Abdurrahman Dilipak
Depremden ders almak
Derin Gerçekler
Depremden hem maddi, hem de manevi dersler çıkartmamız gerek. Deprem tabii bir afet olmasının yanında, ortaya çıkan felaket, cahilliğin sonucu büyük ölçüde. Ama eş zamanlı bir de ahlaksızlık söz konusu. Yani işin bir de hikmet boyutu var. Halâ karşılıklı birbirini suçlayanlar, aynı zamanda kendi ihmalleri ve yanlışlarını da örtmeye çalıştıkları yönünde intiba bırakıyorlar. Bu yanlışlardan ciddi dersler çıkartmamız gerek.
Artık toprak altından canlı kurtarma işinin sonuna geldik. Artık enkazdan maalesef ceset toplama süreci başlayacak. Ölüm rakamları katlanarak büyüyecek. Canlı kurtulanların ne kadarında kalıcı hasar olacak ya da ne kadarı kaybedilecek bilmiyoruz. Anne-babasız kalan çocukları ayrı bir konu. Bir de seçim konusunda henüz bir karar verilmiş değil. İnşallah bu konu yeni bir polemik konusu olmaz.
Hiçbir şeyin aceleye getirilmemesi gerek ve bu şartlarda hiçbir şeyin gecikmeye, savsaklanmaya da tahammülü yok. Garip bir paradoks içindeyiz. Yaşanan olumsuzlukların tek tek not edilmesi gerek.
Sürecin çok açık ve şeffaf bir şekilde yönetilmesi gerek.
İşin başından beri yanlış giden şeyler var. Bu yanlışlar konusunda karşılıklı suçlamalar yerine, suçlu, ihmali olan kimse cezalandırılmalı.
İnsanımız ilk anda bir şeyler yapmak için kimi yola çıktı, kimi tırlar dolusu yardım toplayıp bölgeye gönderdi. Bu insan kaynaklarını doğru, verimli ve etkin bir şekilde değerlendirilemediği yönünde yaklaşımlarda var. Gönderilen yardımlardan maalesef hedefine ulaşmayanlar olduğu gibi, yağmalanan ve çöp olanlarda göze çarpıyor. Tek başına iyi niyet yetmiyor.
Nedense Kızılay’ın bu süreçte adından pek söz edilmedi. AFAD konusu çok fazla öne çıkartıldı. Hiçbir gerçek, hayalin kışkırttığı talebi karşılayamaz. Politikacılar ve basın kendi kampının propagandası için oradaydı sanki. Bir felaketten siyasi rant çıkartmak değil, ders çıkartmak zorundayız.
Deprem gibi afetler konusunda, elbette enkaz altında kalan çocuklar, hastalar, yaşlılar da var. Ama öte yandan hem afetin yıkıcılığı, trajedinin büyüklüğü belli ölçüde kişilerin ihmallerinin, yanlışlarının faturası olarak da öne çıkabilir. Bir başka şey daha var: tabi afetler, insanların ahlaksızlıklarının, zulümlerinin sonucu bir gazab olarak da gerçekleşebilir.
Bu süreçte büyük bir irtidat da yaşandı. Kaderi istismar edenler de oldu. “Deprem kaderdir” diye, deprem sonucu ortaya çıkan fecaatten sorumlu olanların sorumluluklarını örtemeyiz. Kader, Allah’ın iradesi içinde, onun bilgisi içindedir. Bu anlamda Şeytan'da Allah’ın iradesi içindedir. Hayır ve Şer Allah’ın iradesi içindedir. Mafya da Allah’ın iradesi içindedir. Biz Allah’ın rızasına talibiz.
Birileri yanlış bir kader telakkisine karşı çıkarken kaderi inkâr ediyor ve kadere inanan insanlara karşı aşağılayıcı ifadeler kullanabiliyorlar. Bunların kimi Türkiye’yi yönetme iddiasında, kimi gazeteci-yazar, kimi akademisyen. Bunlar ne Kaderi, ne de Kaderiyeciliği biliyorlar. Kaderi reddetmeyenler de, bütün bu olanları Kader diye geçiştirmek istiyorlar. Bakın iktidar ve muhalefet olmak da kader. Allah kimin iktidar ya da muhalefet olacağını bilmiyor mu? Buna karar veren Allah değil mi? Bu konu da her şey gibi Allah’ın iradesi, bilgisi yaratışına bağlı konular değil mi? Öyle ise seçimin sonuçlarının istediğiniz şekilde olması için niye patırdıyor ve istemediğiniz sonuçlar olunca birbirinizi suçluyorsunuz. Ters giden, yanlış olan, zararla sonuçlanan her şey de kader, yolunda giden de, başarılan da! Ne yani suyu getiren de, testiyi kıran da kaderin içindeydi. Ama Allah’ın rızası şarta bağlı değil mi?
