Abdurrahman Dilipak
Ergenekon diye bir şey yok mu idi!
Tamam, biliyorum, FETÖ “Ergenekon” ve “Balyoz” davalarında bu işlerle hiç ilgisi olmayan insanları da listeye ekledi ve mahkum etti. Bu vesile ile kendi önlerinde engel oluşturan herkesi “Ergenekoncu”, “Balyozcu” ilan ettiler. Tıpkı, bugün birilerinin kendi önlerinde engel gördükleri ya da cezalandırmak istedikleri birini “FETÖ”cü ilan ettikleri gibi.
Ergenekon ve Balyoz davalarında, böyle bir örgütle ilgisi olmayan insanlar da sanık sandalyesine oturtulmuştu. Bu ne kadar yanlışsa, şimdi çıkıp, “böyle bir şey yok” demek de o kadar yanlış!
“Jüristokrasi” diye bir şey varsa, yargı belgesi ile varolan bir şeyi “yok” saymak da böyle bir şey olsa gerek. Bu belge ile FETÖ’yü Mehdi ilan eden yargı kararı arasında ne fark var.
Tamam, madem “Ergenekon” diye bir şey yok, o zaman “Ergenekon var” diyen mediaya yalan haber uydurmaktan dava açın. Bizim hakkımızda suç duyurusunda bulunun.
Geçen gün Ali İhsan Karahasanoğlu yazdı: “O adamın elemanları, çıkmışlar karşımıza, diyorlar ki: ‘Ergenekon yok. Savcı da bunu kabul etti.. ’ (…) Bize de şu düşüyor: He he.. Ergenekon da yok.. AK Parti’ye açılmış kapatma davası da yok. Başörtü yasağı da yoktu.. Anayasa Mahkemesi üyesi ile Kara Kuvvetleri Komutanı’nın görüşmesi de yoktu.. Hepsini biz uydurduk.. Zaten her sınır ötesi harekat sonrasında, Anayasa Mahkemesi üyeleri, Kara Kuvvetleri Komutanlarını ziyaret ederdi.. Biz buluttan nem kapmıştık.. Özür dileriz..”
Karahasanoğlu’nun “özür”ü bununla da bitmiyor. Günlerdir özür diliyor: “Özür dileriz, sayın Ergenekoncu’lar.. Biz size haksızlık etmişiz.. Eşi başörtülü olan birisini cumhurbaşkanlığına seçtirmeyiz.. ‘Seçilse bile o kişi Çankaya’ya gidemez.. Tekerlek patlar, bir şeyler olur’ diyenlerin, aslında hiçbir artniyetleri yokmuş.. Demokratik haklarını kullanıyorlarmış.. Mustafa Balbay’ından da, Tuncay Özkan’ından da, onlarla paralel olarak benzer tehditlerde bulunanlardan da özür dileriz.. ‘Tekerlek patlar’ derken, ‘Hiç istenilmeyen şeyler olur”’ derlerken..
Aslında bu ülkede 27 Mayıs da olmadı değil mi, 12 Mart da, 12 Eylül de olmamış olsa gerek. 28 Şubat’ta da o tanklar Sincan’da yürümemiş ve Erbakan istifaya zorlanmamıştı değil mi?
Özel Harp, Seferberlik Tetkik Kurulu, Kontrgerilla, JİT-JİTEM hepsi hikaye.
Hani Koman Paşa NTV’de bir programda JİTEM diye bir şey yok demişti de, ben de “Ya bilmiyor, ya yalan söylüyor” demiştim. Beni mahkemeye verdi. Mahkeme kayıtlarında da vardı JİTEM. Hatta bir JİTEM elemanı tanık olarak dinlenmişti. Sonuçta ben beraat ettim ama bu işin aslı ortaya çıkmadı.
Bazı gerçekleri söylemek yasak. Muhsin Yazıcıoğlu, Eşref Bitlis, Üzeyir Garih cinayeti, Hablemitoğlu, Üçok, Mumcu, Hrant Dink cinayetleri, daha niceleri ile ilgili derin gerçekler yüzünden, bu gerçeklerin ortaya çıkmaması için olayların üzeri hep örtülüyor.
