Abdurrahman Dilipak
“Fabrika ayarlarına dönmek” ya da..
Teknik bir deyimi alıp, siyasi bir hareket için kullanmaya çalışıyorlar. Bunun zihinlerdeki algısı, olmadı, yanlış yaptık, sıfırdan başlayalım! Abdullah Gül üzerinde hesap yapanlar söylüyor bunu daha çok. Birileri artık daha sık dillendiriyor bunu: “Fabrika ayarlarına dönmek”.
Biri çıkıp, aynı ırmakta iki kere yıkanamayacağımızı geri söylemeli.
Böyle bir şey isteseniz de olmaz. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Elbette yanlışlar düzeltilmeli ve bu arada yaşananlardan ders alınması gerek.
“Fabrika ayarları” dedikleri, çok daha matah bir durum değil. O günkü şartlarla bugünkü şartlar aynı değil. O günkü konjonktürle bugünkü aynı değil. 28 Şubat, Anasol-M koalisyonundan sonrası bir dönemden söz ediyorsunuz. Erdoğan siyasi yasaklı. Paralelcilerin dört köşeyi tuttuğu, ABD’nin bölgedeki taşeronluğunu yapacak BOP’un temellerinin atıldığı, ABD’nin Irak’a girmeye hazırlandığı bir dönemden söz ediyoruz. Zaman ve şartlar aynı değil. Dolayısı ile “Fabrika ayarlarına geri dönme”nin siyasi bir fantezi olarak bile bir değeri ve anlamı yok.
Demirel gibi bir Cumhurbaşkanı, Gül gibi bir Başbakan, Erdoğan Genel Başkan, Meclis Başkanı Arınç, Başdanışman Davutoğlu ve köşe başlarını tutmuş bir Gülen, bu mu hayallerindeki Türkiye. Obama’yı, Tony Blair’i de ayarlayın bari onlar da başa dönsünler. Bu Hollywood için “zamanda yolculuk” tadında bir bilim kurgu filmi olabilir. Zamanda geri gidip taşları yerine oturtuyorsunuz, Irak, Suriye krizi filan da çözülmüş oluyor tabi bu arada. Ergenekon, Balyoz davaları da olmuyor. Biraz daha geriye gidelim, Gülen’i de Diyanet kadrosuna alalım bitsin bu.
Birileri için kulağa hoş gelen, içi boş bir hayal bu.
AK Parti için olması gereken “kökü mazide olan ati olmak”tır. Geçmişin bilgi birikimi ve tecrübesi ve geleceğin hayali ile bugünün sorumluluğunu kuşanmak.
Yanlış işler olmuyor mu? Oluyor elbette. Onları söylüyoruz, yazıyoruz yeri geldiğinde.
Birileri “Bunların yazılıp çizilmesi partiye zarar vermez mi, rakiplerin eline koz vermez mi?” diyor. Bu işlerin olması çok daha fazla zarar veriyor. Onları kontrol ederseniz bu itirazlar da olmaz. Bunların üstünü örterseniz, kol kırılır yen içinde kalırsa kol kangren olur. Kol çolak kalır. Haksızlıklar karşısında susmuş olursunuz. Susarsanız 25.000 dolarlık Cornet anti tank füzesini 190.000 dolara satmaya kalkarlar. İtiraz edince de yine 59.000 dolara bir KİT’e verirler. İşin suyu çıkar. Kamu kurumu kamu kurumuna ayar çeker, racon keser! Bu durumda susmak mı gerek. Beyefendilere ulaşmak için kapıda nöbet tutmak mı gerek!. Danışmanlara deseniz şablon cevap hazır, “bilmediğiniz işler var”. Kimi sizi küçümser, kimi kinaye yollu, dudak bükerek söyler. Benim bilmediğim şeyler de var, içeridekilerin de. Ben 1970’li yıllardan bilirim bunları. Başbakanlıkta da, parlamentoda da, parti genel merkezinde de çalıştım. Yayınevim var diye, aslında gece yarılarına kadar çalıştığımız günlerde gazeteden maaş bile almadım. 1970’de bir davamız vardı, romantik dönem. Kimse almaktan söz etmiyordu. Hep vermek üzerine. MSP döneminde almayı öğrenmeye başladık, ama vermek daha baskın karakterdi. Yeni öğreniyorduk, aldığımızdan fazlasını veriyorduk. CHP ile ortaktık. 1974 sonrası MC döneminde bazıları almaya başladı, bazıları vermeye devam etti. Kadrolaşıyorduk, icracı bakanlıklarda ihaleler vardı. Yeşil sermaye, yeşil bürokratlar oluşmaya başladı. İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı hep bizdeydi. Devletin içindeki çeteleşmenin farkına ilk kez 12 Mart süreci, CHP-MSP koalisyonu döneminden MC dönemine geçişte farkına vardım. FETÖ artık büyük şehirlere geliyordu. Yeşil Sermaye ve yeşil bürokratların, eş ve çocuklarının kontrol altına alınması gerekiyordu. Turgut Özal, yeşil bürokrasi ile ilgilenecekti. Zaten 78 sonrası bir de İran devrim süreci başladı.
