Erdoğan'a sorul(a)mayanları sordu
Hülya Avşar, Erdoğan'a bu zamana kadar sorulamayan ya da sorulmayanları ...
Hülya Avşar Başbakan Erdoğan'a sorular yöneltti.
HÜLYA AVŞAR - O zamanlarla, bu zamanları kıyaslarsam, saçınız biraz daha mı beyazladı. Çok mu yorduk biz sizi? BAŞBAKAN - Koşan, dertli olan, düşünen ya saçlarından dökülerek bir şeyleri kaybeder veyahut saçlarının aklaştığını zaman geçtikçe hisseder. HÜLYA AVŞAR - Gerçekten çok yoruluyor musunuz, yoksa etrafınızdaki kişiler sizin yükünüzü üzerinizden yüzde 70 oranında alabiliyorlar mı? Sırf karar vermek değil de, her şeyi detaylı düşünüyor musunuz? BAŞBAKAN - Şimdi tabii bunun oranını belirlemek kolay değil. Ama ben hizmet etmeyi bir güç kaynağı olarak görüyorum. O benim için ayrı bir güç kaynağı. Tabi ki bu gücü oluştururken yanınızdaki mesai arkadaşlarınızın size olan katkıları çok çok önemli. En azından onlar size moral depoluyor. Onlar size birikimleriyle katkıda bulunuyor. Gördükleri eksikleri size hatırlatmak suretiyle, sizin bu eksiğinizi gidermenize yardımcı oluyorlar. Tabi bunu dışardan bakanlar belki hissedemeyebilir. Ama bunu biz hissederek, bunu düzeltmek suretiyle de geleceğe çok daha da emin adımlarla, çok daha kararlı bir şekilde yürüme fırsatını buluyoruz. Bu bakımdan yorulmak nedir, ben yorulmak nedir şu ana kadar bilmedim. Çünkü siyasetteki ömrüm kısa değil. 18 yaşından itibaren gençlik kollarından, bugüne siyasetten adeta hiç ayrılmaksızın iç içe oldum ve böyle geldim. Ve halkımın teveccühü her zaman güç kaynağımız oldu, onlarla beraber olmak her zaman güç kaynağımız oldu. Şu anda da o güç kaynağıyla geleceğe çok daha kararlı bir şekilde yürüyoruz. '4 TEMEL TAŞ'HÜLYA AVŞAR - Peki, tabii ki detaylı düşündüğümüzde yorulduğunuz gerçek. En çok Türkiye'nin hangi sorunlarıyla bizzat ilgileniyorsunuz? Çünkü, bir sıralama vardır tahmin ediyorum. Bunlar hangileridir, en önemli olan... BAŞBAKAN - Şimdi bunu özellikle bu yeni dönemde ben 4 tane temel taş üzerinde Türkiye'yi yükselteceğiz dedim. Birincisi eğitim, ikincisi sağlık, üçüncüsü adalet, dördüncüsü emniyet. Bu dört temel taş üzerinde yükselen bir Türkiye. Tabi bunun üzerinde neler olacak, bu çok önemli. Bunun üzerinde enerji, bunun üzerinde tarım, bunun üzerinde
BAŞBAKAN - Hayır bu zaman içerisinde oturacaktır bu sistem. HÜLYA AVŞAR - Bu zaman dediğiniz... Biraz aceleci bir milletiz biz çünkü. Hep zaman zaman kelimesi... BAŞBAKAN Onun için de biz tabii olayı ister istemez çok daha sıkı tutuyoruz. Mesela şimdi, yaptığımız düzenlemelerde diyoruz ki, bir
BAŞBAKAN - Tabii işte az önce ifade ettiğiniz o denetim mekanizması her geçen gün artacak. O daha da güçlenecek. Ve bu noktada biz de eksiklerimize bakıyoruz, çünkü bir sistemi oturtuyorsunuz, kolay değil. Bir evden bir eve taşındığınız zaman bile yerleşene kadar, bir çok oradaki eşyalarınızı bulmakta zorlanıyorsunuz. Burada sistem değiştiriyorsunuz. Bu sistemi değiştirirken, tabi ki bazı aksamalar olacak ama, bu aksamaların ben çok uzun süreceğine inanmıyorum. Çünkü arkadaşlarımız ciddi bir tecrübe sahibi oldular. Halkımızın bilinçlenmesi lazım. Halkımız bu arada bilinçleniyor. Ve bir rekabet başladı. Bu rekabet nedir, sağlık kurumlarımızın arasında daha iyi hizmet verebilme anlayışı yerleşmeye başladı. Çünkü iyi hizmet vermeyene benim vatandaşım bundan sonra gitmez. Bu hastanenin iyi bakımı vardır der, oraya gider. Devlet hastanelerinde, üniversitelerimizde, vakıf hastanelerinde bütün bunlar oturduğu anda inanıyorum ki, benim vatandaşım işte ah demeyecek. Diyecek ki ben hamdolsun
'HEP BAŞKAN OLDUM'
HÜLYA AVŞAR - 18 yaşında politikaya girmeye karar verdim dediniz ve ondan sonra özel bir şirkette çalıştınız. Akabinde de politikanın içerisinde yer aldınız. Özel şirkette çalışırken, bir gün bu ülkede başbakan olabileceğinizi hedeflemiş miydiniz? Yoksa hayır ben politikanın içinde herhangi bir yerde ama, yeter ki politikada olayım diye mi düşünüyordunuz... BAŞBAKAN - Devlette de çalıştım bu arada.... Şimdi siyasette önünüz mesafe aldıkça açılıyor. Ama ben siyasette şu yönümü önce ifade edeyim. Mesela gençlik kollarında çalıştım, hep başkan oldum. HÜLYA AVŞAR - Liderlik yönüm kuvvetli diyorsunuz?
