Abdurrahman Dilipak
Dünden bugüne karanlık yıllar
Tarih övgü ya da sövgü kitabı değildir. Tarihten ders alınır.. Bugün, geçmişin bilgi birikimi ve tecrübeleri ile, geleceğin umudu, planları arasında bir anlam ve değer kazanır..
Celal Tahir’in 31 Mart’tan 28 Şubat’a KARANLIK YILLAR isimli bir kitabı var. Benimle yapılan bir mülakat da yer alıyor kitapta.. Birçok farklı isim, Türkiye fotoğrafına bakıyor ve farklı fotoğraflar veriyor. Siz bu parçaları birleştirdiğinizde kendi fotoğrafınız çıkıyor.. Herkes gerçeğin bir parçasına sahip, ama o bütünleşik fotoğrafa bir türlü ulaşamıyoruz.. Evet “Hayim Nahum Efendi ile beraber, Emanuel Karasu da Lozan’da idi.” Harry Ojalvo da bu oyunun farkında.. Peki Karasu ve Nahum’un siyasi mirasçıları kimler bugün ve nerede duruyorlar, ne yapıyorlar.. “II. Abdülhamid’in düşüşü, herkes için sonun başlangıcıydı” diyor Mihail Vasiliadis. Bu Rumlar için de Ermeniler, Süryaniler için, Ezdiler için de trajik bir sondu aslında. Tıpkı Mecusilerin Anadolu’daki sonu oluşu gibi.. Mustafa Armağan “II. Abdülhamid, Batılıların oyununu bozan adamdır” diyor kitaptaki röportajında. Peki, ya bugün batılıların İslam’a, Müslümanlara, bize karşı kurdukları oyun ne! Bu oyunun taşeronları kimler..
Biz 31 Mart vakasını anlamadan bu darbelerin hiç birini doğru anlayamayız.. Tabii Çanakkale’nin geçildiğini anlamadan da! Müfid Yüksel’in dediği gibi bizdeki tek parti zihniyeti ya da darbeci gelenek, 31 Martçıların, İttihat Terakkicilerin siyasi mirası olmasın sakın!
“İslamcılık, Türkçülük ve Osmanlıcılık; üçü de batıcı, modernleşmeci ve terakkicidir”. Mümtaz’er Türköne öyle diyor. Bugün de cemaatçı neo İslamcılık aynı mirasın devamı değil mi sanki! Batıya karşı olurken bile batı argümanları ile karşı çıkmıyor muyuz. Mustafa Kemal’i eleştirirken bile metodik anlamda Kemalist bir tavır ve üslub içinde değil miyiz! 3 Tarzı siyaset neyin nesi idi? Hani şu İslamlaşmak, Türkleşmek, Muasırlaşmak hikayesi. Kürt Ziya (Gökalp) işin sırrını çözmüştür: Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim!
Aslına bakarsanız, biz Anadolu’ya 1071’de gelmedik, MÖ’ye kadar gider Anadolu’daki varlığımız.. İstanbul’un Fethi de gerçeklerle örtüşmez. Birçok kişi ilk Fetih kutlamasının Cumhuriyet gazetesinin media sponsorluğunda 1953’de 1. Ordu, Vali ve Belediye Başkanının katılımı ile bir devlet politikası sonucu kutlandığını da bilmez.. Kurtuluş savaşında İngilizlerin ve Rusların rolü de pek bilinmez. Yunan’a karşı Sakarya meydan muharebesinde Rusların ve İngilizlerin bizi desteklediğini. İngilizlerin daha önce Yunan’ı İzmir’e çıkaranların kendileri olduğu halde, daha sonra Yunan kuvvetlerinin Sakarya’da durdurulması için bizi destekledikleri de bilinmez..
Tarih bizim için bir illüzyondur hâlâ. Kendi tarihimizi arşivlerden çaldığımız belgelerden, hatıralardan, yabancı arşivlerdeki bilgilerden damıtmaya çalışıyoruz..
Aytunç Altındal’ın bir röportajında kullandığı şu ifadeler de ilginç: 1958 yılında Türkiye’ye gelip bir yıl süreyle İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ders veren Amerikalı bir hoca, ajan tabii, 25 Mayıs 1960 tarihinde Pentagon’a bir not geçiyor. 25 Mayıs 1960’da diyor ki, “Menderes mutlaka güç kullanılarak devrilmelidir, aynen böyle.” Suçu ne biliyor musunuz, Rusya ile ABD’den habersiz temas kurulmuş olması. “1960 yılının Şubat ayında, Fatin Rüştü ve Menderes birlikte Sağlık Bakanı, eski İstanbul Valisi Lütfi Kırdar’ın evine geliyorlar. Lütfi Bey hasta o sırada ve diyorlar ki, “Lütfi Ağabey sen bir Moskova’ya gitsen, bir görüşmelerde bulunsan, fakat Amerikalılar bu işi anlamasın diye, şöyle bir iş yapalım. Bir sağlık heyeti olarak, Kars-Van Bölgesinde salgın hastalıklar çıktı, dolayısıyla Ruslarla müşterek olarak bunu nasıl engelleriz, nasıl düzeltiriz, diye bakmak bahanesi ile bir sağlık ekibi yollasak oraya. Sonra siz orada biraz rahatsızlansanız, dolayısıyla sağlık ekibi üç gün kalacağına, bir ay kadar bir süre kalsa? Bütün bu işleri bir kotarsanız” deniliyor. Lütfi Bey de kabul ediyor. Bir sağlık bakanlığı heyeti kuruluyor. O sırada gazetelerde yazılar çıkıyor, Kars’ta salgın hastalık, hayvanlar ölüyor, böyle bir kamuoyu oluşturma numarası yapılıyor. Zaten hava da soğuk... Amerikalılar ve İngilizler de orada hakikaten salgın var mı yok mu anlayamıyorlar, derken bizim heyet Moskova’ya gidiyor. Hakikaten Moskova’da direktif çerçevesinde Lütfi Kırdar Bey rahatsızlanıyor. Ruslar diyorlar ki, şu anda seyahat etmesi sakıncalıdır. Ve orada kalınıyor bir süre, sanırım 17 gün kadar kalınıyor. Lütfi Bey, devlet adına, Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu’ya binaen, Ruslarla, gizli bir anlaşmaya varıyor. Ve diyor ki, tamam Menderes gelsin, Rusya’yı ziyaret etsin, tarih belirleniyor, her şey belirleniyor, Lütfi Bey dönüyor. Döndükten sonra da bunları söylüyor. Menderes de bir açıklama yapıyor, ben şu tarihte Rusya’ya gideceğim diyor. 27 Mayıs oluyor. 27 Mayıs olduktan sonra da Lütfi Bey Yassıada’da ölen tek kişidir.”
Erdoğan da Çin’e füze gövdesi, Ruslara füze rampası siparişi yetmiyormuş gibi bir de Şanghay’a katılmaktan söz ediyor.. Başına gelenlerin sebebi şimdi daha iyi anlaşılıyor sanırım..
Muhsin Yazıcıoğlu’nun öldürülmesi ile ilgili bir ayrıntı da, Avni Özgürel mülakatından; “Rahmetli Muhsin kardeşimle kaza denilen hadiseden yaklaşık bir ay, yirmi gün önce, biz bir kahvaltı ettik. Muhsin Yazıcıoğlu, Bülent Ecevit’in öldürüldüğü kanaatinde idi. Ve bunun çok ciddi bir operasyon olduğu kanaatindeydi. Bunu bazı savcılara söylemiş. Ve buna ilişkin duyumlarını anlatmış. Bu konuda Rahşan Hanımı da bilgilendirmiş. Ve savcılar bugün bu olayı soruşturuyorlar. Nitekim Allah rahmet etsin, emin misin diye sorduğumda ‘Ben eminim’ demişti. ‘Bülent Bey öldürüldü’ dedi.” Ecevit öldürüldü. Sonunda Yazıcıoğlu da öldürüldü..
Kemal Burkay’ın Apo ile ilgili ilginç iddiaları var.. Aile, Komünizmle Mücadele Dernekleri ile ilişkilerinden tutun da Hukuk Fakültesine girişine kadar.. Ömer Laçiner’in mülakatından ilginç bir bölüm: “İsrail İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’u İlyas Aydın mı öldürdü? Hayır efendim İlyas Aydın öldürmedi, öldüren öldürdü.
Bir röportaj kitabından seçdiğim paragraflarda sözü edilen garip iddialar. Aslında daha fazlası da var kitapta. Üstelik bugün bunlar söylenebilenler. Söylenemeyen daha o kadar çok şey var ki. Selâm ve dua ile..
yeniakit