Dinler Arası Diyalog, Hıristiyanlaştırma Projesidir
Bugün ülkemizde ‘dinler arası diyalog’ modası almış yürümüştür. Birazcık muhakeme gücüne sahip olan her vatandaşımız bilir ki bugün Türkiye’de ‘dinler arası diyalog’un esas tertipleyicileri Misyonerlerdir.
HIRİSTİYANLAŞTIRMA PROJESİDİR
Bugün ülkemizde ‘dinler arası diyalog’ modası almış yürümüştür. Birazcık muhakeme gücüne sahip olan her vatandaşımız bilir ki bugün Türkiye’de ‘dinler arası diyalog’un esas tertipleyicileri Misyonerlerdir.
VI. Paul, 1991 yılında ilân ettiği Redemptoris Mission (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle diyordu: “Dinler arası diyalog, kilisenin bütün insanları kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.”
YAZI DİZİMİZDE (yazı dizisi için 'Dosya Araştırma' bölümüne bakabilirsiniz) şu ana kadar ele aldığımız bilgiler ışığında Türkiye’de misyonerlik ve dinler arası diyalog çalışmaları üzerinde duralım: Misyonerlik başlıbaşına ve çok geniş bir mevzudur. Çok çeşitli ve geniş boyutları vardır.
Misyonerlerin temel prensiplerinden biri İslâm inancını ve ahlâkını bozmaktır. İslâm inancının temelinde Allah’a şeksiz şüphesiz inanmak vardır. O tek yaratıcı ve tek hakimdir. Eşi ortağı yoktur. Allah, Hıristiyanların inandığı Teslis akidesinden yani Baba - Oğul - Ruh-ül Kudüs akidesinden münezzehtir. Hz. İsâ (as.), hâşâ Allah’ın oğlu değil sadece bir peygamberidir.
Burada hemen şu gerçeğin altını çizmek gerekmektedir. ‘Dinler arası diyalog’un temel gayesi Müslümanları Hıristiyanlaştırmak ve ellerindeki toprakları ve zenginlikleri ele geçirmektir.’
Bunu yaparken aslâ doğrudan İslâm’a karşı çıkma veya doğrudan Hıristiyanlığa davet etme gibi bir yol takip etmemektedirler. Muhataplarını ürkütmeden bu işi yapma düşüncesindedirler. Bunu çok sinsi bir şekilde yapmaktadırlar. Sureti haktan görünmektedirler. Yani zehiri altın kupa içinde sunmaktadırlar. Koydukları dinamit, inancı yok etmeye yöneliktir.
Bu hususta en tehlikeli uygulamaları şudur: Diyalog taraftarları ‘Lâ ilâhe illâllah’ demelidirler. Ancak ‘Muhammedür Rasülullah’ demeleri (hâşâ) şart değildir. Bu durum karşısında imanın esasına bağlı bir Müslüman, işin dehşetini hemen kavrayacaktır. Çünkü İslâm inancına göre ‘Muhammedür Rasülullah’ demeyen bir kimsenin imanı gitmiştir.
Bugün ülkemizde ‘dinler arası diyalog’ modası almış yürümüştür. Birazcık muhakeme gücüne sahip olan her vatandaşımız bilir ki bugün Türkiye’de ‘dinler arası diyalog’un esas tertipleyicileri Misyonerlerdir. Nitekim aşağıdaki cümlelerin bu gerçeği ifade ettiği görülmektedir.
VI. Paul, 1991 yılında ilân ettiği Redemptoris Mission (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle diyordu:
“Dinler arası diyalog, kilisenin bütün insanları kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.”
1964 yılında 2. Vatikan konsilinde kurulan ‘Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası’nın 1973 yılında sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano, Sekretarya’nın yayın organı Bulletin’deki bir yazısında şunu belirtiyordu:
“Diyalogdan söz ettiğimizde açıktır ki bu faaliyeti, kilise şartları çerçevesinde Misyoner ve İncil’i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise’nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih’in sevgisini ve Mesih’in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, kilisenin İncil’i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır.”
“Papa VI. Paul’ün vizyonu gerçekleşmektedir. Çünkü dinler arası diyalog kilise misyonunun normal bir parçası olarak görülmektedir.”
Papayı ziyaretinde birdin alimimiz, bu konuyu vurgulamıştır:
“Papa VI. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinler Arası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz.” Akaid kitaplarında İslâm dini dışında birisine Cenab, Hazret gibi saygı ifade eden kelimeleri inanarak kullanmanın tehlikesi üzerindeki bahisler çok iyi bir şekilde incelenmelidir.
Nihaî hedeflerini de Papa VI. Paul, 2000 yılı mesajında şöyle bildiriyordu:
“Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya’yı Hıristiyanlaştıralım.”
Dinler arası diyalogda bazı Müslüman din adamlarının büyük rolü vardır. Bu hususa bir batılı yazar ışık tutuyor. Serdar Kuru bir yazısında bu hususa şöyle temas etmektedir:
“Ronald Kessler, CIA ve FBI üzerinde yazdığı kitaplarla tanınan bir yazardır.
Yazar, (Ronald Kessler) CIA’in İslâm’da kesin kuralları hiyerarşiye bağlı resmi bir ruhban sınıfı olmadığını analiz ettiğini, bunun üzerine çeşitli din adamlarına rüşvet vermek dışında kendi din adamlarını da çıkarttığını söylemekte. CIA tarafından şekillendirilen bu ‘din adamı’ ajanların kendilerini şeyh, hoca, molla ve dinî lider olarak tanıtıp bütün İslâm âleminde ‘ılımlı’ ve ‘hoşgörülü’ İslâm modelini vaaz ettiklerini belirtmiş.
Kitapta görüşlerine başvurulan ve ismi açıklanmayan bir CIA kaynağı, teşkilâtın şu anda dünya çapında elindeki tüm propaganda tekniklerini kullanarak bu sahte din adamlarını destekledikleri ve kendi ‘ılımlı Müslüman’ modellerini kendilerinin çıkarttığını söylemekte.
Sonuç olarak özellikle 1980’lerden sonra dünyaya yayılan emperyalizme, kapitalizme ve siyonizme ‘hoşgörü’yle bakan İslâm ve Müslüman versiyonlarının nereden seri üretim yapıldığı hakkında bu kitap oldukça zihin açıcı bir görev yapmakta.”
Louis Massignon’un şu sözleri de acı bir gerçeği ifade etmektedir:
“Müslümanların her şeylerini tahrif ettik. İnançları, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye tam inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. İntihar ve anarşi için olgun hale geldiler.”
İSLAM DIŞI HAREKETLER: İNGİLİZLER, İSLAMI BÖLEN AKIMLARA DESTEK VERDİLER
Muhammed Abdülvehhâb (1703-1787/1792) İslâm ilimlerine iyi vakıf olan birisidir. Irak çevresinde bir takım çalışmalar yapmıştır. Sünnîlik ve Aleviliğin dışında bir itikat sistemi ortaya çıkarmıştır. Onun böyle bir çalışmaya yönelmesinde hususi olarak eğitilmiş İngiliz Casusu Hempher’in asıl rolü oynadığı görülmektedir. Müslümanlar arasında tefrika çıkarmak isteyen İngilizler böylece M. Abdülvehhâb vasıtasıyla bir projelerini daha gerçekleştirmişlerdir. Bu mezhebin hem Ehli Sünnete hem de Şiaya ters düşen yönleri vardır. Dolayısıyla Müslümanlar arasında bir tefrika sebebi olmuştur.
Yine İran çevresinde ortaya çıkan Mirza Ali Muhammed (1817-1892) Bahâîlik yolunu başlatmıştır. O da İslâm’ın dışında bir itikat sistemi ortaya çıkarmış, bir takım sapık inanç esasları ortaya koymuştur. Ahret gününü, cenneti, cehennemi inkâr ediyordu. Kendini geçmiş peygamberlerin gerçek temsilcisi olarak kabul ediyor ve yayıyordu. Astrolojiden felsefeye bir takım ilimlerle uğraşmıştır. Bir çok safhalar geçirdikten sonra Allah’ın kendine hulul ettiğini ifade etmiştir. Ki bu sapıklığın en ileri derecelerinden biridir. Bu sapık fikirleri sonunda kurşuna dizilerek idam edildi.
Mirza Ali Muhammed’den sonra yolunu müritlerinden Bahâullah (1844-1921) devam ettirdi. Kendisine Ruslar, İngilizler, Yahûdiler ve Masonlar destek veriyorlardı. Bahaullah, Mirza Ali Muhammed’in sapık fikirlerine daha yenilerini ekledi. Tabilerine kıble olarak kendisine yönelmelerini söylüyordu. Muhtelif batı ülkelerine seyahatler yaparak mensuplarının sayısını artırmaya çalıştı. Bugün başta ABD olmak üzere batı ülkelerinin bazılarında belli bir güçleri vardır.
Mirza Gulam Ahmet Kâdiyânî de (1839-1908) Hint Müslümanları arasında tefrika çıkarmıştır. İngilizlerin Hint Müslümanları arasına tefrika sokmak için kullandığı ajanlardan biridir. Getirdiği inanç sistemi müslümanların cihad duygusunu dumura uğratmaktaydı ve Hint Müslümanlarını İngilizlere karşı yapacakları mücadeleden alıkoyuyordu. Kadyani aynı zamanda kendini peygamber olarak da ilan etmiştir. Ölümü çok ibretlidir. Öleceği sırada koleraya yakalanmış, ağzından pislikler gelmiş ve tuvalette ihtiyaç giderirken ölmüştür.
Mustafa Akgün / Vakit