Başbakan İlçe başkanlıklarında hep ilçe başkanı oldum. İl başkanlıklarında, hep il başkanı oldum. Ve o dönemlerde bir de ayrıca merkez karar ve yönetim kurulu üyeliklerinde de bulundum. Fakat bir şeyi çok farklı yaptım. Bu işi inanarak, severek yaptım. Burada bizde bir anlayış oluşmuştu. O da şu: Siyasette siz talep eden olmamalısınız, isteyen olmalısınız. İsteyen oldukça, talep eden oldukça siz zayıf kalırsınız. Ama istenen olursanız, talep edilen olursanız o zaman güçlü olursunuz. HÜLYA AVŞAR - Talep edildiniz, istendiniz?
BAŞBAKAN Talep edildim.
'NERDEN ESTİ POLİTİKA?'
HÜLYA AVŞAR - Peki çok özür diliyorum. Kasımpaşa'da büyüdünüz. Orada tabii ki mahallede top da oynadınız, herkes gibi. BAŞBAKAN 15 yaşından itibaren. HÜLYA AVŞAR - Evet yani, bildiğimiz bir çocukluk yaşadınız tabii ki. Nereden aklınıza esti politika. Niçin politikaya girmek istediniz? Durup dururken, doktor değil, avukat değil de... BAŞBAKAN Ben şimdi ortaöğretim çağlarında bir defa benim o zaman sivil toplum örgütleri içerisinde aktivitelere katılıyordum. Okulda iyi şiir okuduğum söylenirdi. Münazaralar olurdu liseler arasında, o münazaralarda okulun münazara ekibindeydim. Bunlar da biraz bizim sivrilmemize vesile olmuştu. Okulun bütün sportif aktivitelerinde, atletizmde, voleybolunda, futbolunda okul takımının liseler arasında vardım, oynuyordum. Yani bu yönümle zaten, sosyol bir
BAŞBAKAN Ben sivil toplum örgütlerindeydim o zaman. HÜLYA AVŞAR - Sivil toplum örgütleri dolasıyla geldiniz.
BAŞBAKAN Tabii tabii onların içerisinde zaten çalışıyordum.
'BALIK BURCUYUM'
HÜLYA AVŞAR - Burcunuz nedir?
BAŞBAKAN Söyliyeyim mi? HÜLYA AVŞAR -
BAŞBAKAN Balık... HÜLYA AVŞAR - Balık? Şimdi içimden de geçti aslında, hani şiir okuma isteği... Aslında yan yana gelen bir şeyler var. Kasımpaşa denince, biz Kasımpaşa hani böyle sürekli boğuşan, top oynayan, gerçekten sert mizaçlı insanlara orada büyürler gibi.. Hani öyle bir imaj var. Fakat sayenizde Kasımpaşa'nın imajı o anlamda değil artık. Şimdi Kasımpaşa'da büyüyüp, şiir okuyan ve bir erkek. Genelde bayanlar daha çok şiir okurlar. Tabi ki erkekler de şiir okur ama, bir erkek... Kasımpaşa.. Top oynayan bir erkek. Ve sivil toplum örgütlerinde yer alan bir erkek. Çok romantik misiniz? Yani gerçekten içinizde bir romantizm var mıdır? Ya da romantik anlamda en hoşunuza giden nedir? Mesela, gül vermek midir, güneşin batışını seyretmek midir, nedir sizi bu kadar keyiflendiren, romantik yönünüzle... BAŞBAKAN Şüphesiz ki, güneşin batışını seyretmek, bunlar özellikle hele hele bizler için çok çok önemli. Çünkü onlar hep anlam yüklü. HÜLYA AVŞAR - Orada bir anlam var yani. Siyasi anlam mı var orada? BAŞBAKAN Batışı, doğuşu bizler için çok çok önemli. Onun felsefesini okuyabilmek çok çok önemli. HÜLYA AVŞAR - Ondan sıyrılarak...
BAŞBAKAN Şimdi öbür yanda yani gül vermek, karanfil dağıtmak. Hele hele çocuklarla ilgili olduğu zaman çocuklara yönelik olarak, onları sevindirebilmek benim adeta aşkımdır. HÜLYA AVŞAR - Eşinize mesela...
BAŞBAKAN Eşimle olan tabii... O benim için ayrı bir noktada. HÜLYA AVŞAR - Gül vermek... Bir hanıma gül vermek anlamında. Çocuklara olan düşkünlüğünüzü biliyoruz zaten... BAŞBAKAN Onlara bir çiçek demetini sunmak, onlar bizim için çok çok önemli. Kaldı ki, yapıda olduğu gibi bir de bunun yanında özellik bir siyasetçinin zaten olması gereken en önemli anlayış farklılığı burada yatıyor. HÜLYA AVŞAR - Bunu hanımlar açısından soruyorum özellikle.
