Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

“Deizm” “Pozitivizm”in çocuğu mu?

“Gençler Deist oluyor” diye hayıflanıyoruz ya, aslında bu Deizm de, Agnostizm de Pozitivizmin çocuğu. Temelde bu Şeytani aklın kaidesi Rasyonalizm, Pozitivizm, Pragmatizm ve Determinizm üzerine oturuyor. Yani, bir şey aklınıza yatıyor mu, onu deneyleyip, formüle edebiliyor musunuz, yani tekrarlanabilir mi? İhtimal, maliyet ve risk analizi yapabiliyor musunuz, Bu işten bir çıkar sağlayabiliyor musunuz, mesela bu işi güç temini ya da ekonomiye dönüştürebiliyor musunuz ve bunu sebeb-sonuç ilişkisi ile açıklayıp, araştırıp geliştirebiliyor musunuz. Bir prosese tabi tutarak, süreci kontrol edebiliyor musunuz?

Açtığınız okullarda pozitivist kafalı öğreticiler kendilerine benzeyen öğrenciler yetiştiriyorlar. 

Bakın asıl sorun akıllı olmak değil “akılcı” olmak. Müslüman olmak sorun değil, sorun “Müslümancı” olmakta. Pozitif ilimleri kategorik olarak ele alabiliriz, ama Pozitivist olmak ve bu terazide dini tartmak, Allah’ı, resulü, kitabı tartmaya kalkışmak bizi hidayete erdirmez.

Kuşkusuz hikmet mü’minin yitik malı gibidir. Hakikate ulaşmak için gerçeğin basamaklarından yükselirken hikmet olan her imkandan yararlanırız. Ama merkeze aklı, merkeze çıkarı koyarsanız bu yol sizi Hakikate ulaştırmaz.

Ekrana çıkan İlahiyatçının kafası bile Pozitivist bir kafa. “Bilim” diye Pozitivist aklın ürünü bir nazariyeyi mutlak hakikatmiş gibi alıp, Kur’an-ı Kerim’deki ayetleri, hadisi te’vil ederek fetvaya dönüştürebiliyor. Fetva’yı da, o kişinin ferdi mütalaasını, başkalarının kabul etmek zorunda oldukları muhkem bir hükümmüş gibi açıklayabiliyor. Sokaktaki, bu işten habersiz bir kişi de, Fetvası olan bir şeyi caizmiş gibi görebiliyor. Bu kafa ile gidersek, yolun sonunda yasaklayamayacağımız ya da meşru ilan edemeyeceğimiz hiçbir şey kalmaz. Zaten artık Allah’ı (cc), kitabı, resulü, akaidi, her şeyi  tartışabiliyoruz. Bana bir sufi, bir sünni, bir şii, bir selefi, bir de vehhabi, kendini cemaat diye tanımlayan grublardan da birer kişi gelsin, bir konuyu müzakere etsinler de ondan bir sonuç elde edelim, bu mümkün mü? Zaten bizim ittifakımız, ittihadımız vahiy temellidir. Risalet vahiyle sabit bir konudaki hükmün uygulaması, açıklaması ile ilgilidir. Din de “Allah, Resül ve Kitab”la sınırlıdır. Diğer hiçbir şey mutlak değildir, olanlar beşeri yorumlardan ibarettir. Onlar da doğrulanabilir ve yalanlanabilir şeylerdir. Bu temel değerlere aykırı olmayanlar arasından insanlar tercihte bulunabilirler. Mesela parmağı kanayan insanın abdestinin bozulup bozulmaması konusunda, iki karşı görüş vardır. İkisi de aynı derecede doğru kabul edilir. Dileyen dilediğini seçer. Bu gibi konularda bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatini Allah bize öbür dünyada gösterecektir. Bu dünyada tercih ve uygulama konusunda, fetvayı veren ve uygulayanın aklından geçenleri Allah bilmektedir ve hüküm ona göre olacaktır. Zaten nas ile sabit bir konuda da içtihad olmaz. 

Şu da göz önünde tutulmalı ki, içtihad yapacak zatın ilim yanında ehli hal ve akt hali ve Allah’a verdiği söze sadakatı son derece önemlidir. “Beşik üleması”, “Ümera üleması”, “Mütrefinlerden, Müstekbirlerden yana biri” olmamalı. İçtihadlar genellikle kendi zamanının sorununu, o zamana aid bilgi, imkan ve şartlara göre çözen yorumlardır. Bugüne dair yorumda bulunurken dahi, o günkü yorumların delil, usul ve hükmün dayandığı ihtiyaç ve olguların dikkate alınması gerekir.

