Selâhaddin Çakırgil
Doğu-Batı Çatışması Değil, Modern Barbarlık
Batı ve Doğu, sadece coğrafî bir terim olarak anlaşılacak olsa bile, sabit bir nokta değildir. Güneşin doğuş ve batışının bir başlangıç noktası olarak her yer Doğu ve Batı olarak nitelendirilebilir, çünkü...
Ama, ideolojik ve tarihî açıdan Doğu da, Batı da genel çizgileriyle ayrı kültürlerin, ayrı dünyaların, ayrı yaşayış düzenlerinin ve tabiatiyle ayrı insanlık anlayışlarının tarifinde kullanılan terimler olarak karşımıza çıkıyor.
Sovyet Komünist İmparatorluğu’nun 1991’de çöküşünden önce, Doğu denilince o dünya anlaşılıyordu.. Kapitalist emperyalizm dünyası ise, Batı..
Şimdi ise.. Batı, yine aynı dünya.. Ama, Doğu denilince Müslüman dünyası ve diğer Asya ülkelerini içine alsa da, asıl maksad, Müslüman coğrafyaları..
*
Miladî-20 Yy. ing. şairlerinden Rudyard Kipling’in ‘East is East and West is West, and never the twain shall meet.. / ‘Doğu Doğudur ve Batı da Batı.. Ve bu ikisi asla birleşmeyecektir..’ şeklindeki mısraı meşhurdur ve geçerliliğini hâlâ da koruyor. Bu iki farklı dünyada, insanın insana ve insanın tabiata bakış açısı birbirinden gerçekten de çok farklı.. Batı’nın alâmet-i farikası, materyalizm ve gücetaparlık’tır.
*
Bu gerçeğin anlaşılması açısından Batı denilen dünyanın kaptan gemisi durumundaki USA emperyalizminin hele de son seçilen başkanı Trump, bizim dünyamızdan ne kadar habersiz ve başkalarının hayatlarına ve yaşayış tarzlarına ve de aslî değerlerine ne kadar yabancı olduğunu, siyaset sahnesine İslam düşmanlığı yaparak çıktığı ve kitleleri korkunç bir din gibi gösterdiği İslama karşı korku ve nefret duygusuyla doldurduğu ilk andan itibaren göstermişti.
Bu kişi, zer (altın) ve zor’u, servet ve silah gücünü,19. Yy. vahşî kapitalizminin ölçülerine göre tereddütsüzce kullanabilecek ve seleflerinin -zâhiren de olsa- geliştirdiği bir takım diplomasi kurallarına bile aldırmayacak kadar bodoslamadan ve azgın bir boğa gibi saldırgan bir tip olduğu izlenimini daha baştan veriyordu.
Amerikan emperyalizminin bu yeni şefi sâyesinde, onların elinde bulunan ve Atom bombasından sonraki en güçlü silah olarak niteledikleri bir diğer silahlarının olduğunu öğrendik. Ve Trump bunu geçen hafta başarıyla kullandıklarını açıkladı.
Nerede mi? Afganistan’da..
*
Açıktır ki, -Afganistan’da, çok büyük bir düşman olmadığı halde, bu kadar güçlü bir silah denemesi yapmaktan maksad, dünyaya, hele de Müslüman halklara, nasıl karşı konulamaz bir güç olduğunu hissettirmektir.
Yani, USA emperyalizmi demek istiyor ki, bizim atom gücümüz, başka 7-8 ülkenin daha o güce sahib olması ve bize karşı kullanılması ihtimali yüzünden etkinliğini epeyce kaybetti. Mâdem ki öyle, alınız size konvansiyonel silahların en gelişmişi..
Ama, ihtimal ki, bu tehdit de kısa zamanda etkisiz hale gelecek veya dengelenecek..
*
Aslında, o ilk Atom Bombası’nın kullanılmasında da askerî açıdan bir zaruret yoktu. Çünkü Almanya, İkinci Dünya Savaşı’nın 6’ncı yılı dolmak üzereyken 8 Mayıs 1945’de kayıtsız-şartsız teslim olmuş, Japonya ise teslim olmanın yollarını aramak üzere, eski bir Japonya başbakanını Moskova’ya göndermişti.
Amerika ise, Sovyet Rusya ve Stalin’in öncülüğünde ulaşılacak bir barışa sıcak bakmıyor, kendi gücünün karşı konulmazlığını bütün dünyaya net olarak göstermek istiyordu. İşte onun için, 5-7 Ağustos 1945 tarihlerinde, o zamanki Amerikan Başkanı Truman, hiçbir askerî birliğin de bulunmadığı bilinen Hiroşim ve Nagazaki gibi, sadece sivil halkın yaşadığı iki Japon şehrine beşer tarihinin ilk iki atom bombasını atmış ve 300 bine yakın insanı bir anda kavurmuştu. Sergilenen, modern barbarlıktı; medeniyeteler çatışması değil..
*
Şimdi de, Trump, yeni müthiş silahlarının başarıyla denendiğini gururla açıklıyor.. Ancak, o ve diğerleri de, yeni silahlarını Müslüman coğrafyalarında deneyecekler anlaşılan..
Ama, Sovyet komünist İmparatorluğu zayıf Afganistan’da başarı sağlayamamanın da etkisiyle dağılmıştı. Aynı âqıbetin USA kapitalist İmparatorluğu için de olmayacağını kim iddia edebilir?
*
stargazete