BAŞBAKAN Bu çok çok önemli. Ve şu ana kadar bunu öyle zannediyorum ki başarıyla götürdük ki, aldığımız oylarla da bunu zaten gösteriyoruz.
'EŞİMLE EVLENİRKEN KONUŞTUK'
HÜLYA AVŞAR - Gösteriyorsunuz... Eşinizle olan, ailenizle olan ilişkiniz, başbakan olduktan sonra ne kadar dağıldı? Başbakan olduktan sonra torununuzla olmak, ya da çocuklarınızla sohbet edebilmek. Bu sizi biraz yaraladı mı? Nasıl zaman buluyorsunuz, çok merak ediyorum... BAŞBAKAN Şimdi talihsizliğim demeyeceğim, en önemli talihim şu. Bir evlenirken eşimle bunları hep konuşmuş olmamız ve kendisinin de bunu seviyor olması. Bunlar bizim için artı değerlerdi, kolay olanlardı. Dolayısıyla ben eşimden bu anlamda en ufak bir olumsuz yaklaşım görmedim. Görmediğim gibi, tam aksine hep destek gördüm. Kaldı ki, zaten benimle bu yolda beraber yürüdü. HÜLYA AVŞAR - Zaman ayırmak açısından görüşebiliyor musunuz?
BAŞBAKAN Ona geleceğim ama şunu bildi. Öyle benim günlerim olmuştur ki, ben öyle altıda, yedide, sekizde akşam evde döneyim, böyle bir şey mümkün değil. Bizim eve dönüşümüz geceleri hep oniki, bir iki... Ama eşim benim şunu bilir. Benim beyim muhakkak bir yerde bir toplantıdadır. HÜLYA AVŞAR - Başka bir şey düşünemez zaten?
BAŞBAKAN Bazı insanlar gider, lüzumsuz yerlerde vaktini geçirebilir. Benim hayatımda bu yok. Çünkü biz politikayı, masa başı politika olarak yapmadık. Veya sadece ne bileyim, yazılı görsel medyayı sadece kullanarak bu işi yürütün, böyle yapmadık. İlk politikaya başladığımız yıllarda adeta birebir politika yaptık. Biz sokak sokak, mahalle mahalle dolaşarak politika yaptık. Böyle anlattık. Mesela, 89 yılında benim Beyoğlu Belediye Başkan adaylığımda, bu dönemler hep böyle gelişmiştir. Biz kolayı seçmedik, zoru seçtik. Ve eşim o da benimle beraber aynı bu şekilde bu işi yaptı. Yani ben resmen siyasetin içindeydim ama, eşim de fiilen siyasetin içindeydi. Fakat çocuklarım tabi bizden bu noktada bizden gerekli olan doğrusu ilgiyi göremediler. Ama biz bu ilgimizi onlara kendimiz yaşayamadığımız eğitim, öğretimde onlara yaşatmanın kararlılığı içinde olduk. Dedik bizim alamadığımız eğitimi ve öğretimi hiç olmazsa çocuklarımız alsın... HÜLYA AVŞAR - Ama burada sevgi çok önemli.. Yani çocuklarınıza onları sevdiğinizi söylüyor musunuz?
BAŞBAKAN Onu söylemez olur musunuz? Onlarla en azından hafta sonunda o zamanlar tabii, şimdi bizim çocuklar öyle bir süreç yaşadılar ki, diyelim ki lise sona kadar burada okudular. Ondan sonra, tabii Türkiye'de mesela kızlarım İmam Hatip Okulu mezunu oldukları için burada okuma şansını bulamadılar. Burada bulamadıkları için biz tabi yavrularımızı yurt dışına gönderdik. Ondan sonra da tabi orada kaldılar, sadece tatillerde geldikleri zaman görüştük. Aynı şekilde, çocuklarım da katsayında maduriyete uğradılar. Onlar da yurt dışında okudular. Ve şimdi hala okumaya devam ediyorlar. Ve şimdi küçük kızım master ını yapıyor, yurt dışında. Büyük kızım, doğumunu yaptı, şimdi doktarası sebebiyle ama, buradan doktorasını yürütecek. O böyle onunla şimdi iyi görüşüyoruz. O, torunum hep beraberiz. Bir numaralı oğlum, o tamam artık burada. İki numaralı oğlum, o ise şimdi doktorasını yapıyor, yalnız tatil için geldi. Dolasıyla eğitim öğretim devem ettiği için ancak tatillerde görüşüyoruz. HÜLYA AVŞAR - Günlük hayatta telefonla konuşma olanağınız var mı?
BAŞBAKAN Tabii o kesinlikle var. Onunla, baba, anne o hasretimizi sürekli gideriyoruz. HÜLYA AVŞAR - Aynı zamanda bir babasınız.
