Hasan Karakaya
Dikkat!.. Ortalık kirli bilgiden geçilmiyor!
Biz gazetecilere hemen her zaman ve her yerden "bilgi" veya "belge" gönderilir... Kâh "mektup" gönderirler, kâh "elektronik posta" yolunu kullanırlar... Bazıları "telefon" eder, bazıları da "faks" çeker... Bu bilgi ve belgelerin çoğu, "gerçek" olsa da, bazıları "mandepsiye bastırma" veya "yönlendirme" amaçlı olabilir... Bu durumda, "gazeteci"nin yapması gereken tek şey, "şüpheci" davranmak ve "kılı kırk yarmak"tır!.. Gönderilen bilgi veya belgeye "sazan" gibi atlarsan, "mandepsi"ye basman, "tuzağa" düşmen, "oltaya takılman" işten bile değildir... Şahsen ben, bu tür "bilgi, belge veya fotoğraf" gönderildiğinde, en ince ayrıntılarına varıncaya kadar inceler, "sahici" mi, "sahte" mi olduğunu anlamaya çalışırım...
Meselâ, birisiyle ilgili bir "fotoğraf" geldiğinde, fotoğraftaki kişinin "fotomontaj" olup olmadığını anlamak için, o kişinin "arşivimizde" bulunan bütün fotoğraflarını tek tek incelemiş, fotomontaj olması mümkün olmayan bir "ayrıntı"yı yakalayınca,
"Tamam" demiştim; "Bu fotoğraf gerçek!"
KULLANIRKEN, KULLANILMAK!
Biliyorsunuz, özellikle "kartel gazeteleri"nin geçmişinde, bu tür "mandepsiye basma"lar çoktur... Meselâ, yıllar önce kullanılan ve "İşte PKK"lıların ilk fotoğrafı" denilen fotoğraf, "korucu"lara aitti...
Meselâ, "isyandan 5 dakika önce çekildiği" iddia edilen mahkûm fotoğraflarının hem "5 yıl önce" hem de "başka bir cezaevi"nde çekildiği ortaya çıkmıştı!..
Niyetim, gazetelerin "haber kazaları"nı hatırlatmak değil... Çünkü, bazı haberler "kaza" ile değil, "kasıtlı" olarak yayınlanmış olabilir...
Yani, ortada "bile bile lâdes" durumları olabilir!..
Öyle ya;
Gazete veya gazeteci, "kullanılmaya" baştan razıdır... Bilgi, belge veya fotoğraf "sahte" de olsa, eğer "manipülasyon" gibi bir amaç varsa, bu sahtekârlığa bile bile göz yumabilir!..
Hele de, "ideolojik taraf" ise!..
Ya da;
"Haber şehveti"yle kıvranıyorsa!..
Tabiî; sadece "ideolojik taraf"lıktan veya "haber şehveti"nden değil, zaman zaman kendisine yönelik "tehdit" veya "şantaj"lar sonucu da, gazeteci "manipülasyona alet" olabilir!..
Hele de, "kirli bağlantılar" içindeyse!..
SUİKAST İDDİASI SONRASINDA OLANLAR!
Bütün bunları gündeme getirmemin sebebi, içinde bulunduğumuz "kritik süreç"te "medya"da yer alan "manipülasyon" amaçlı haberlerin artmaya başlaması!..
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç"a yönelik "suikast girişimi" iddiasının kamuoyuna yansımasından sonra meydana gelen gelişmeleri biliyorsunuz...
Arınç"ın evinin bulunduğu sokakta "suçüstü" yakalanan bir "albay" ve "binbaşı"nın önce gözaltına alındığı, sonra serbest bırakıldıkları malûm...
Şimdi, yine gözaltındalar!..
Suikast iddiaları "ciddi" bulunmuş olmalı ki; Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi hakim ve savcıları, "Türkiye"de bir ilk"i gerçekleştirerek, eski adı "Özel Harp Dairesi" olan, sonradan "Özel Kuvvetler Komutanlığı" adını alan komutanlığa bağlı Seferberlik Tetkik Başkanlığı"nda "üst üste aramalar" yapmaya başladılar...
Ki, dün yapılan "3. arama" öncesinde "bavul dolusu evrak"ların dışarı çıkarıldığı bildiriliyordu...
Bavula doldurulan "evrak"lar, öyle sanıyorum ki, "sadece Arınç"a suikast girişimi iddiası" ile sınırlı değil... O belgelerin, birçok "karanlık olay"ı aydınlığa kavuşturacağına inanıyorum...
Biraz önce dediğim gibi;
Suikast iddiası "ciddi" bulunmuş olmalı ki; Başbakan Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, geçen hafta 2 defa "olağan ötesi" görüşmeler yaptılar...
Dünkü, 4.5 saat süren "yılın son MGK"sı"nda da "suikast" iddiasının gündeme gelmiş olabileceğini söylemek için, herhalde müneccim olmaya gerek yok...
Ancak, şu da bir gerçek;
Bir yandan "kozmik oda"lara, yani "Genelkurmay"ın kalbi"ne girilip, "karanlık olaylar" aydınlatılmaya çalışılırken, bir yandan da, ortalığa "dezenformasyon" amaçlı "kirli bilgiler" servis ediliyor...
Amaç "olayı sulandırmak" mıdır, "kafaları bulandırmak" mı, elbette bilemiyoruz...
Ama, "bilgi kirliliği" olduğu apaçık bir gerçek!..
ALTAYLI, BU TONGAYA NASIL DÜŞTÜ?
Meselâ, Fatih Altaylı"nın önceki günkü Habertürk"e manşet olan ve çok tartışılan yazısı...
Benim bildiğim Fatih Altaylı, "uyanık bir gazeteci"dir!.. Kolay kolay "mandepsi"ye basmaz... Kendisine gelen bir bilgi veya ihbarı "mantık süzgeci"nden geçirdikten sonra yazar!..
Ama, önceki günkü yazısında; ya bir an "boş" bulundu ya da "haber atlatma" kaygısıyla hareket edip, bir "komedi"ye imza attı!..
Altaylı, "Arınç"a suikast iddiası"yla başlayan ve "Özel Kuvvetler"e baskın"la süren olaylar zincirinin "iki ihbar telefonu"yla başladığını iddia ediyor ve "Arınç"ın evinin önünde iki subayın yakalandığı gece" önce Özel Kuvvetler"e bir "ihbar telefonu"nun geldiğini ve "muhbir"in şunları söylediğini ileri sürüyordu:
"TSK"nın bilgilerini sızdıran subay, şu anda Arınç"ın evinde toplantıda!"
Altaylı"ya göre;
Meçhul ihbarcı, "ankesörlü telefon"dan bu defa da Polis"i arayıp, demiş ki;
"İki subay, şu anda Bülent Arınç"ın evinin önünde ve suikast yapmak üzereler!"
Yine Altaylı"ya göre;
Harekete geçen polis, iki subayı yakalamış!.. Sokakta başka bir araç daha varmış ama kaçmış... Yani, ortada ne "suikast" varmış, ne de başka bir şey!..
Açık ve net söyleyeyim;
Fatih Altaylı gibi "uyanık" ve de "bu işleri bilen" bir gazetecinin, böyle bir "tonga"ya nasıl düştüğünü, gerçekten merak ediyorum...
O an, akıl ve mantığı tatile mi çıkmıştı acaba?..
Öyle ya;
Bir gazeteci, "güvenilir bir kaynak"tan bile gelmiş olsa, gelen bilgiyi "test" eder... Evet, test eder ve "bilgi" ile "olay"ın örtüşüp örtüşmediğine bakar!..
Bakar ve der ki;
"Arkadaş, senin amacın ne?.. TSK"nın bilgilerini sızdıran subay, o anda Bülent Arınç"la nasıl toplantı halinde olabilir ki?.. Çünkü Arınç, o gün ve o saatlerde Manisa"daydı... Manisa"da temaslarını sürdüren bir adam, aynı anda nasıl Ankara"daki evinde olabilir ve birisiyle nasıl görüşebilir?.."
Sizi bilmem ama, ben Fatih Altaylı"nın bu yazısıyla hem TSK"ya, hem de Polis"e "hakaret" ettiğini düşünüyorum!..
Görüyorsunuz değil mi;
Özel Kuvvetler de Polis de, kendilerine gelen "dandik bir ihbar"la derhal harekete geçiyor!.. Yani, ne "Arınç"ın gezi programı"ndan haberleri var, ne de gelen ihbarın "yalan" olabileceği ihtimalinden!..
Söyleyin Allah aşkına;
Özel Kuvvetler"in ve Polis"in, bu "dandik ihbar"lara "sazan" gibi atladıklarını söylemek, bu iki kuruluşa "hakaret" değil midir?..
Hani, bu "ihbar"ların, hiç olmazsa "bir ayağı yere bassa" yine de ciddiye alınır diyelim...
Ama birader, bütün ayaklar havada!..
İler-tutar yanı yok!..
Çünkü polis; sadece "o gece" değil, "10 gündür zaten takipte"dir!..
Hadi, bütün bildiklerimizi unutalım, olan-biten her şeyi yok sayalım da, şu "kiralık araçlar" olayını nereye koyacağız?..
Ne yani;
"Arınç"ın kendi evinde bir köstebekle görüştüğü" ihbarını alan albay ve binbaşı, hemen "araç kiralama firması"na koşup, "Bize derhal bir araba verin" mi dediler?..
Olur mu böyle saçmalık!..
Böyle bir iddiaya, "karga"lar bile güler... Hem de "münasip yerleri"yle!.. Ama Fatih Altaylı, ciddiye almış ve üstelik de "manşet"e çekmiş bu dandik ihbarı!..
Yapma be Fatih!.. Sen bari yapma!..
Böyle bir "tonga"ya düşecek adam mısın sen?.. Yoksa, yıllar önce söylediğin gibi, "yaşlanmaya" mı başladın?..
YA OKTAY VURAL"A NE DEMELİ?
Olayın bir çarpıcı tarafı da şu:
Fatih Altaylı imzalı bu haber, görüyorum ki, muhalefet partileri için bir "can simidi" olmuş...
Meselâ, MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, TBMM"de gazetecilerin sorusu üzerine demiş ki;
"27 Nisan bildirisine sarılarak, sırça köşkte oturanların bugün geldiğimiz noktada acaba belli tahrikler çerçevesinde asker-sivil gerilimi oluşturup, bunun üzerinden yeniden demokrasi havariliği mi oluşturulmak isteniyor? Bütün bunlar ihtimal dahilinde. TSK"nın böyle bir konu ile ilgili olarak ilişkilendirilmesi kabul edilecek bir konu değildir. Gerçeğin ortaya çıkmasını istiyoruz. Asıl amaç o değilse, varılmak istenen hedef nedir, ne yapılmak isteniyor?
Ama Bülent Arınç"a soruyorum;
Asker veya bir başka yerden bilgi geliyor muydu, irtibatı var mıydı, görüşme var mıydı?
Bütün bunların açıklanması gerekir.
Bu psikolojik savaş içerisinde Arınç"a gelen bilgilerin ne derece yeri vardır?"
Hani, bir söz vardır: "Bir deli, bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz!"
Öyle görünüyor ki;
"Dandik muhbir"in ihbar(!) telefonları sadece Altaylı"yı değil, Oktay Vural"ı da hayli etkilemiş!..
Soruyor Bülent Arınç"a;
"Asker veya başka bir yerden bilgi geliyor muydu?.. İrtibat var mıydı, görüşme var mıydı?"
Oktay Vural kusura bakmasın ama ona "hadım" erkeğin durumunu aktarmak zorundayım.
Hani, "hadım" bir erkeğe sormuşlar ya;
"Kaç çocuğun var?"
Adam da cevap vermiş ya;
"Hadımım dedim ya!"
Oktay Vural"ın Arınç"a sorduğu soru da, bu türden bir soru... Yahu, adam o gün ve o saatte Ankara"daki "evinde" değil, Manisa"daydı, Manisa"da!..
Manisa"daki bir adamın "Ankara"daki evi"nde görüşme yapması ve bilgi alması nasıl mümkün olabilir!..
Bir şartla mümkün olabilir:
Eğer "hadım" bir erkek "birkaç çocuk" sahibi olursa, Manisa"daki Arınç da, Ankara"daki evinde görüşme yapabilir!..
Böyle bir şeyin mümkünatı var mı?..
"Tekeden süt sağmak" nasıl mümkün değilse, "komplo teorileri"yle gerçeğe ulaşmak da, o kadar imkânsızdır!..
Komik oluyorsunuz beyler!..
İnsanlar, gülüyor size!..
Tabiî, "karga"lar da!.. Hem de!!!
Hikmet Aydın"a kulak verilmeli
Ankara Temsilcimiz Serdar Arseven"in, "bir dönemin kilit isimleri"nden biri olan dönemin DYP Milletvekili Dr. Hikmet Aydın ile yaptığı görüşmeyi, öyle sanıyorum ki büyük bir "heyecan"la okuyacak ve "Vayy beee!" diyeceksiniz;
"Vayy beee... Meğer neler olmuş neler?!?"
Dr. Hikmet Aydın, "bildiklerinin sadece bir kısmını" anlatmış Serdar"a... Gerisini, "brifinglere katılmamış bir savcı"ya anlatmak istiyor... Öyle sanıyorum ki; "Karanlık 28 Şubat süreci"nde hangi "milletvekili"nin "kaç para" aldığını, "hangi işadamı"nın kimlere ne kadar para dağıttığını, 28 Şubat"ın "Siyon Protokolleri"ne uygun bir operasyon olup-olmadığını anlatacak Dr. Aydın!..
Her zaman söylerim... Her şey, "insan"da biter...
İnsanlar, kendilerini "güven"de hissederlerse, bildikleri her şeyi anlatırlar ve dolayısıyla "karanlık"ları aydınlatırlar!..
Öyle umuyorum ki;
Bildiklerinin bir kısmını bizim Serdar"a anlatan Hikmet Aydın"ın "brifing almamış bir savcıya anlatacağı" çok şey vardır!..
Anlatacağı ve aydınlatacağı "karanlık" bir 28 Şubat!..