Madem Ergenekon diye bir şey yoktu, o belgeleri üretenleri tek tek deşifre edip ortaya çıkarmak ve bu işin şüphelilerini sanık sandalyesine oturtmak gerek. Bazıları FETÖ’den içeride, diğerlerini de gün yüzüne çıkarmak gerek. Ve tabii diğer faili meçhullerin üzerine gitmek gerek. O dönemde kim Genel Kurmay Başkanı ise, İçişleri Bakanı ise, Emniyet Genel Müdürü, bu olayların yaşandığı illerde Valilik yapıyorsa, MİT Müsteşarı kimse onların ifadesini almak gerek.
Sahi JİTEM ne oldu? O kadar kişi, o kadar silah, o kadar fiziki mekan, kamp.. İş yerleri. O imkanları onlara kim sağladı ve Jandarma İçişlerine devredilirken bu işle ilgili kadrolar, silahlar, mühimmad, arşiv nereye devredildi.
“Ergenekon adı ortaya atılarak birileri orduyu yıpratmak istedi (…) TSK darbeci (…) Çeteci gibi gösterildi (…) Ergenekon adı lekelenmeye çalışıldı” filan deniyor. Peki kim bunlar. TSK’da darbeciler yok mu idi, çeteler yok mu idi? ‘Ergenekon’ adının bir örgüt adı olarak kullanılması bu kelimenin ifade ettiği manaya ne gibi bir zarar verdi?.
Mesela, Erol Mütercimler’in söylediği bir şey var. Mütercimler ilk kez 12 Mart’ın ünlü komutanı Memduh Ünlütürk’ten (1913 - 7 Nisan 1991) duyduğunu söylüyor. Bunu İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ikinci Ergenekon davasında söyledi. Ergenekon’un varlığını ilk olarak 1991 yılında bir suikastla hayatını kaybeden Tümgeneral Memduh Ünlütürk’ten duyduğunu söyleyen Mütercimler, «Ünlütürk bana Ergenekon›un ilk olarak 1950›lerin ortasında Kıbrıs›ta yapılandığını söyledi. Ayrıca Ergenekon›un 1983›te kapatıldığını da anlattı” şeklinde konuştu.
Yani böyle bir örgütlenme var. Bir iddiaya göre 1950’lerde kurulmuş ve 1983’de kapatılmış. 1991’de NATO çevrelerinde “tehlikenin rengi” kırmızıdan yeşile dönünce, BÇG’ye giden süreç başladı. İslamofobya dedikleri şeyin asıl kaynağı da bu NATO stratejisi idi aslında. Birileri bu süreçte tekrar Ergenekon adını kullanmaya başlamış olamaz mı? Varsayalım onlar kendilerine Ergenekon demediler. Bu neyi değiştirir ki! FETÖ bir CIA projesi idi. FETÖ adını bizimkiler uydurdu. Kendi rakiplerine Ergenekon adını da varsayalım FETÖ’cüler uydurdu. Bu neyi değiştirir ki!
Varsayalım bu haltları yiyen örgütün adı “Ergenekon” değildi. Bu neyi değiştirir ki. Hatta bu ad bir kod adı da olabilir. Bu işin kandırmacası da olabilir. Bu ismi FETÖ’cüler de uydurmuş olabilir. Bütün bunlar işin özü ile ilgili değil. Aslolan, önemli olan sadece TSK ya da ordu içinde yuvalanmış darbeci bir ihanet çetesi değil, Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi, Üniversite, Sanat, Spor ve Diyanet gibi merkezlerde örgütlenmiş, merkezi örgütlenmesini daha korunaklı olduğu için ordu ve istihbarat içinde gerçekleştiren, siyasi emellerini emperyalist devletlerin siyasi emelleri ile şahsi çıkarlarını, finans kapitalin para babalarının çıkarları ile tevhid etmiş bir çete var.
Birileri laf kalabalığına getirip bu çeteyi, siyaset ve yargı yolunu da kullanarak aklamaya çalışıyor.
Durum bu. Zararın neresinden dönülürse orası kârdır.
Adalet siyasetin ruhudur. Ergenekon tartışması bu örnekte de görüldüğü gibi, sadece TSK’yı değil, istihbaratı da hepsinden önemlisi adaleti de vuruyor.
Selâm ve dua ile.
yeniakit