BAŞBAKAN Babalığı unutamazsınız. Bakın babalığın hakkını veremeyen milletle bütünleşemez. Anneliğin hakkını veremeyen milletle bütünleşemez. Önce bir aileyi kendi içinizde kurabiliyorsanız, milleti güçlü kılabilirsiniz. Eğer kendi içinizde bunu kuramıyorsanız, milleti güçlü kılamazsınız. Çünkü millet aslında en büyük ailedir. HÜLYA AVŞAR - Tabii ki... Kızlarınız sizinle özel konularını paylaşabiliyorlar mı? Babacım, derste böyle bir problem yaşadım. Bir arkadaşım bana bunu söyledi. Ya da hocam bana böyle söyledi, yada bir yere gitmek istiyorum gibi problemlerini anne ile mi paylaşıyorlar, yoksa direkt size gelip de... BAŞBAKAN Ağırlıkla anne ile ama, zaman zaman benimle de paylaşırlar. Özellikle mesela farklı bir ülkeye gidecekse, beni muhakkak haberdar eder. Baba böyle böyle, ben filanca filanca arkadaşımla, filanca ülkeye gidebilir miyim? Tabi bir şeyi bir kenara koyamayız. Ayrı oluş sebebiyle içimizde o hasret, o özlem vardır. HÜLYA AVŞAR - Şimda artık büyümüşler. Allah hepsinin yolunu açık etsin. Başbakan olmasaydınız hangi mesleği tercih ederdiniz? BAŞBAKAN Şimdi tabii onu düşünmem artık mümkün değil. Artık Başbakan olduk, başbakanlığın hakkını veriyoruz. Belediye başkanlığı yaşadık, ekonomik alanda mesafe aldım. Dolayısıyla artık siyasetin içinde de bu iş geliştiğine göre, İstanbul'da Büyükşehir Belediye Başkanlığını yaptım, İstanbul gibi bir şehirde bunu yaptım. Ve o dönemin bütün kamouyu araştırmalarına bakıldığı zaman, belediye başkanlığı dönemimin İstanbul'da başarılı olduğunu herkes teyit ediyor. Zaten o bizim için siyasette çok önemli bir sıçrama tahtası oldu ve siyasette de şu anda ilk dönemde 16 ayda iktidara gelen bir parti olduk. Ve 16 ayda iktidara gelen bir parti olarak 34.4 oyla parlamentonun yüzde 65 milletvekilini almak suretiyle iktidar partisi olduk ve ardından kısa bir süre sonra da yerel seçimler oldu ve orada da yüzde 42 oy aldık. Bu tırmanma halk nezdinde bir şeyi gösteriyor. Demek ki bir memnuniyet var. Daha sonra 22 Temmuz, 22 Temmuz'da yüzde 47'le yükseliş devam ediyor. Halkın merkezi seçimde de yine AK Partiye itibarı, itimadı bir gerçeği ortaya koyuyor. Bizim bundan sonraki sürece yönelik olarak, şahsımla alakalı bir konuda bütün bu edindiğim tecrübeleri milletime bir defa başbakan olarak sürdürmek. Tabi ki buralar bizim için kalıcı noktalar değil. Halkım bize bu görevi verdiği sürece biz buradayız. Halkım bizi buradan emekli ettikten sonra... HÜLYA AVŞAR - Ama artık halkta değil galiba top...
BAŞBAKAN Şimdi tabii ben topun her zaman halkla olduğuna inanan birisiyim. Siyasette topu kimse halkın elinden alamaz. Her zaman için oradadır o. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyerek yola çıktık. Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün en zor anlarında bile gelip dayandığı kapı, Türkiye Büyük Millet Meclisi olmuştur. Oradan çıkarmıştır kararı. Ve burada da halkın verdiği yetkiyi ancak halk alır. Halktan başkası alamaz.
'MUHTAR BİLE OLAMAZSIN DEDİLER'
HÜLYA AVŞAR - Kapatılma konularına geldiğimiz zaman halkın yapabileceği birşey...
BAŞBAKAN Bunların hepsi ayrı ayrı konular ama. Ben bunu biliyorsunuz çok farklı yaşayan insanım. Biliyorsunuz, şiir okudum, ki bu şiir Talim Terbiye Kurulu'nun Milli Eğitim Bakanlığı'nın tavsiye ettiği kitaplarda olan bir şiirdi. Bununla hakkımda çıkarılan suçlama belliydi. İçeri girdim, çıktım ve gazetelerin o zaman attığı başlık. Muhtar bile olamaz demişlerdi. Ama biz kararlı bir şekilde yolumuza devam ettik. Muhtar bile olamaz dedikleri insan, geldi bu ülkede başbakan oldu. Şu anda ben başbakan olarak hizmetimi sürdürüyorum. Benim yolum hizmet yolu. Size değişik şeyler yapabilirler, ama benim abdestimden şüphem yok ki, namazımdan şüphem olsun. Ben bu noktada kendime ve arkadaşlarıma inanıyorum ve güveniyorum. Hatalar olur, yanlışlar olur ayrı mesele. Ama bizi yapmadığımızla bu nokta değerlendirmek, çok yanlış olur. Onun asıl değerlendirmesini kim yapar, halk yapar. HÜLYA AVŞAR - Evet ama sonra devreye girer diyorsunuz...
