Abdurrahman Dilipak
Ey “iman edenler” iman ediniz!
Maddi hastalığı tedavi etmek zor değil. Önemli olan manen temizlenmek. Elinizi yıkarsınız, o kirden kurtulursunuz. Fakat manevi kirlerden, yani Hades’ten nasıl kurtulacaksınız? Kötü alışkanlıklardan, günahtan nasıl kurtulacaksınız? Elimizdeki kir, ahlakımızdaki kirlemenin bir sonucudur.
“İman ettik” demekle yakamız bırakılıvermeyecek! İman’dan önce “TEVBE” gerekli. O “Tevbe”, “Tevbe ettim” demekten ibaret değil. “Tevbe-i Nasuha” gerekli. Tevbe-i Nasuha ne demektir? O Kur’ân’î bir kavramdır. Hulûs-u kalp Allah korkusu ile pişman olarak haramdan vazgeçerek bir daha günahlara dönmemek üzere günahların şerrinden Allah’a sığınmak ve tevbe etmek demektir. Meselâ içkiyi sağlığa zararlı olduğu için veya doktor yasakladığı için terk etmek veya bundan dolayı içtiğine pişman olmak tevbe-i nasûh olmaz. Günah olan bir şeyi menfaati olsa dahi, Allah haram kıldı diye ve bir daha dönmemek üzere, terk etmek ise tevbe-i nasûh sayılır. Bu konuda Allah (CC) şöyle buyurdu: “Ey iman edenler! Allah’a tevbe-i nasûh ile (tam bir ihlâs ile) tevbe edin. Umulur ki, Rabbiniz günahlarınızı bağışlar ve sizi altından ırmaklar akan Cennetlere koyar. O gün Allah’ın peygamberi ve beraberindeki mü’minleri utandırmayacağı gündür. O gün onların nuru önlerinden ve sağlarından koşarak Cennete yol gösterirken, onlar da: ‘Ey Rabb’imiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla! Muhakkak Senin her şeye gücün yeter!’ derler.” (Tahrim 8)
Hz. Ali (RA) “Dil çabukluğu ile söyleyip, kalpten tevbe etmemek yalancılar tövbesidir!” der.
Bu Tevbe öyle olmalıdır ki; Geçmişteki günahlarına pişmanlık, Farzları yerine getirmek, Haramı terk, üzerinde rıza dışında Kul hakkı bulundurmamak, bu hal üzere herkes ile helâlleşmek, Günaha geri dönmemek üzere irade, Masiyetten uzaklaşıp Allah’ın rızasına mutlak tabiiyet şeklinde olmalıdır.
Cehennem ateşinden korunmak için Tevbe “Hades’ten taharet”tir. Cehennem’in ateşi Korona’nın ateşinden daha yakıcıdır. Tevbe manevi bir abdesttir. Bu manevi “Gusül”den sonra saf yürekle Allah’a yönelmek gerekir. Bundan sonra İmanla tanışır insan. İman atalardan miras değildir. Tek başına “dil ile ikrar” değil, “kalb ile tasdik” gerekir! Kitap “Bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin” der. Kitap “Ey iman edenler iman ediniz” der. “Mü’min olduk demeyin Müslim olduk deyin” der. “Raina” demeyeceğiz, “Unzurna” diyeceğiz. “Amel-i Salih” bundan sonradır.
İman kemale ermeden sadece namaz kılmak, oruç tutmak, Hacca gitmek çözüm değil. İbadeti şeklen yerine getirmek şirk’in günahını izale etmez! “…Vay o namaz kılanların haline ki” diye başlayan ayeti görmezden gelemeyiz. Ayet onların bir yandan şirk ya da hafife alarak farzları yapmayıp, haramlardan sakınıp pişmanlık duymayanları “Henüz iman kalplerinize girmedi” diye uyarır.. Okumadan anlaşılmaz, anlamadan amel edilmez. Rivayet edilir ki Karun, Hz. Musa ve Harun’dan sonra Tevratı en iyi bilenlerdendi. Tek başına bilmek de yeterli değil. Okumak, anlamak ve gereğini yapmamız gerek. Bu anlamda “Amenna ve saddakna” demek, “okudum, anladım, kabul ettim” demektir. Bunun için Kur’an’ı okuyacağız. Kitap “oku” diye başlar. Kitap, “Bu kitap anlayış sahipleri için hidayet rehberidir” der. Bu kitap “Mü’minler için rahmet ve şifa vesilesidir”. Sonra hayatımızı bu kitaba göre düzenlememiz, “yaşayan Kur’an” olmamız gerek. Gerçekten imanın kamil bir iman olmasını istiyorsanız Vahye şahidlik etmeniz gerek. Bu şahidliğimizle ilgili olarak verdiğimiz söze sadık olmamız gerek. Vahyi Resulün anladığı gibi anlamak, yaşadığı gibi yaşamamız gerekiyor. Vahye imanın nişanesi olarak, Allah’la aramızda, “Onun rızasının tecellisinin vesilesi olma” iradesinin ikrarı sadedinde, Kur’an-ı Kerim’in son sayfasını açıp, “okudum, anladım, kabul ettim” yazıp, adımızı soyadımızı yazıp, o günün tarihini ve şehrin adını yazıp imzalamalıyız. İman Allah, Resul ve kitapla mukayyettir. Ondan sonrasının anlayışı ve asrın idrakine yön verme iradesi, özellikle müteşabih ayetler konusunda, usule bağlı olmak kaydı ise istişare ve şûra iledir.
Kur’an-ı Kerim’i Allah’ın Resulünün anladığı gibi anlayacak, yaşadığı gibi yaşayacağız. Çünkü O “yaşayan Kur’an”dır. Vürud sebebi vahiy olan sünnet o ayetin mümkün olan en doğru anlamı ve uygulama biçimidir. Ne söyleyecek ve yapacaksanız, geriye kalan her şey bundan sonradır. Siyaset, iktisad, o her ne ise. Vahye mugayir olan hiçbir şeyde bir Müslüman için hayat yoktur. O şey Müfsittir. İfsad ile ıslah bir arada olmaz. Olamaz.
Evet, İsra 82’de ifade edildiği gibi: Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet vesilesidir.. Zalimler için ise Kur’an, ancak inkarcıların zararını artırır. Bizim şifamız Kur’an’dadır. Gaybe, Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyenler, mü’min değildir. Olamazlar. Dili ile iman ettim deyip, hal ve hareketi, işleri ile vahyi yalanlayanlar ve bu konuda kendilerini uyaranlara meydan okuyanlar yok mu, onlar kafirden de eşed, münafıklardır. Allah’a resulüne ve kitabı alaya alan, onlara iman edenlere savaş açanlar yok mu, onların iman iddiaları merduttur! Allah’ın dini yeri, göğü, ölümü ve hayatı açıklarken, bizim genelde yaşadığımız din hiçbir şeyi açıklamıyor. Kimse ona bir şey ekleme ve ondan bir şey çıkarmaya kalkmasın. İsteyen iman eder isteyen inkar! Bize gelince cahillerden ve zalimlerden olmayalım, din ve devlet büyüklerimizi İlah ve Rab edinmeyelim sabredenlerden, şükredenlerden, direnenlerden olalım. “Elhamdülillahi ala küllihal” diyelim. Selâm ve dua ile.
NOT: Dünkü yazımla ilgili bugün ABD ve Çin’in karşılıklı olarak Korona yüzünden birbirlerini suçlamalarının ardından şu ayrıntı önemli: ABD’de 18 Ekim 2019 tarihinde, “Koronavirüs Bağlantılı Akciğer Sendromu” konulu EVENT 201’e katılan Prof. GAO’yu davet eden kişi aynı zamanda toplantıya katılan 15 kişiden birisi olan CIA Md. Yard. ve Ulusal Güvenlik Konseyi Hukuk Müşaviri Avril Haines idi. Kambersiz düğün olur mu! Orada İngilizler de vardır, İsrailliler de, herhalde.