
Abdurrahman Dilipak
EL VEDA EY ŞEHRİ RAMAZAN DERKEN!
Evet Ramazanın sonuna geldik. Şimdi veda vaktidir.. Galu bela zamanında, Elestü bezmindeki ahd’e vefa zamanıdır.. Şimdi o AHİD’e aykırı ne varsa onu reddetme zamanıdır. Resulullaha da ona ümmet olmaktan kaynaklanan bir ahdimiz vardı, ona aykırı olmamalı hiçbir ahid. Eğer olursa o şirk ve münafıklık alameti olur, Allah korusun.
Necip Fazıl ne diyordu bir şiirinde: “Müjdecim, kurtarıcım, efendim, peygamberim: sana uymayan ölçü; hayat olsa teperim!” Şiir olarak okumak kulağa hoş gelebilir de, dudaklarımızdan dökülen kelimeler kalbimize mi akıyor, yere mi düşürülüyor yoksa siyasetin, dünya menfaatlerinin rüzgarı ile havaya mı savruluyor?
Bugün insanlık olarak, ümmet olarak, ülke olarak büyük bir imtihanın içindeyiz. Bugün bu imtihan vesilesiyle hayatımıza dair bazı uyarılarda, hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.
Servetiniz ve gücünüz aklınızdan ve imanınızdan büyükse, vay sizin başınıza geleceklere.. Korkunuz, ihtiraslarınız, gücünüz ve servetiniz kadar büyük olacak. Servet ve gücünüzün, Malınızın bereketini ve hayrını görmeyeceksiniz. Yiyeceksiniz ama doymayacaksınız. Korumalarınız olacak ama kendinizi güvende hissetmeyeceksiniz. O haram para ile beslenenler, o Şeytanın zehirlediği ekmekle, su ile zehirlenmiş olacaklar. Onlar bu zehirden kurtulmadıkça, dertlerinin devası da olmayacak.. Dikkat, sadece şarap ve rakı değil, servet güç, iktidar ve şehvet bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığı gibidir. İktidar ve servet de insanı sarhoş eder.
Her insanın, yaratılıştan kaynaklanan şuurun altına gömülü, derununda, bir Allah ve ahiret inancı vardır. Siz onu bir daha çıkmamak üzere bir yerlere hapsettiğinizi sansanız da, uykularınızda da olsa, aklınıza getirilir. Vijdanınız’daki zonklamayı doktorlar durduramaz. Siz hissetmeye devam edersiniz ve bunun tedavisi yoktur. Şeytan onu size unutturmak için aklınızı başınızdan alacak şehvet, kumar, uyuşturucu gibi vadilere sürükler sizi. Belki bunu unutmak için fuhşa yöneliyor birileri. Macera arayışları onlar için Şeytanın önlerine açtığı aldatıcı bir kaçış kapısı.. Birileri bunun için daha fazla adrenaline/heyecana sahip olmak ister. Aklı zail eden hiçbir şey de hayır yoktur. Bu anlamda Alkole, uyuşturucuya, kumara sığınanların akibeti hayrolmaz.
Zavallı insancılıklar, bu çaresizlikleri içinde bile, başkalarının kendini övmesi, kıskanması, imrenmesi ile mutlu olur gibi gözükseler de, bunlar geçicidir. Güç ve servetlerini kaybetme korkusu akıllarını başınızdan alır. Çünkü itibarları o servet, korku salan güç, ve makamlarından ibarettir. Onun için de güç ve servetinizi korumak için Şeytan size her şeyi meşru gösterir.
Çevrenize bakın, çevrenizde, siyasetçi, bürokrat, Alim kılıklı bir sürü hasta, din, ahlak ve gelenekten yoksun TransHuman BİREY’ler göreceksiniz. Onlar için artık gayeye giden her yol meşrudur. Bunlar ister istemez, zaman içinde kendilerini Tanrı gibi hissetmeye başlarlar. İlahlık ve Rablik taslarlar. Yani başkalarına kural dayatmaya ve onları kendi anlayışlarına göre terbiye etmeye başlarlar. Sadist ve münafık bir nefs onları ins’in şeytanına dönüştürür.
2. Mahmut da “Teb’a”sına (Tabi olanlarına), “Reaya”sına (MONARK: TEK ADAM’ın Koyduğu kurallara riayet etmek zorunda bırakılan) kişilere “Kullarım” diye hitap etmeye başlamıştı Tanzimatta. Kendi yazdığı fetvayı, Şeyhülislama gönderip, “ya imzala, ya da kelleni gönder” diyecek noktaya gelmişti. Çünkü onlar ona göre “Kapı kulları”dır. Onlar Bab-ı ali’nin kapısında bekleyen “Kullar”dır. İşler bir noktaya gelip, “uluslararası sistemin talebleri doğrultusunda rejim değişikliği” gündeme gelince, halk sultana “Gavur Padişah” lakabını taktı. Zira bizde “kula kulluk yoktur”. Nihayetinde sultan da kul’dur. İnsan sadece “Allaha kul, resulüne Ümmet olur” Ve bu aklın sahipleri Monarşiden Cumhuriyete geçerken bile kendilerine bir EBEDİ ŞEF ve TEK ADAM buldular. Onların bir de 2.si vardı.
Bakın, Haksız kazanılan ve haksız tasarruf edilen her şey, kişinin cehenneminde kendini yakacak ateşe dönüşür. Hz. Süleyman kadar zengin olamasanız da, ona yaklaşmak istiyorsanız, akıl ve iman olarak da ona yaklaşmanız gerek. Tabi Hz. Süleymanın servetine sahip olunca onu onun gibi kullanabilecek misiniz. Helal kazanıp, Helal harcamak gerekiyor. Helal kazanıp haram harcayanlar için de acıklı bir azab vardır. Allah (cc) indinde itibar getirmeyecek yolda, nefsin hoşuna gidecek ve başkalarının gözünde kendini büyütecek yolda harcayanlar umduklarından mahrum olacaklar Geçici bir süre için artırılan imkanları, ilahi gazabın artırılmasından başka bir işe yaramayacaktır.
Her şeyin sahibi Allah’tır, servet ve iktidarın da, itibarın da! Kim neyi ihtirasla isterse ya da Karun’laşarak sahip olduğu ilim, servet, mal, mülk, makam ve itibarı kendinden bilirse Allah (cc) onu o şeyle imtihan eder. İhtirasla istediğimiz her şey imtihanımız olur. Bu imkanlara sahip olmayı ne için istedikse, Allah, kendini unutan o kişiyi o şeyden mahrum bırakır. Ve sonuçta kaçtığını sandığı şeye doğru yokuş aşağı, koşar adım giden adamı haline benzer hali. Ve bu yolun bir geri dönüşü de yoktur eğer kalbi mühürlenmişse. Hz. Yusuf’u hatırlayın. Allah (cc) onu malları, canları ve sevdikleri ile, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan etti. (Âl-i İmrân 186) ne deniliyordu, “Mallarınız ve canlarınız husûsunda (artırılarak ve eksiltilerek) mutlaka imtihan edileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve günahlardan sakınırsanız, elbette bu davranış, yapılmasında azimli ve kararlı olunması gereken en mühim işlerdendir”.
