Abdurrahman Dilipak
Dilipak hata yaparsa!
Ben aciz bir kul’um. Hani derler ya “abd-i aciz”, “pür taksir”. Risalet dışında masumiyet iddiasındaki insanlardan korkarım. Biz hatasız olsaydık, Melek olurduk. O zaman Allah da başka bir ümmet yaratırdı. 48. yıla giriyorum, hemen hemen her gün yazıyorum. Hata yapmadım demem mümkün mü? Bütün yanılgılarım, çelişkilerim sadece “kiramen katibin”in zabtında değil, basılı materyaller şeklinde zabıt altında. Neyse ki, “Dilipak yanıldığında onu düzelten, uyaran, hakikati söyleyen kardeşleri var”. Bu büyük bir zenginlik ve mutluluk benim için. Bazan Arapça ayetlerin lafzını Latince yazıyorum, sağolsunlar uyarıyorlar. Mesela, Yahudilerin, Sina’dan Kudüs’e yolculuğu ile ilgili Tih çölü yolculukları ile ilgili, ben konuyu Sina’daki başlangıcı ile anlatmıştım. Oysa orada bir de Kudüs bölgesindeki güçlü ve zalim bir toplulukla savaşmaları konusunda bir emir vardı. Onlar savaşmaya yanaşmadılar. 40 yıl o çölde dönüp / döndürülüp durdular. Ayette mealen bu olay şöyle anlatılıyor: 5/20-21. Mûsa, kavmine şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Allah’ın size olan nimetini düşünün. İçinizden peygamberler yetiştirdi ve sizi hükümdar yaptı, milletlerden hiç birine vermediğini size verdi. Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal toprağa girin. Ardınıza dönmeyin, yoksa kaybedenlere dönersiniz’. 22. Onlar: ‘Ey Mûsa! Orada zorba bir toplum vardır. Onlar oradan çıkmadıkça, biz asla oraya girmeyiz; eğer onlar oradan çıkarsa, biz de gireriz’ dediler 23. Korkanların arasından Allah’ın kendilerine iyilikte bulunduğu iki kişi: ‘Üzerlerine kapıdan yürüyün; oradan girerseniz, üstün gelirsiniz. Eğer inanıyorsanız Allah’a güvenin’ demişti. 24. ‘Ey Mûsa! Onlar orada oldukça, biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, savaşın. Biz burada oturacağız’ dediler. 25. Mûsa: ’Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime sahibim. Artık, bu yoldan çıkmış toplulukla bizim aramızı ayır’ dedi. 26. Allah: ‘Orası kırk yıl onlara yasaktır. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen yoldan çıkmış toplum için tasalanma’ dedi.” Elbette sözkonusu olan ayetse elbette benim de daha dikkatli olmam gerek. İnsanlar eleştiriler karşısında ne kadar öfkeli. Yaptıklarından ne kadar eminler, nasıl bir kibir içindeler.. Söz de dinlemiyorlar. Firavun ne diyordu: (Araf 123) “Firavun dedi ki: Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) göreceksiniz!” Ona benzemememiz gerek. Hiç kimse benim gibi inanmak, benim gibi düşünmek zorunda değildir. Çünkü ben de başkaları gibi inanmıyor ve düşünmüyor olabilirim.. Hal böyle iken, birbirimizi dinlemeye anlamaya çalışalım, tabii, galiz söz, küfür ve tehdit sözkonusu değilse.. Buna rağmen, mesela benim 100 fikrimden 99 fikrime katılmasanız da 1’ini reddetmeyin, bana olan öfkeniz, bir hakikati inkara ve düşmanlığa vesile olmasın. Aynı şekilde, 100 fikrimden biri doğru olmasa, onu kabul etmeyin ve o fikrimin eleştirilmesine engel olmayın. “O kadar da kadı kızında da olur” demeyin. Ben de öyle yapıyorum ve yapacağım inşallah.. Benim fikirlerimizi benimsemeniz beni eleştirmenize, beni eleştirmeniz, doğru söz ve işlerimi kabul etmenize sebeb olmasın. Ben de böyle yapacağım. Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamayı öğrenelim. Bugün iyi olan yarın yanlış bir iş yapabilir. Bugün yanlış işler yapan biri yarın doğru şeyler de yapabilir. Adil şahidler olmamız gerek. Sevgimiz - saygımız eleştiriye, öfkemiz, merhametimize mani olmamalı. Yani sevgimiz nefretimizden, merhametimiz öfkemizden büyük olmalı. Aynı imana sahip olanlar müttehid, aynı ilkelere sahip olanlarla müttefik, değer üreten herkesle nimet-külfet dengesine dayalı itilaflar gerçekleştirmeliyiz. Bizden olanı eleştirebilmeli, bizden olmayanların hikmet ihtiva eden söz ve eylemlerine sahip çıkacak bir erdeme sahip olmalıyız. Fikrimiz ya da bulunduğumuz yer hakikatin kaynağı ve ölçüsü değildir. Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde hayır olabilir. Biz bilmeyiz Allah bilir. Yoksa birileri kendi fikrini hakikatin kaynağı ve ölçüsü kabul edip, kendi zannını başkalarına emrederse, bu başkalarını terbiye etme ve onlar üzerinde hüküm koyma iddiası anlamına gelir. Bunun bizim geleneğimizdeki karşılığı da “İlahlık ve Rablik”tir. Biz kimsenin İlahı ve Rabbi değiliz. Kimse de (Allah’tan başka) bizim İlahımız ve Rabbimiz değildir. Biz, bizi eleştirenlerin fikirlerini, eğer iftira, hakaret, galiz bir mesaj içermiyorsa, ifsata sebeb olmayacaksa onları da söyleyelim. Bir karar verirken istişare ve şûra yapalım. İstişare ayetinin nazil olduğu zamanı, mekanı düşünün. Sözkonusu taraflar peygamber ve gençler. Dahası, ortam savaş şartları. Dinle ey nefsim: İstişare ve şûra farz! İş verirken ehliyet ve liyakat farz. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacağız. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa, bu böyle. Bir topluluğa olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek. Bu farz! Kim bu kuralları ihlal ederse o zalimlerin ta kendileridir ve o işte hayır da yoktur. Allah da o işi yapanı da, o işi de boşa çıkartır. Günde 40 kez, “Bana Hakkı Hak, batılı batıl göster, Hakta toplanmayı nasib et, bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil” diyoruz da, sonra da çıkıp kendimiz gibi düşünmeyenleri tedip etmeye kalkıyoruz. Bazı işler öyle bir hal almaya başladı ki, Allah’ın emrine uymazsanız haram, resulün sünnetine uymazsanız mekruh, benim gibi düşünmezseniz dinden çıkarsınız, haşa sümme haşa! Hak’kın hatırını, halkın, müstekbirlerin, mütrefinlerin, “muhteriz muktedirler”in heva ve heveslerinden daha üstün tutmadan gerçek iman edenlerden olamayız. Ben hatasız bir kul değilim. Zaten hatasız kul olmaz! Geçmişte hatalarım olmuştur, gelecekte de olacaktır. Hata yaptığımı anladığımda düzeltirim inşallah. İnşallah nefsimin oyununa gelmem. İnşallah kusurlarımdan dolayı Allah ve sizler de beni affedersiniz. Selâm ve dua ile. Yeniakit