osmanlı, Endülüs, Babur, Emevi, Abbasi, Şii üleması’nın belli dönemlerde verdikleri fetvalara dayanarak harama sapanlar için  küçük bir hatırlatmada bulunalım: Sui misal misal olmaz. Her dönemin Belam’ları olmuştur. Devletlerin nasıl yükseldiklerine, nasıl ayakta kaldıklarına ve nasıl yıkıldıklarına bakmak gerek. Boşuna yıkılmadılar. 2. Mahmud en fazla cami yaptıran sultandı, ama hiçbir cami onun adı ile anılmadığı gibi, o camiler de onu kurtarmaya yetmez. Haram para ile ya da sadece şan-şöhret, reklam/gösteriş için inşa edilen yapılar ruhaniyetini kaybeder ve bereket ortadan kalkar. Haram para cüzdanda durduğu gibi durmaz. O parayla alınan ilaçlar şifa vermez. İnsanın ruhu muazzeb olur! “Kem alât ile kemalât olmaz” denmiştir. Temiz hedeflere, temiz yollardan gidilir. Aksi zulümdür. Zulm ile ise abad olunmaz.

Bakın, hiçbir imkanları yokken Hz. Musa’nın önderliğinde İsrailoğulları, Allah’ın yardımı onlara ulaştı ve denizi geçtiler. Ama sonra onlar Allah’ın yardımını kendi soylarına bir ikram olarak görüp, kendilerini “Allah’ın ailesi” olarak tanımlayarak haddi aşıp, Allah’ın ipini bırakınca, Allah da onların ipini bıraktı, hem de büyük kurtuluştan çok kısa bir süre sonra. Ve bu kez başlarında 3 Peygamber olduğu halde, aynı topluluk, 10 günlük düz bir yolu ancak 40 yılda aşabildiler. “Allah’ın ipi”ni bırakan topluluklar için netice bu. Allah’ın yardımı ile lütuf ve ikrama muhatap olsanız da. Ama Eğer Hz. Musa, Hz. Harun, Hz. Yuşa, Hz. Asiye’yi bırakır da başkalarını “dost ve veli” edinirseniz, yola çıktıklarınızı unutur, yolda bulduklarınızla yola devam etmeye kalkarsanız, uyarılara ve eleştirilere kulak tıkarsanız yakınlar uzak olur. Bilelim ki güç ve kuvvet yalnız Allah’ın elindedir.

Devleti yönetenlerin başına öyle kimseler musallat olur ki, onlar melek maskeli Şeytanlardır adeta. Kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyen, helale-harama dikkat etmeyen, amirlerinin emirlerini meşrulaştırmak için hakikati çarpıtan, vahyi, menfaatleri yönünde te’vil eden, menfaatperest ve dünyevi kişilerdir. İster devlet, ister iş, ister STK olsun, çevremize bakalım bakalım, manzara ne? Kovanın dibi delikse o kovada su durmayacağı gibi, haramla delinmiş amellerde de hayır durmaz. Bunları olurken, görüp de seslerini çıkarmayanların da vay haline. Onlar “emri bil maruf, nehyi anil münker” yapmadıkları, haksızlıklar karşısında susanlardan oldukları için o işten yakalarını kurtaramayacaklardır.

Ben dün sözünü ettiğim “Nomokrasi” kelimesi ile ifade etmiyorum kendi dünyamı. Ödünç kavramlarla medeniyet inşa edilmez. Elbette başka uygarlık tecrübelerinden de yararlanabiliriz, ama derme çatma, toparlama yöntemi ile olmaz bu iş. O zaman “Darul acaib” bir iş çıkar ortaya. Şeklen benzese de, ruhu olmaz. İnsan yapımı olan kavramlar ve müesseseler, yine aynı şekilde insan eli ile değiştirilir. İlahi temelli olan kavram ve müesseselerini kaynak, gaye ve usul olarak titizlikle korumamız gerek. İman etmeyen birinin kestiği ve servis ettiği bir mutfak bana haramken, elbette Allah’a adanmış, O’nun adı anılarak yapılan işin en güzel, en mükemmel şekilde olması gerek, ama, elde olmayan sebeplerle mükemmeliyetten uzaklaşmış da olsa onu tüketmek benim için haram olmayacaktır. Bizim halimiz Darul Acaib bir hal aldı. Mesela Suudi Arabistan’ı nasıl tanımlayacaksınız. Ya da söz ve eylem açısından bir sürü tenakuzun yaşandığı birçok İslam ülkesi var. Bazı meselelerde belli hassasiyetler korunurken, bazı meselelerde özden uzaklaştığını gördüğümüz bir çok örnek var. Her iki durum için deliller ortada iken, zorlayıcı şartlar, cahillik, korku sebeblerine dayalı işler hakkında hüküm vermek çok kolay olmayabiliyor. Ama ortada bir “acaiblik” olduğu da tartışmasız.

Bizim her şeyi yeniden gözden geçirmemiz gerek. Tarihi bir övgü ya da sövgü kitabı olarak okumaktan vazgeçelim artık. Haşa Allah’ın yetmeyen gücüne güç, yetmeyen aklına akıl, yetmeyen parasına para yetirecek de değiliz. Allah’ın bana, sana, ona da ihtiyacı yok, iradesini gerçekleştirme konusunda. Biz ise O’nun rızasına talibiz. O’nun rızasına ise, O’nun gösterdiği, Resulullahın örneklediği yoldan gidilir. Allah dilerse kafirleri dahi dinine hizmetkar kılabilir. O’nun bize ihtiyacı yok. Bizim O’na, O’nun rızasına ihtiyacımız var. Yaşadığımız zamana ve mekana şahidlik edeceğiz. “Doğu Roma”yı, “Bilad-ı Rum”u, İslam öncesi uygarlıkları, Batı Roma’yı, Bizans’ı, Ortodoksluğu yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Dârüsselâm’a ulaşmak için ötekilerden önce bizim değişmemiz gerekiyor. Daha akıllı, daha dürüst, daha cesur olmamız gerekiyor. Selâm ve dua ile..

Bu yazı toplam 1041 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar