Selâhaddin Çakırgil
Dikleşmeme’nin mi, ‘dik duruş’un mu gereği?
Bazı iç ve dış sebepler siyasî satrançta, insanı bazen birkaç merhale ilerisini düşünerek yapılan taktik hamlelere zorlayabilir.
Doğrudur, iç siyasette, 15 yıllık nice hizmetlerin bir seçimle tehlikeye girmemesi için bazı atraksiyonlara gerek duyulmuş olabilir. Meselâ, iç siyasette, güç-belâ ve kısmen değiştirilen Anayasa’ya konulan ve 2019 seçimleriyle bütünüyle yürürlüğe girecek olan yeni tip ‘Cumhurbaşkanlığı’ statüsündeki çok geniş yetkilerin muhalif bir ismin eline geçmesi halinde, 15 yılda yapılanları birkaç ay içinde ters yüz etmek imkânı olacaktır.
Bunun için bir miktar ulûfe verilmesi düşünülmüş olabilir. Bu yöndeki en hızlı pankartların İstanbul’da en çok da son referandumda yüzde 82 ‘Hayır!’ oyuyla dikkati çeken Beşiktaş, Şişli gibi çevrelerde açıldığı hatırlanabilir. Yani, ülke içinde 90 yıllık bir dayatmayla oluşturulan bir ‘resmî ideoloji ikonu’ etrafında arz-ı ubûdiyet eden kitlelere bir gülücük göndermek gereği duyulmuş olabilir. Ki, bu tavır resmî dayatmalı törenlerde zâten sergileniyor ve dikleşmemek taktiğiyle hareket edip, o törenlerdeki mesajlara önem verildiği söyleniyordu. Ama şimdi sergilenen tavır, bunun ötesinde..
‘Dış siyasî şartların, uluslararası baskıların da, içerde, tek yumrukhalinde görünmeye zorladığı’ te’vili de durumu izaha yetmiyor.
Ve, dikleşmemek ile, dik durmak arasındaki derin farkı birilerine anlatmaya kalkışmak bile abes..
***
13 Kasım günü Star’ın ‘Açık Görüş’ ekinin yayın hayatına girişinin 10. yıldönümü münasebetiyle, Ortaköy sahilindeki bir mekânda yapılan toplantıya gittiğimde, orada da ‘Açık Görüş’ün sorumlusu Halime Kökce hanım ve diğer arkadaşların son günlerdeki bu konu etrafında sohbet ettiklerini gördüm. Halime Hanım, ‘Siz ne düşünüyorsunuz?’deyince, ‘Üzerinde konuşulması hürr olunmayan bir konuda tartışmanın mayınlı arazide dolaşmak gibi olacağını’ söyledim ve ‘I. Kişi’nin neredeyse bütün ömrü kadar Meclis’te bulunan ve bütün uygulamaların takipçisi olan ‘2. Kişi’nin kanunla korunmadığı halde hakaret edilmeksizin tartışılabildiğini; doğrusuyla-yanlışıyla bir insan olarak değerlendirildiğini, bu imkânın ‘I. Kişi’ye de verilmesi gerektiğini; İstanbul’da- Ankara’da yapılan tartışmaların Anadolu’da hâlâ da yapılamadığını, bir ‘uzatmalı çavuş’un, Anadolu şehirlerinde kendisini Devlet yerine koyarak neler yapabileceklerinin, geçmişteki uygulamalardan da anlaşılabileceğini’ belirttim.
Bu arada, Ardan Zentürk bey de, o gün câmilerden salâ okunmasını bazı medya çevrelerinin Cuma gününe değil de, ‘filan için okunuyor’ zannetmesini, o çevrelerin kendi halklarının inanç ve kültüründen ne kadar uzağa düştüğüne işaret olarak ifade etmekten kendisini alamadı.
***
Öte yandan.. Laik- ikonperest kesimin en frensiz kalemlerinden bir yozdil, bir TV programında, ‘kağıt paraların sahte olup olmadığının anlaşılması için, içinde gizli fligran ve fotoğraf bulunup bulunmadığına bakıldığını, aynı şekilde, son günlerdeki yeni tavırları takınanların da laik testten geçirilerek sahte olup olmadığının anlaşılmasını gerektiğini’söylüyordu. Yani, birilerinden, bir ‘kutsal ikon ve dokunulamaz tabu’ icat edenlerin hayat tarzı içinde erimedikçe kabullenilmeyecek;‘sahte’ sayılacaksınız. Basiretli Müslümanların da, kendilerini bir-iki İslamî söylemle kandırmaya çalışanların samimiyetine hemen inanmadıkları gibi..
NOT: Muhalefet lideri KK, 14 Kasım günü, bizlere biraz tarih okumamızı tavsiye ederek, ilk liderinin, 1 Mart 1923’te (yani, yeni rejimin kurulmasından 8 ay önce) Meclis’te, ‘restore edilen câmiler’den söz ettiğini; 1940’ta da Meclis’te, Üsküdar’da bir câmiin restore edildiğinin konuşulduğunu dile getirip, ‘O ve arkadaşları olmasaydı, ezânlar okunamazdı’diyordu.
KK, evet, biraz tarih okumuş ve bu iki örneği bulup, Müslüman halkın inançlarına karşı asıl jakobenist- faşist saldırıların yeni rejimle başladığını bilmezlikten gelerek...
KK, İslâm’ı da, bazı kişilere borçlu çıkarmış... İslam, karşıtlarının yardımıyla değil, 14 asırdır kendi hayatiyetiyle ayakta duruyor; bunu KK. anlamak istemese de...
stargazete