BAŞBAKAN Şüphesiz. Er veya geç döner gelir, gene hak yerini bulur. HÜLYA AVŞAR - Sorunun asıl cevabı tabii ki buydu. Ben de açıkçası siyasetçi değilim de. Sizinle halkın içersinden gelerek konuşuyorum. Bilgisizce ve cahilce sorular sorabilirim. Beni lütfen şimdiden affedin. Halkın dilinde dolaşan şeyler var bir sürü. Biz eyvah öldük mü? Amerika bizi özelleştirme sebebiyle topraklarımız, bankalarımız gidiyor. Biz sömürge mi olacağız? Yandık, bittik... Hiçbir şey bizim elimizde değil, her şey Amerika'nın elinde. Bu sözler halk içinde en çok dolaşan sözler. Bir gün bir başbakanımız çıkıp da bize, bu Amerika meselesini kapatalım artık, biz biziz, ben başbakanım her şey benim ağzımdan çıkan kelimelerle olur. Amerika burada şu kadar etkilidir ya da hiç etkili değildir. Bize hiç demediniz. Uçakta türbülans yaşarsınız da kaptan anons yapmadığı sürece tetikdesinizdir. Biz de halk olarak sizden bu konuya açıklık getirmenizi istiyoruz. Gerçekten biz bu kadar Amerika'ya bağımlı mıyız? BAŞBAKAN Şimdi bakınız Türkiye'de şöyle bir yaklaşım tarzı var. Bu tarz tabii hoş bir tarz değil. Türkiye'de Amerikan halkı gelip de oy kullanmadı. Benim halkım oy kullandı. Benim halkım oyunu kullanırken, AK Parti'yi nasıl bir parti olduğunu biz anlattık ve onlar da ona göre değerlendirmesini yaptı ve bizi iktidara getirdi. Bir defa bir kapalı bir toplum değiliz. Biz açık bir toplumuz. Artık biz o demirperdelerin yaşandığı dönemin partisi de değiliz, ülkesi de değiliz. Perdelerin hepsi yıkıldı. Artık demirperde yok, biz açık toplum mücadelesini veriyoruz. Eğer siz dünyaya kapalı yaşayacak olursanız, o zaman sadece 780 bin km2 içerisinde kalırsınız ve onsan sonra bir müddet geçer, nefes alamaz hale gelirsiniz. Teneffüs kabiliyetinizi kaybedersiniz. Türkiye'nin şu anda satılan hiçbir şeyi yoktur. 'DOST ÜRETTİK'
Tam aksine Türkiye'nin dünyada yükselen itibarı vardır. Bunu tabii ki Türkiye'nin içinde yaşayanlar, dar bir çerçeve içinde yaşayanlar anlayamazlar. Bunu ancak yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla görüştüğünüz zaman çok iyi anlarsınız. Ben örneğin Avrupa Birliği üyesi ülkelere gittiğimde kendi vatandaşlarımızı topluyorum, onlarla konuşuyorum. Onlarla konuştuğum zaman, aldığımız cevap hep şudur. Bizim onurumuzu yükselttiniz, bizim öne eğilmiş olan başımızı siz dikleştirdiniz. Artık onurluyuz, Amerika'ya gidiyorsunuz aynı şeyi görüyorsunuz. Rusya'ya acaba benim girişimcim niye artık çok daha fazlasıyla gidiyor, niye acaba şu anda Rusya ile Türkiye arasında dış ticaret hacmi Almanya'dan sonra ikinci sıraya geldi. Kimse bunu sormuyor dikkat edin. Bu çok önemli. Türkiye, Amerika ile de münasebetlerini, çünkü bir stratejik ittifakımız. Nato'da biz beraberiz. Ve bunu konuşmuyor kimse. Rusya ile olan münasebetimizi konuşmuyor kimse. Biz Rusya ile dış ticaret hacmi itibariyle 2. sıraya yükselmişiz. Amerika çok daha gerilerde. Niye bunu konuşmuyorlar da, burayı konuşuyorlar. Bir diğeri Türkiye bütün sınır ülkeleriyle, komşu ülkeleriyle şu anda münasebetlerini en ideal noktaya taşımış bir ülke. Biz geldiğimizde birçok sınır ülkeleriyle neredeyse diplomatik ilişkilerimizi bile kesecek noktaya gelmiştik, bu durumdaydık. Ama bizim şu anda dargın olduğumuz bir ülke kalmadı. Biz şu anda hepsi ile çalışıyoruz. Dış ticaret hacmini artırıyoruz. Diplomatik ilişkilerimiz çok daha farklı bir hale geldi. Bakın Yunanistan, Türkiye ile münasebetlerinde neredeydi, şimdi nerelere geldi. Bulgaristan, Romanya, Suriye, Lübnan.. Geliyoruz Irak, İran, hepsi ile münasebetlerimizde çok çok iyi bir konuma geldik. Ve bizler tabii bir şeyi kendimize özellikle temel felsefe biçtik. Dedik ki, biz düşman üretmeyeceğiz, dost üreteceğiz. Çünkü bu çok önemli. Avrupa Birliği ile ilgili süreçte, Avrupa Birliği'ne müracaat eden biz değiliz. Süreç 59'da başlamıştır ama 63'te merhum İnönü'nün döneminde resmen bu süreç başladı. 