Bu anlamda “Din büyüklerini İlah ve Rab edinmeme” ilkesine riayet gereklidir. Bu ilke Diyanet ve İlahiyat, ya da Cemaat ve Kanaat önderleri için de geçerlidir. Bunlar bize bir şey söylediklerinde, üzerinde düşünmeden, araştırmadan, sırf onlar dedi diye, o hükmü olduğu gibi doğru kabul etmek, bu onları “İlah: Hüküm koyucu”, “Rab: Terbiye edici” konuma yükseltmek anlamına gelebilir. Yoksa birileri rüşvete, torpile, yetim malına el uzatmaya, zulme, fahşaya fetva verebilir. Geçmişte olan bugünde, gelecekte de olabilir. Ümeranın talimatı her zaman “Ulül emre iteat”ile açıklanamaz. Masiyette iteat yoktur. İteat şartı “Sizden olana”dır. “Sizden olan”, sadece “sizin dininizden olan, ya da sizin kavminizden olan” değil, “sözleşme”ye sadakatla birlikte, yetkisini sizden alan ve size hesap veren, malınızı, canınızı, namusunuzu, aklınızı, inancınızı ve neslinizi korumayı esas alan şarta bağlıdır. Bu şartlar “sözleşme” dediğimiz, yaratılış gayesi olan “Galu bela”daki sözleşme yanında, Dünyaya gönderilme gayesi olan Fıtratın korunması, Vahiyde, Fıtrat yanında, iman edenler ve diğer insanlarla ilişki konusundaki ölçülere bağlılığın ötesinde, “Biad” dediğimiz, kendi aramızda “Cenneti satın alan ahidleşme” ve diğer insanlarla ise, İlahi çerçevenin dışına çıkmadan kendi aramızdaki uzlaşıya dayalı toplumsal sözleşmeye göre olacaktır. Korkarım bu sınırları çok fazla zorladık. “İman ettik demekle yakamızın bırakılıvereceğini sandık ve savrulduk. Bugünkü o pozitivist akıl, bizi Sekülerizmin batağına sapladı. Dünyevileştik. METAryalist olduk. Evet Laikliğe direnirken Sekülarizmin, MATERYALizme karşı direnirken METAryalizmin  kucağına düştük.

Allah’ın dini, yeri-göğü, ölümü ve hayatı açıklar. Bizim yaşadığımız din, karı ile koca arasındaki ihtilafı bile çözmüyor. Din, tarih ve gelenek magazinleşti, içi boşaltıldı, ritüel, seremoni ve ikonalara indirgendi. Dönüştürelim derken, biz de dönüştük, dini de dönüştürdük. Din ve devlet büyükleri, modern dünyanın imkanları, o dünyanın kavram ve kurumları ile konuşuyorlar ve bize ahireti değil, sürekli dünyayı, imkanları anlatıyor ve bize o yönde bir gelecek vaad ediyorlar. Bize ahireti, ahirete giden yolda cihadı, çileyi, sabrı, direnişi anlatmıyorlar. Din servet ve iktidar aracı olarak kullanılıyor bu akılla yetişen insanlar tarafından. Kaderden, rızıgtan, ecelden söz eden yok sanki. Hani Allah bizi mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecekti. Hani olduğumuz gibi idare olunacaktır. Partiler, liderler, kanaat önderleri sanki göklerin hazinesinin anahtarları kendi ellerinde imiş gibi bize gelecek vaad ediyorlar. Sahip olduklarımız ise onların bir atıfeti imiş gibi anlatıyorlar.

Evet, bu akıl insanları DEİST yapıyor. Eğer hiçbir şeye karışmayan, kurguladığı dünyaya sırtını dönüp, onları unutan bir Tanrıdan söz ediyorsanız, Şeytanlar onun yurdunu işgal etti. O zaman ya varlığından haberdar olmadığınız ve sizi unutan bir Tanrı yerine Şeytanla ilişki kurmayı deneyebilirsiniz. Ya da POZİTİF akılla çözemediğiniz bir problem karşısında konuyu araştırılması gereken, şu an için bilinmez olan bir konu olarak görüp AGNOSTİK olabilirsiniz. Bakıyorsunuz, her kafadan bir ses çıkıyor. Dini inanışlar birbirini yalanlarken, aynı dinin mensupları da birbirini yalanlıyorsa POZİTİVİST, RASYONALİST akılla yetiştirdiğiniz, “Allah’ın varlığının delilleri”ni ise Agres Morisson mantığı ile pozitif kurallara bağlama gereği duyuyorsanız o insancık niye SEPTİK olmasın ki! Bu sebebledir ki, İmam Hatipler, İlahiyatlar Deist üretiyor! Özellikle de “PROJE İHL”lerde “Asrın idrakine İslamı söyleten” gençler değil, “Asrın idrakine uygun bir İslam yorumu” geliştiren gençler yetişiyor. PİYASA’nın arzı da, talebi de o yönde çünkü. Oysa biz Köy Enstitülerinden korkuyorduk, onlar bizi laikleştiremedi, ama biz bu sayede Yeşil Seküler bir gençlik ürettik. Şu CoVID süreci bile sadece bedenimizi ve aklımızı değil, imanı anlamda nefsimizi ciddi şekilde hasta etti, yaraladı. Hepsi böyle değil kuşkusuz, ama durum ortada. Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 601 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar