Selâhaddin Çakırgil
Evet, dokunulamayanlar olmamalı
Doğrudur, birileri ülkenin problemlerini halletmek yerine, daha bir halledilemez ve kanlı hale dönüşmesi için ve cerahatin bütün bünyeye yayılması, bünyenin tamamının hayatiyetini tehlikeye atacak bir septisemi’ye, kan zehirlenmesi’ne dönüşmesi için ellerinden geleni yapıyorlar; bol bol barış türküleri söyleyerek..
HDP’nin bir milletvekili son günlerde Diyarbekir’e gitmiş.. Devletin zulmünü anlatacakmış halka...
Ama halktan bazı kimseler nihayet itirazlarını, patlarcasına dile getirmişler. Videosunu izledim..
İnsanlar, tarif edilmez acı ve hışımlar içinde, ‘Bizi, barış diye kandırdınız. Size oy verdik. Ama böylesine bir oyuna getirileceğimizi tahmin edememiştik. Her şeyi devlet yaptı diyorsunuz. Devletin bir kez bile evlerimize roketlerle girdiğini, evden eve tüneller kazdığını görmedik. Bunların hepsini siz yaptınız.. Selahattin Demirtaş ve diğerleri otellerini, kafetaryalarını, inşaatlarını yükseltiyorlar. Gitsinler, bu eylemleri oralarda yaptırsınlar. Olan bize oluyor. Demokrasiniz buysa, istemiyoruz böyle bir şeyi..’ diyorlar.
Sözkonusu milletvekili ise ‘Ben ne yapayım?’ diye çaresizliğini beyan ediyor. Halktan insanlar ise ‘Ne demek, ne yapayım.. Belediye sizin elinizde değil mi? Temizleyin bu pisliği! Bize bunu yaşatmaya hakkınız yok.’ vs. diyorlar.
***
Geçenlerde, bir ilin belediye başkanı olan bir dost, uçakta İstanbul’a gelirken, 28 Şubat 1997 Askerî Darbesi ve Zorbalığı günlerinde, müslüman hanımların direnişleri içinde delişmen tavırlarıyla yer aldığı bilinen ve şimdi de HDP milletvekilleri arasında yer alan bir hanımla yol boyunca konuştuğunu ve sanki bazı şeyler konuşulursa, dinleyebilecek birisi olduğu intibaı edindiğini söyledi. Ama bu satırların sahibi, o hanım ve benzeri üç-dört ismin; barış türküleri çığırarak savaş çığırkanlığı yapan ve uluslararası entrika merkezlerinin alenî desteğiyle bir büyük fitne hareketine dönüşen bir yapılanma içinde kalmayı içlerine nasıl sindirebildiklerini hâlâ da anlamış değildir.
***
Eğer mes’ele, son 100 yıla varan dayatmacı, tepeden inmeci, kemalist-laik-türkçü bir resmî ideoloji zulmüyle, ülkemizin bütün halklarına olduğu gibi, kürd halkına da zulüm yapan rejimle hesaplaşmak ise; Mesûd Barzanî’nin 22 Mart günü söyledikleri öğreticidir.
Evet, Barzanî şimdiye kadar birçok liderle yaptığı konuşmaları hatırlatarak, hiçbirisinin, ‘kürd mes’elesini Erdoğan kadar iyi anlamadığını’ söylüyordu.
Barzanî’nin bu tespitlerine, Erdoğan’ın kavmiyet, ırk, kan bağı gibi konulara genel hatlarıyla yaklaşımını ve onun söyleyemediği bazı ince noktaları da bildiğini düşünen birisi olarak katıldığımı belirtmeliyim.
***
Bu vesileyle dokunulmazlıkların kaldırılması gündemde..
Bu konuda, şimdi değil, ikibuçuk ay önce, 11 Ocak tarihli yazımızda değinip özetle şöyle demiştik:
‘Açıkça, ülkenin bütünlüğüne kasteden ve güvenlik güçlerine roketlerle, ağır silahlarla yaptıkları saldırıları destekleyen ve onlarla dayanışma içinde olduklarını söyleyenlerin karşılıksız kalması düşülemez.
Ama dokunulmazlıkların kaldırılması bir çare olur mu?
Hemen belirtilmeli ki, hayır! (...)
‘Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık..’ misali bir durum..
Bu durumda, dokunulmazlık kurumuna, temelden yeni bir bakış açısıyla yaklaşılabilir. (...) milletvekili olanlara giydirilen bu dokunulmazlık zırhı, sadece Meclis içi çalışmalarda, kürsü dokunulmazlığıyla sınırlı tutulup; dokunulmazlıklar toptan kaldırılmalı, ayrıca izne bağlı olmaksızın, bir genel düzenlemeyle herkese dokunulmalıdır. (...)’
‘Mâsuniyet’ ya da dokunulmazlık, nedir?
- Bir halkın kendilerini temsil etmeleri için seçip, Meclis’lere gönderdikleri kişilerin temsil faaliyetleri esnasında kendilerini tehdit ve baskılar altında görmemeleri için onlara giydirilen bir kanunî zırh..
***
Başbakan Davutoğlu’nun konuya bir defaya mahsus olmak kaydıyla da olsa, benzer bir çözüm önermesi yerindedir. Daha ileri bir düzenleme de düşünülmelidir.
stargazete