63'ten bu yana geldi geldi geldi, alınan mesafe ciddi manada yok. Sadece Sayın Çiller'in döneminde gümrük birliğiyle ilgili süreç başladı. O da bir kazanım. Olumlu konuşanlar var, olumsuz konuşanlar var ama bir kazanımdır bana göre. Ve gümrük birliğiyle bir sıçrama yapmıştır Türkiye. Daha sonra Sayın merhum Ecevit döneminde Helsinki anlaşması vardır. O da bir mesafedir. Ama bizim dönem Kopenhag siyasi kriterlerinin kabulu sebebiyle ki, benim milletvekili seçilmeden önce 14 günde yaklaşık, o zaman 15 üyesi vardı Avrupa Birliğinin, 14 ülkeyi dolaştığım dönemdi. Yoğun bir şekilde bütün ülkeleri dolaştım, başbakan değildim, sadece seçimi kazanmış bir partinin genel başkanıydım. Ve burada diğer siyasi partiler şunu konuşuyordu. Hangi sıfatla gidiyor. Ve Lüksemburg'a gitmiştik, orada çok manidar bir olay yaşadık. Türk medyasından birisi, Lüksemburg başbakanına şunu sordu. Sn. Erdoğan buraya bir partinin genel başkanı olarak geldi, siz hangi sıfatla kabul ettiniz. Ve beni sayın başbakan, ofisinde değil havaalanında kabul etti. Sonra beraberce ofisine gittik. Ve görüşmelerinden sonra yaptığımız basın toplantısında bunu soruyor gazeteci. Verdiği cevap şudur: "Biz demokrasiye inanmış ülkeleriz ve bir demokrasi mücadelesinden bu kadar büyük başarıyla çıkmış olan bir siyasi partinin genel başkanını karşıladım" dedi. Bu çok anlamlıdır. Biz bunların hepsiyle bu münasebetlerimizi çok yoğun ve çok süratli geliştirdik. Amerika ile ben Genel Başkan olarak Sayın Bush ile oval ofiste görüştüm. İlk görüşmem öyle olmuştur, başbakan değildim. Bu da yine o insanların demokrasiye bakışlarını göstermektedir. Ama Türkiye'de maalesef böyle bir anti yaklaşım, her konuda var. Bir zamanlar diğer komşu ülkelerimizde olduğu gibi. Bunların hepsini biz aştık. İran'la olan münasebetlerde bizim şu anda dış ticaret hacmimiz ciddi anlamda gelişiyor. Rusya ile az önce söylediğim gibi öyle, Türk cumhuriyetleriyle öyle. Türk Cumhuriyetlerine benim gidip, gelişim sadece merhum Özal, Sn. Demirel oralarla münasebetleri sıcak tutmuş, bunun dışında tutan olmamış. Ama ben aynen onlar gibi sık sık gidip geliyorum, görüşüyoruz, uluslararası toplantıları yapıyoruz. Ve burada herhangi bir ayırıma gidemeyiz, çünkü Türkiye'yi eğer güçlü kılacaksak dünya pazarlarında çok güçlü bir yere oturmamız lazım. Ben size bir rakam vereceğim. Türkiye 79 senede ihracatı 36 milyar dolar olan bir ülkeydi. 79 senede... Ama bakın son rakımı ben size söyleyeyim. Şimdi 120 milyar dolara ulaştık. 5 senede geldiğimiz nokta bu. Bu kenara atılacak bir olay değil. Yani siz oralara gitmezseniz, sizi kalkıp kimse buralara gelip, ziyaret etmez. Siz gideceksiniz, kendinizi anlatacaksınız, ürünlerinizi tanıtacaksınız ki o insanlar sizi ülkelerine davet etsinler, sizin ürünlerinizi alsınlar. Türkiye'de konuşuyorlar, işsizlik, işsizlik, işsizlik... peki kardeşim, bu ihracat olmazsa, bizim fabrikalarımız neyi üretecek? Neyi kime satacak? Şu anda bizim nüfusumuz bir taraftan artıyor. HÜLYA AVŞAR - Biz üretiyor muyuz peki?
BAŞBAKAN Üretiyoruz tabii. HÜLYA AVŞAR - Üretim bence biraz problem...
BAŞBAKAN - Hayır, hayır üretiyoruz. Çok çok da bu konuda başarılıyız. Biz eskiden tarım ürünü satardık. Artık Türkiye tarım ürünü satmayı falan çok geride bıraktı. Şimdi sanayi ürünlerinde Türkiye çok ciddi oranlara yükseldi. Artık yüzde 60'lar civarında sanayi ürünleri satan bir ülke durumuna geldik. Gelirimizi buradan elde ediyoruz. HÜLYA AVŞAR - O konuda yatırım var mı peki?
BAŞBAKAN Tabii sürekli bu yatırımlar artıyor. Bakın bizim gerek geçen yıl, gerekse evvelki yıl, mesela rakam 20 milyar dolarla, 22 milyar dolara çıktı. Doğrudan yabancı sermayenin Türkiye'ye girişinde. Biz gelmeden önce yıllık Türkiye'ye giren küresel sermaye 1 milyar dolar civarındaydı. 10 yıl geriye gittiğimizde. Ortalama 1 milyar dolar. Ama bu sürekli tırmandı, tırmandı, tırmandı ve bu yıl hariç 22 milyar dolara kadar çıktı. Şimdi Türkiye bir fırsatlar ülkesi oldu, bir yatırım ülkesi oldu. Şimdi tabi zaman zaman bu söylenen peşkeş çekiliyor, şu oluyor bu oluyor. Bakın samimi olarak söylüyorum, bizim devletin işletmiş olduğu fabrikalar noktasında devlet, bu fabrikaları işletirken çoğu bunların zarar ediyordu. Ve bu zarar eden fabrikaları ya tamamen kapattık, başka birimlere devrettik. Bunlar ne olmuştur. Ya üniversite olmuştur, ya okul olmuştur, ya hastane olmuştur, farklı bakanlıklar buraların alanlarını değerlendirmişlerdir. Veya bunları biz özel sektöre satmışızdır. Peki özel sektöre satınca bu niye peşkeş oluyor. Özel sektör bunu aldığı zaman burada yine bir tesis işletiyor ama, özel sektörün bir gayreti var. Nedir o? Sürekli günceller, neyi teknolojiyi günceller. Yani 10 yıl geride, 20 yıl geride kalmaz. Dünyayı rekabet edeceği için takip etmek durumunda. Ve oradan son teknolojiyi alır, belki ikinci elden alır ama alır. Bunu almak suretiyle de tabi ki, üretimini sürekli olarak arttırır. Bakın bizim tekstilde konfeksiyonda şu anda bizde bir durgunluk var. Niye bir durgunluk var biliyor musunuz? HÜLYA AVŞAR - Merak ediyorum.
BAŞBAKAN Bunun tek sebebi var. Eskiden biz tekstilde, diyelim ki bir fabrikada 500 kişi çalıştırıyorduk. Şimdi aynı fabrikada biz 50 kişi çalıştırıyoruz. Niye teknolojiyi aldı, 500 kişininin yaptığı işi şimdi 50 kişi ile yapıyor. HÜLYA AVŞAR - İnsanlarımız ne oluyor?
BAŞBAKAN İşte ona geleceğim. Maliyeti ne yaptı, düşürdü. Eskiden emek yoğun çalışılıyordu, şimdi teknoloji yoğun çalışıyor. Peki niye acaba bir durgunluk var. Dünya piyasalarında malum. Çin salgını dedikleri olay. Bu tabi ki özellikle iplik üretimini vs. vurmak suretiyle burada bizim maliyetimiz yüksek kaldı. İster istemez dünya piyasalarındaki rekabetimizi de olumsuz etkiledi. Ama buna rağmen, şu anda tekstilde konfeksiyonda arkadaşlarımız, tüm bu noktadaki üreticimiz mücadelesini kararlı bir şekilde sürdürüyor. Biz de tabi, kendileriyle görüşmelerimizde taleplerini sorduğumuzda, KDV'yi şuradan şurayaindirebilirseniz bu bizim için isabetli olur dediler. Biz de kalktık yüzde 18 olan KDV'yi, kalktık yüzde 8'e indirdik. Bu tür destekleri verelim istedik. Ve özellikle 49 tane teşvik bölgemiz var. Bu teşvik bölgelerinde onlara yardımcı olduk. Neydi bunlar, araziyi bedavaya verdik, vergide muafiyet getirdik, enerjide yüzde 50 indirim sağladık. SSK primlerini ciddi manada düşürdük. Bundan sonra bu yıl içerisinde Ekim zannediyorum, yüzde 5 gibi bir kolaylığı yine kendilerine bu noktada sağlayacağız. Bütün bu adımları atmamızın sebebi şu. Özellikle Türkiye gerçekten yatırım yapan, üreten ve dünya pazarlarıyla da ciddi manada rekabete giren bir güce kavuşsun. Ve şu anda biz bunu görüyoruz. Çünkü 120 milyar dolara dünyaya kapalı bir Türkiye olsaydık biz ulaşamazdık. Dünyaya açık oluşumuz bize bunu getirdi. Şimdi Amerika'ya düşman olmak sizi bir yere taşımaz. Rusya'ya düşman olmak sizi bir yere taşımaz, siz eğer güçlüyseniz o zaman kalkar rahat rahat konuşursunuz. Ve biz şimdi güçlüyüz. HÜLYA AVŞAR - Peki insanlarımız? Teknolojiden dolayı işsiz kalan insanlarımız için ne düşünüyorsunuz?
BAŞBAKAN Göreve geldiğimizde bakın şunu söyleyeyim, yüzde 10.9 oranında bir işsizimiz vardı. Şu anda yine bu oranda. En azından yeni artan nüfusu iş sahibi yapabildik. Azaltamadık, bunu kabul ediyorum. Ama iş sahibi yaptık. Bir nüfus artıyor bizim devamlı. HÜLYA AVŞAR - Azaltamadığınızı kabul ediyor olmanız, hoş bir şey.
BAŞBAKAN 70 milyon nüfusumuz var ama işsizlik dünyada tüm ülkelerin sıkıntısı. Avrupa ülkelerinin de sıkıntısı. Hepsinin sıkıntısı. Çünkü teknoloji ilerledikçe, az önce söylediğim gibi, emek yoğun durum ortadan kalkıyor. Maaliyeti de düşürüyor. Şimdi teknoloji maliyeti düşürünce, ne yapıyor yatırımcı tabi ki teknolojiye gidiyor. Öyle yerler var ki 10 kişiyle yapıyor işini. Ama daha önce bunlar 100 kişiyle, 150 kişiyle yapılıyordu. Şimdi koyuyor makinayı, bakıyorsun bir taraftan karton veriyor, öbür taraftan poşetlenmiş olarak her şeyiyle mamülünü alıyor. Bu noktaya geldik. Ve şu anda biz Amerika'ya buzdolabı satıyoruz, televizyon satıyoruz. Türkiye bu noktaya geldi. HÜLYA AVŞAR - Bunların hepsini aslında biliyorlar, biliyoruz.
BAŞBAKAN Bazı şeyler halkın gözünden malesef kaçırılıyor.
'AÇIK KAPALI AYRIMI BİZDE YOKTUR'
HÜLYA AVŞAR - Bence sizin iki tarafınız var. Gerçekten bu detaylar var. Bu tarafa dönüyoruz, gerçekten helal olsun. Başbakanımız bizi yurt dışında da, her yerde de bizi bizi her yönden ticari anlamda, kılık kıyafet ve fizik. Biliyorsunuz sizi çok yakışıklı buluyor herkes. Bu tarafa dönüyoruz. Bu sefer hani, o meseleye gelmek için söylemiyorum. Artık hepimiz sıkıldık. Başörtüsü meselesi çıkıyor. Hayda.. Şimdi başbakanımız bunu niye yaptı diyoruz. Çünkü siz iktidara geldiğinizden beri, gerçekten sizi takdir eden, bir taraftan da yeren kesimler. Ama takdir edenler daha çok olmak kaydıyla, son derece tek bir çizgide kabul ettik hepimiz. Ama bir anda başörtüsü çıkınca, sizi bence engelleyen detaylar bunlar. Gündem bir anda farklı bir şeye geliyor. O anda sizin yurt dışına buzdolabı, televizyon satacak noktaya getirdiğinizi göremiyor insanlar. Çünkü çalışmayan insanlarımızın ve ev hanımlarımızın ilgilendiği konu başka oluyor. Bunu acaba ayırt mı edemiyoruz? Ya da zamanlamada mı bir hata yapıyoruz. Bir şeyleri ispat ettikten sonra halkımıza, sonra mı acaba gündeme getirseydik diye mi düşünüyorum? Böyle bir eksiklik hissediyor musunuz? BAŞBAKAN Şimdi Hülya hanım bakın bu konu, öyle zannediyorum ki sizler için de bir özgürlükler konusu. HÜLYA AVŞAR Evet BAŞBAKAN Bizim nezdimizde açık-kapalı ayırımı diye bir şey söz konusu değil. Fakat başbakanlık konumuna gelmiş bir insan olarak. Size bu konuda bir soru, hele hele yurt dışında yabancı gazeteci tarafından sorulduğunda, siz hayır ben bunun cevabını vermiyorum diyemezsiniz. Kaldı ki bunun cevabı ilk defa orada verilmedi. Bunu çok kez konuştuk. Orada sorulan bir soru ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak ben de orada her zaman verdiğim cevabı verdim. HÜLYA AVŞAR - Simge olarak...
BAŞBAKAN Daha önce verilmiş olan bir cevap. Bu konuda bu kelimelere takılıp kalma olayı, ne yazık ki bazı niyet itibariyla dürüst davranmayan bir anlayışın gereğidir. HÜLYA AVŞAR - Evet ama, çok açıksınız. O yüzden diyorum.
BAŞBAKAN Şimdi bu noktada bir defa ben ülkemde, hiçbir zaman böyle bir ayırımın tarafı olmadım ki. Benim için ülkemde başı açık hanım kardeşimle, başı örtülü hanım kardeşim hiçbir zaman, böyle bir sıkıntısı olmasını istemem. Bunun da teminatıyız. Nerede teminatıyız? Partimin bir defa bütün kadın kollarının içerisinde çalışan başörtülü bayanlar da var, başı açık bayanlar da var. HÜLYA AVŞAR - Var mı?
BAŞBAKAN Ne demek... HÜLYA AVŞAR - Bilmiyoruz... Ben herkes adına soruyorum.
BAŞBAKAN Ne demek. Siz bilmiyorsanız ben buna iyice üzülürüm. Hele hele bir medya mensubu olarak çok üzülürüm. HÜLYA AVŞAR - Medya mensubu ben?.. Ben bir sanatçı olarak..
BAŞBAKAN Hem sanatçı, hem medya mensubu.
'AİLEMDE DE VAR'
HÜLYA AVŞAR - Sanatçı olarak karşınızda olmayı tercih ediyorum.
BAŞBAKAN Sizin birçok yönünüz var. HÜLYA AVŞAR - Hayır şu anlamda söylüyorum. Ben bir sanatçı olarak. Size bunları sormak istiyorum.
BAŞBAKAN Şimdi ailemde... HÜLYA AVŞAR - Bilmiyenler için soruyorum tekrar.
BAŞBAKAN Çok teşekkür ediyorum. HÜLYA AVŞAR - Ben biliyorum.
BAŞBAKAN Aynı şekilde ailemde de var. HÜLYA AVŞAR - Öyle mi?
BAŞBAKAN Örtülüsü de var, açığı da var.....