Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

‘Dehrin ne safâ var aceb, ‘sim u zer’inde..’

Evet, Ziyâ Paşâ böyle sesleniyor 140-150 sene öncelerden..

‘Dehrin ne safâ var aceb, ‘sîm u zer’inde..

İnsan bırakır hepsini hin-i seferinde..

Seyretti hava üzre denir, taht-ı Suleyman..

Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde..’

(Dehr: Dünya, zaman.., Sîm’u zer: Gümüş ve altın.. Hin-i sefer: Yolculuğun sonu..)

***

Bu cihanın ‘sîm u zer’ine bel bağlayanlar komik ve ibretlik duruma düşmüşlerdir, hep..

Ne yapalım ki, halkların kültüründe, güce, ‘zer ve zor’a fıtrî bir eğilim de mevcut olmalı ki, toplumlar, zengin ve güçlüler karşısında iki büklüm oluveriyorlar..

Nitekim kapitalist emperyalizmin en büyük gücü olarak kabul edilen B. Amerika’da bile geniş kitleler, milyarlarca doları olmaktan başka hiçbir özelliği olmayan, kaba-saba bir kişiyi devletin başına, ondaki ‘zer’ gücüne, zenginliğine imrendiklerinden de getirmediler mi?

Son İran Şahı Pehlevî, sarayında birçok eşyanın ve hattâ tuvalet düzeneklerinin bile ‘altın’dan olmasına kendisinin de pek istekli olmadığını ama halk kitlelerinin, altın gücü’ne sahip olanlara daha itaatkâr oldukları bilindiği için bu yola başvurulduğunu söylemişti.

Suûd kralları, hele de Melik Fehd gibi tiplerin sadece saraylarının değil, gemilerinin banyo-tuvalet düzeneklerine kadar her şeyin, tıpkı, görgüsüzlüğün zirvesindeki Brunei Sultanı gibi tipler misali, ‘altın’dan yaptırdıkları biliniyordu.

***

Ne yazık ki, bu durumu müslümanlarda bile görmekteyiz.

Kabe’nin içine girilen tahta kapı da altınla kaplanmış olup, tavaf esnasında insanlar, Hâcer-ul’Esved kadar, altın kaplamalı kapıya el sürmek için de birbirlerini çiğnercesine heyecanlı bir yöneliş içinde olurlar.

Keza, Kabe damının bir kenarında bulunan ve altınla kaplandığından ‘altınoluk’ diye anılan uzantı vardır. Yağmurdan korunmak için Mescid-ul’Haraam’ın eyvanları altına sığınan ihramlı hacılardan nicelerinin,yağmur sularının altınoluk’tan akmaya başlaması üzerine, oraya birbirlerini çiğnercesine yığışmaşı da bir ayrı zayıf tarafımızdır. 

***

İran’da ve Irak’ta, bazı özellikle şiî müslümanların kutsal bildikleri Ehl-i Beyt İmamlarının veya onların aile mensuplarının türbelerinin kubbelerinin ve kabirlerinin som altınla, duvarların billûr aynalarla kaplı olması da bir ayrı konudur. İnsanlar bu mekanlara el sürmeden ziyaretlerinin tamam olmayacağı gibi bir zehabla, o altın veya gümüş kafeslere derin bir huşû içinde el sürerler. 

Bir ünlü ‘şiî hoca’ bunu izah bâbında ‘Şah’lara gösterilen bağlılıktan geride olmadığımızı göstermek için, biz de kendi gönül sultanlarımıza bağlılığımızı bu yolla göstermek istemişizdir, herhalde..’ demişti, özel sohbetinde..

***

Medine’de Mescid-un’Nebî civarında, bir yatsı namazı sonrası, oturup sohbet eden iki azerî müslümandan birisi diğerine diyordu ki:

- Ehmed aga.. Bu Suûdlar muselmandırlar?

- Zâhiren muselmandırlar..

- Bunlar necur (nasıl)muselmandırlar ki, Peygamberin kabrinin üzerini bir yaşil tenekeile kaplamışlar..’

O zaman düşünmüştüm ki, sahi, o mekan öyle düşünenlerin elinde olsa her taraf  ‘altın’dan geçilmezdi, herhalde..

***

Şimdi ‘altın’  çok pahalıya geldiğinden, ‘altın’ı çağrıştıran ve bakır -çinko alaşımı olan ve‘pirinç’ denilen paslanmaz metal alaşımla aynı görüntü verilebiliyor ve amma, aleyhte propaganda malzemesi olarak kullanmalara da vesile olabiliyor.

***

Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki altın görünümlü pirinç kaplamaların da başına gelmiş.. Bu durum, İng. Başbakanı Ankara’ya gelince; İng. medyasına da yansıdı. Bunun bir yaldızlama olduğu biliniyor ama medyaya bir gerçekmiş gibi sunulup, ‘şuyûu vukûundan beterdir’ misali, muhalif unsurların ağzına sakız olabiliyor.

Gönül dünyasında bu gibi eğilimlere itibar etmediği bilinen Tayyip Bey, temenni olunur ki, altın çağrıştıran renklere, sadece Külliye’de değil, bütün resmî binalarda da bir yasaklama getirir.

Hiçbir sim’u zer veya zümrüt, firûze  vs. mücevheratın gözalıcılığı, sâdeliğin çarpıcı güzelliğiyle yarışamaz.

stargazete

Bu yazı toplam 858 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar