Merve Kavakçı
Elini taşın altına koyma zamanı
Çatışma çözümü odaklı teoriler temel olarak iki unsurdan bahseder. Çatışma zeminini oluşturan taraflar bir şekilde kendi taraflarındaki kayıpların karşılığını almak gayretine girerken, aynı durumu karşı kampın taraftarları için de eşzamanlı olarak yapılmasına destek vermelidirler. Burada bahsedilen “kayıp” maddi ve manevi şeylerdir, sadece ölen ve öldürülenlerden söz etmiyoruz yani, bir çocuğun babasız kalmasından, bir evin ocağının sönmesinden, bir annenin yüreğinin dağlanmasından vesaire. “Kayıp” konsepti ne kadar kapsayıcı olursa ve ne denli karşı taraftaki aynaya da aksettirilirse çatışmanın çözüme ulaşması da o kadar çabuk ve daha da önemlisi sağlam temellere oturarak sağlıklı olur.
Çözüm yolunda ikinci olmazsa olmaz da tarafların sorumluluktan kaçmamalarıdır. Yani eşit miktarda sorumluluk dağılımı ve bunun samimi şekilde yapıldığının tarafların taraftarları tarafından gözlemlenmesi gerekir. Bu şu demek, çatışmanın tarafı olan diyelim ki iki kamp var, bu iki kampın ileri gelenleri, mesela siyasetse konu o zaman siyasi partiler, iki kültürel, dini, etnik vesaire grupsa o zaman onun yöneticileri samimi bir şekilde çözüm üretme yolunda çalışmak zorundadırlar. Bu samimiyetleri de kendi taraftarları olan halk kitlelerine yansımalıdır ki, çözüm denen şey sadece kağıt üzerinde, tepe mercilerde, büyük toplantı salonlarında kalmasın, halka, sokağa yansısın. Çatışmanın bitimi, çözümün gelişi ancak bu şekilde olur.
Şimdi dönelim Türkiye siyasetine. Dünyanın çatışma örneklerinin olduğu diğer bölgelerde gördüğümüz etnik sorunlardan, bu bağlamda Türk ve Kürt halklarının çatışmasından değil de, Türk devleti ve PKK arasındaki savaştan söz ediyoruz, Türkiye çerçevesinde. Bu şu demektir, Kürt orijinli vatandaşların tamamı silahlı bir örgüt olan PKK’nın savunucusu olmadı bu ülkede. Şu oldu ama, Kürt kimliğinden geldiği için insanlar dışlandı, hor görüldü, küçümsendi, aşağılandı, sindirildi, iş verilmedi, işini kaybetti, kenara itildi, sesini yükletmiş bulununca da kendini kodeste buldu. Biraz militant tavrı varsa da PKK ile özdeşleştirildi ve türlü işkencelerden geçirildi. Ancak bu devlet bunu sadece Kürtlere yapmadı. Fazlaca “Müslüman” addettiklerine de yaptı. Üç aşağı beş yukarı benzerini yaptı, irtica ile yaftaladı.
Hiç çözülmezmiş gibi gözüken Kürt “sorunu” önce bir problematik olarak tanındı, sonra çözümlenmeye oturuldu. Osman Baydemir’in milli kıyafeti içinde poz verdiği, Şiwan Perwer’in şarkı söylediği, PKK lideri Öcalan’ın mektubunun okunduğu o “çözüm” günlerinden bu günlere gelindi. HDP diye bir parti Kürtlerin siyasi taleplerini dillendirmek üzere meclise girdi.
Bu şu demekti teknik olarak: Artık analar ağlamayacak. Artık silahlar susacak. Artık çatışma olmayacak. Artık taraflar bütün iyi niyetleriyle masaya oturacak ve konuşacak. Evet konuşacak. Eli silaha gitmeden, taşa, tüfeğe sarılmadan, ko-nu-şa-cak. Peki öyle mi oldu?
Hayır. Bunun sorumlusu PKK’dır, HDP’dir, CHP’dir, MHP’dir. Hepsi sorumluluktan kaçtı, elini taşın altına koymadı, hep bana, hep bana dedi. Halkımız bunu görmüyor mu zannediyorsunuz?
yeniakit