Bakar mısınız Allah bizi de korku, açlık ve sahip olduğumuz şeyleri de eksilterek imtihan edecekmiş. Neyle övünüyor ve onu kendiniz için vazgeçilmez gibi gördüğünüz her şey tehdit altında. Öyle Ezel- Ebed-Müebbed gibi zat-ı zülcelale aid olan şeyleri kendileri içinmiş gibi konuşanların akıbetleri hayr olmayacaktır. Kimi peygamberlerin iktidar süresi kendi ömrü kadar bile olmamıştır. O süre liderlerin (!?) karizması ile belirlenmez, toplumun liyakatı ve imtihanın şekli ile ilgilidir. Bunun dışındaki iddialar şirktir, hezeyandır. Bir şeyin uzun ömürlü olması her zaman makbul değildir. Sürenin uzunluğu, verilen mühlet, bazen gazabın artırılması içindir. Allah bize de, neslimize de devletimize de hayırlı bir ömür ve hayırlı bir ölüm versin. Hayırlı olmayan servet de, güç de, ilim de gazab vesilesidir. Ayette ne deniyordu: (Bakara 155-157) “Ey müminler, (itaatkârı âsi olandan ayırd etmek için) sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsüllerden yana eksiltme ile, andolsun imtihan edeceğiz. (Ey Habibim) sabredenlere (lütuf ve ihsanlarımı) müjdele. Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, ‘Doğrusu biz Allah’a aitiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz’ derler. İşte Rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir ve işte doğru yola ulaşmış olanlar da bunlardır”. Yani “kaybetmek” de var. Öyle Anayasa değişikliği ile KADER’İN DEĞİŞTİRİLMESİ gibi hezeyanların gerçek hayatta bir karşılığı yok. Hatta birilerine hayır gibi gelen o şeyin, İstanbul sözleşmesi, Lanzarotede olduğu gibi büyük bir şer’e ve fitne’ye dönüşmesi de mümkün.
Hz. Eyyub’u düşünelim.. Kim derdi ki, o tükenmez sanılan servet tükensin. Yıkılmaz sanılan devlet yıkılsın ve dünyevi imkanlar eksiltilince de, Resulün yanında zevcesinden başka kimse kalmasın.. O bir peygamberdi. Bu sonucu doğuracak bir yanlış da sözkonusu değildi, tıpkı Hz. Yusuf örneğinde olduğu gibi. Servet ve iktidarın sarhoş ettiği kişiler bu gerçekleri görmek, duymak, bilmek istemiyorlar sanki.
(Tevbe 24)’de ne deniliyordu: “De ki: ‘Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler size Allah’tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah’ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.” Bu uyarı kulağımıza küpe olsun. Bu meali okurken Gazze’yi, Doğu Türkistanı düşünelim. Kaldı ki, Müslümanların peygamberi alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberidir. Yeryüzünden hesaba çekileceğiz. “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir adli ihali sorar Ömer’den onu” ölçüsü tüm dünyada hepimiz için geçerlidir. “Bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm önerisi bizim önerimiz olmamalıdır”. Haksızlık kimden gelirse gelsin kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı olacağız. Her zaman söylüyorum, zalim babamız da olsa mazlum düşmanımız da olsa! Bir kişi ya da topluluğa, bir kavme olan düşmanlığımız ya da öfkemizi bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemeli. Ne buyuruluyordu, (Nisa 135)’de. Ayet; “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır”. Evet bakalım, Şeytan’ların bağı çözülürken, bakalım Şeytana, İnsin ve Cin’nin Şeytanlarına ne kadar direnecek ve Ramazanın ruhaniyetini ve bereketini ne kadar üzerimizde taşıyabileceğiz.
Evet, Adalet yoksa barış da olmaz!. Adalet yokken halkın sessizliği korku ile sindirilmişlik ve teslimiyetten başka bir şey değildir. Eğer Adalet ve barış yoksa, orada hiçbir Hak ve Hukuktan, özgürlükten söz edilemez. Onun için şucu-bucu olmayalım. Yüzümüzü Hakka dönelim ve kişi, olay, zaman ve mekana karşı adil şahidler olalım. Bu güven, esenlik, barış ortamını yok eden ister kafir, isterse fasık olsun, Allah onları doğru yola/sıratı müstakime erdirmez. Onların varacağı yer cehennemdir. Bu dünyada da Allah (cc) onların işlerini sarp dağlara sardıracak, üstlerine pislik yağdıracak. Bugün başımızın belası olan Chemtrail de sakın böyle birşey olmasın! Selam ve dua ile.
mirathaber