Hakan Albayrak
Davutoğlu Hakkındaki Şehir Efsaneleri
Davutoğlu, “IŞİD”in “öfkeli gençler” veya “öfkeli çocuklar”dan ibaret olduğunu ileri sürerek bu terör örgütünü masum ve meşru göstermeye çalışmış!...
Nereden çıktı bu? Davutoğlu’nun Ağustos 2014’te (Musul’da “IŞİD” bayrağı dalgalanırken) katıldığı bir televizyon programındaki ‘Irak hükümeti mezhep taassubuyla hareket etmeyip sağduyulu davransaydı işler bu noktaya varmazdı’ meyanındaki konuşmasından çıktı. Oradan bunu çıkarmak olacak şey değildi, ama oldu işte. Söz konusu programda, “IŞİD”e katılan kitlelerle ilgili olarak kelimesi kelimesine şöyle demişti Davutoğlu: “Daha önceki hoşnutsuzluklar, öfkeler, dışlanmalar, hakaretler bir anda büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu. Eğer Irak’ta bizim hep tavsiye ettiğimiz gibi, dostça kardeşçe tavsiye ettiğimiz gibi Sünni Araplar dışlanmamış olsaydı süreçten, bugün Musul ve Anbar gibi ana damar Sünni Arap vilayetlerde böyle bir öfke birikmesi olmazdı.” (Bak şu işe; ne “gençler” kelimesi geçiyor ne de “çocuklar”.)
Bir terör örgütünden bahsederken bu gibi sosyolojik tahlillerde bulunmak, terörün fenalığını görmezden gelmek midir? Terörün sosyal temellerine inmeden teröre karşı doğru dürüst bir siyaset geliştirmek mümkün müdür? Davutoğlu’nun yukarıda mezkûr sözlerine istinaden ‘Davutoğlu IŞİD’e öfkeli gençler / çocuklar diyerek bu örgütü masum ve meşru göstermeye çalıştı’ demek reva mıdır?
Efendim, o televizyon programında “IŞİD”in teröristliğini niye iyice vurgulamamış Davutoğlu! O günlerde “IŞİD”in elinde rehin bulunan 49 vatandaşımızı kurtarmaya yönelik çabalarda gelinen olumlu bir noktayı olumsuza çevirerek bir çuval inciri berbat etmekten kaçındığı için olmasın? Ayrıca, Davutoğlu daha evvel ve daha sonra “IŞİD”in teröristliğini yeterince vurgulamışken ne önemi var ki bunun?
Mesela o televizyon programından bir buçuk ay evvel “Terörle mücadele konusunda hiçbir zaaf göstermemeliyiz. İster El Kaide formunda, ister IŞİD şeklinde olsun terörün her türlüsü, Suriye ve Irak halkı, Orta Doğu halkları ve bütün insanlık için tehdittir.” demişti Davutoğlu. Var mı ötesi?
***
Davutoğlu, “Rus uçağının düşürülmesi emrini bizzat ben verdim” demiş!...
Nasıl yani? İlgili pilot, Rus uçağını hava sahamızda görünce telsizle Davutoğlu’na ulaşıp “Vurayım mı Başbakanım?” diye sormuş ve Davutoğlu da “Vur koçum!” mu demiş? Yoksa pilot kendi komutanına, o da kendi komutanına, o da Hava Kuvvetleri Komutanına, o da Genelkurmay Başkanına sormuş, Genelkurmay Başkanı da Davutoğlu’na sormuş, Davutoğlu “Vurun” demiş, sonra Genelkurmay Başkanı bu emri Hava Kuvvetleri Komutanına, Hava Kuvvetleri Komutanı da pilotun komutanının komutanına, o da pilotun komutanına, o da pilota mı iletmiş? O zamana kadar Rus uçağı mı kalır? Birkaç saniye, belki bir-iki dakika içinde verilmesi gereken bir karardan bahsediyoruz burada.
Davutoğlu tabii ki “Rus uçağının düşürülmesi emrini bizzat ben verdim” demedi. Bu şehir efsanesinin dayandığı açıklama, belirli bir uçağın düşürülmesine değil, genel olarak “angajman kurallarının” uygulanmasına yönelik talimatla ilgili bir açıklamaydı. Kelimesi kelimesine şöyle demişti Davutoğlu: “Son bir hafta içinde özellikle Bayırbucak bölgesinde saldırıların yoğunlaşması üzerine pazar günü yemin törenimizden hemen önce yaptığımız güvenlik zirvesinde de bu husus bir kez daha vurgulanmış, bu gelişmeler eğer Türk hava sahası ihlaline yol açacak bir sonuç doğurursa her türlü tedbiri alacağımız dile getirilmiş ve o toplantıda da silahlı kuvvetlerimize gerekli talimatlar bizzat tarafımca verilmiştir.”
(Davutoğlu başbakandı. Silahlı Kuvvetlerle tabii ki o muhatap olacak, ilgili talimat tabii ki onun ağzından çıkacak ve / veya onun imzasından geçecekti. Bununla beraber, angajman kuralları ile ilgili her karar tabii ki devletin kolektif kararı -Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da kararı- idi. Rus uçağının düşürülmesi üzerine Rusya ile ilişkilerin bir süreliğine bozulmasından sadece ve sadece Davutoğlu’nu sorumlu tutma saçmalığının o kolektif akılda yer alan hiç kimse tarafından tekzip edilmemiş olması enteresandır.)
***
Davutoğlu, Suriye’deki Esed rejimiyle köprülerin atıldığı günlerde “Yakında Emevi Camii’nde namaz kılacağız” demiş!...
Hayır; “Emevi Camii’nde namaz”, Davutoğlu’nun değil Erdoğan’ın bir konuşmasında geçmişti. 5 Eylül 2012 tarihli o konuşmanın ilgili bölümü şöyle: “İnşallah biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camii’nde namazımızı da kılacağız.”
Yeri gelmişken belirtmek isterim ki, Erdoğan’ı o zamanki bu beklentisinden / temennisinden / ümidinden ötürü ayıplamayı ayıp sayarım.
***
Davutoğlu başbakanken Avrupa’nın -bahusus Almanya’nın- dümen suyunda gitmiş!...
Bu saçma sapan şehir efsanesine inananlara, BBC2’nin Avrupa’daki mülteci kriziyle ilgili “10 Years of Turmoil” (Çalkantıyla Geçen 10 Sene) belgeselini izlemelerini tavsiye ederim. Davutoğlu’nun Almanya Başbakanı Merkel ve Hollanda Başbakanı Rutte ile -AB Konseyi Başkanı Tusk’un haberi olmadan- düzenlediği, hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin Brüksel’deki AB Daimi Temsilciliğinde düzenlediği özel bir toplantıda onlara “neredeyse bütün taleplerini kabul ettirdiği” -ve iki hafta sonra o mutabakat çerçevesinde Türkiye ile AB arasında anlaşma imzalandığı- anlatılıyor bu belgeselde. Hadi bakalım; kim kimin dümen suyunda gitmiş?
Şahane bir hikâye bu. Bir gün başka bir yazıda uzun uzun anlatırız inşaallah.
Bu köşe dolup taşar, Davutoğlu hakkındaki şehir efsaneleri bitmez. Bugün buraya sığdıramadığımız şehir efsanelerini de nasipse başka bir yazıda ele alırız.