Düşünün, biz bunca zamandır, insanımıza Amentüyü bile doğru düzgün anlatamamışız. Anladıklarını sandıklarımız da, işin özünü, ruhunu kaybetmiş, ya da, ortaya çıkan olumsuzluk konusunda sorumluluktan kurtulmak için kader deyip işin içinden sıyrılmak istiyorlar. İnkarcılar ise, bu yanlış Kader telakkisini kullanarak inanan insanların inancı ile alay ediyorlar.
Partilere bu kadar para veriliyor. Bu kadar üye yapıyorlar. Öyle bir kader varsa, bunca örgüt, bunca üye, bu kadar paraya ne gerek var? Ülke ekonomisi de kader, ''niye ben olmalıyım'' diyorsunuz ki? Nasıl olsa Allah iyilik verecekse size gerek yok. Kim gelse aynı şey olacak.
Hayır, insanlar neye layıksa, ya da imtihanın gereği neyse, Allah ezeli bilgisi ile olacakları bildiği için öyle yaratıyor ve sonra da o oluş içinde kim he yapmışsa, onlara sorumluluklarına ya da akıllı, dürüst ve cesur adımlarına göre, hak ettikleri karşılığı bu dünyada ve ahirette veriyor.
Bu süreçte Kızılay’a yazık edildi. AFAD’a da. Askerimiz, polisimiz, insani yardım örgütleri doğru, verimli, etkin şekilde istihdam edilemedi. Yerel yönetimler de, merkezi hükümette, Media da bu sonuçtan sorumlu.
Deprem çok büyüktü. İhmaller de öyle. Yıkımın sonucu ortada. Can kaybı çok büyük.
Enkazın kaldırılması, geri dönüşümü son derece önemli.
Enkazda ceset de var, para da, altında, hisse senedi de, demirde var, tekstilde, plastik de, hurdaların içinde alüminyum da var. Selüloz de var var cam da. Olmayan yok ki! Silah da var, nüfus cüzdanı, pasaport, resmi evraklar...
Bizim şimdi GAP depremini, İstanbul depremini, Ege depremini düşünmemiz gerek. Ve tabi Sina’ya uzanan fay hattı. Bu hat Mescid-i Aksa da, Doğuş ve Kıyamet kilisesi, Ömer Mescidi çevresinde büyük bir yıkıma sebeb olabilir.
Deprem konusunda sosyal mediada tartışılan iddiaların araştırılması, soruşturulması gerek. HAARP’dan, “Tanrının sopası” adını verdikleri, uydulardan fırlatılabilecek özel metal çubukların sun’i meteor etkisi ile güçlü bir füzenin yıkım gücüne ulaşabileceği ileri sürülüyor. Türkiye’nin böyle bir saldırıya uğradığını söyleyenler de var, bölgedeki petrol kuyusu üzerinden depremin özel bir müdahele ile tetiklendiğini söyleyen de.
İsrail’in, Hristiyan misyonerlerin, HABAT’ın bölgedeki faaliyetleri ile ilgili önemli iddialar var.
Askerlerin ilk günden niye bölgeye intikali sağlanmadığına ilişkin iddialar da var. Bakın bunlara efradına cami, ağyarına mani, tatmin edici bir cevap verilmezse, söylenti gerçeğin yerini alır. Sıradan bir söylenti bazen ağır bir gerçekten daha yıkıcı olabilir. Söylenti kargaşanın ikiz kardeşidir.
Bu şehirleşme, inşaat politikasına artık bir son verilmeli. Bu işin akademik eğitim programı yeniden gözden geçirilmeli. Bu iş sadece jeoloji ve inşaat fakültelerinin konusu olamayacağını anlaşılıyor artık. Bunun meteoroloji, elektro manyetik, astronomi ile de ilgisi var. Bu işin teopolitik boyutu da var.
Bu konuda daha söylenecek çok şey var.
Bu kriz bugünden yarına çözülmeyecek.
Hatta bundan sonrası süreci yönetmek daha zor olacak.
Bana kalırsa bu konuda iletişim dili, hem iktidar-muhalefet hem de toplumla ilişkiler temelinde hiç sağlıklı değil. İşin dini boyutunda da ciddi sorun var. Kimse tevbe etmekten söz etmiyor.
“Yıkıldı, yeniden yaparız” havasındalar. Tamam yine yaparız da, aynı yanlışı, aynı gazab sebeblerini tekrarlarsak bu afetler de yine tekrarlanır.
İnşallah olanlardan ibret alırız da, tekerrür etmez.
Yoksa gelecek günler geçen günleri aratır.
Selam ve dua ile.