İçişleri Bakanlığının bize verilmesi ile biz bazı gerçeklerin farkına varırken başka bir kontrol mekanizması devreye sokuldu. Bu dönemde “Gladio” gibi oluşumlar, dünyada aydınlatılırken, aynı ‘çete’nin Türkiye ayağı nedense hiç ortaya çıkartılmadı. Bu anlamda “Lockheet skandalı”nın Türkiye ayağı karanlıkta kaldı. Biz iktidar ortağı idik ve ordu içinde, istihbarat içindeki derin bir yapının farkına vardık. Derin çıkar ilişkilerine tanık oldu.
O gün, benim, bizim yaptığımız yanlışların bir benzeri bugün bizim kardeşlerimiz tarafından aynen ve bazen çok daha vahim şekilde yapıyorlar. Şimdi tehditler, imkanlar, rant, iş imkanları, ilişkiler çok daha fazla ve derin. Ama şablon üç aşağı-beş yukarı aynen. Biz de müşavirler olarak duvar olurduk. Medya ile ilişkiler, STK’larla ilişkiler, sermaye ilişkileri konusunda bugün idealizm ve romantizm konusunda insanlar çok daha olumsuz bir noktadalar. Yakınlığa dayalı iş ilişkileri, hiyerarşik düzeni sarsar, çıkara dayalı iş ilişkileri kumpasa döner. Bu yapı geri teper.
Siyaset güven değil, denetim müessesesidir. Unutmayalım ki, Hz. Yakub (AS)’i öldürmeye gelen kardeşi Esav’dı. Hz. Yusuf’u (AS) kardeşleri kuyuya attı. Hz. Osman’ı (RA) öldürmeye gelenlerin başında Hz. Ebubekir’in (RA) oğlu vardı ve bunlar hem dindaş, hem de akrabaydılar. Fatih ile Cem Sultan’ı hatırlayın. Abdülhamid’i hatırlayın. Siyasette babanıza, oğlunuza ve kendi nefsinize de güvenmeyin derim. Onun için eskiler “Rabbim beni bana bırakma”, “beni nefsimle baş başa bırakma” diye dua ederlerdi. Kimse nefsine kibirlenmesin.
Bu “kendini devlet zanneden birileri”, devletin keskin kılıcını ellerine aldıklarında kesmedik baş bırakmazlar. “Tanrıyı iktidara zorlarlar”. Söz konusu olan devletin ali menfaatleri olunca insancıkların ne değeri ve hükmü var ki! Geçmişin aziz hatırası gelecek nesiller için tatlı bir hatıra olarak kalır sadece. Herkesi “Terbiye eden”, ”Herkes hakkında hüküm veren” İlahlık ve Rablik taslayan birileri çıkar ortaya. İşte o zaman hapı yuttuk demektir! Unutmayın peygamberimizin 22 yılda kurduğu devleti bu akıl sahipleri 30 yılda yerle bir ettiler.
Ben devleti çok erken tanıdım. Ben ne bürokrat oldum ne de aday. Bir adaylığım var, o da RP’nin var olma mücadelesine destek içindir. Ve o seçimde zaten kazanamayacak bir sıradan aday olmak istedim. Diğer adaylardan daha çok çalıştım ve Allah’ın beni koruması için dua ettim hep. Hep bir şekilde siyasetin içinde oldum ama ne memur oldum, ne parti üyesi. Tek üyeliğim MNP’dir. Hemen hemen genel merkez kongreleri dışında pek il-ilçe kongrelerine de katılmadım. 1980 sonrası bugünkü bürokratların, politikacıların yaşadıkları çok erken yaşadım. İnsan kendi aile ve çocuklarının sorumluluğunu taşımaktan bile acizken, bütün bir toplumun sorumluluğunu üstlenmek istemesi bana hep çok zor bir tercih gibi geldi. Bugünkü arkadaşların haline bakınca ben o gün yaptığım yanlışları düşünüyor, üzülüyor, Allah’tan af diliyorum. Ama elbette, tabi ki, çok güzel şeyler de yaptık. Bugünkü üzüntüm ise, siyasiler ve bürokratların bu kendi geçmişimizden haberdar olmamaları, bizim yanlışlarımızı daha kaba bir şekilde ve hoyratça sürdürmeleri. Keşke ibret alsalardı. Ama almıyoruz işte. Keşke benim yaşadığım yanlışlıklar ve çelişkiler benden sonrakiler için ders olabilseydi! Olmuyor işte, gidip aynı çukura düşmeye devam ediyor insanlar. Yazıyor ve konuşuyorum ki, kardeşlerim ders alsınlar. İnsan balık gibi, yaşadığı zamanın inceliklerinin farkına varamıyor. Hani derler ya “ol mahiler ki, derya içredir de deryayı bilmezler”. Ah be kardeşler, ne kadar kendinizden emin ve erişilmezsiniz! Ama bir gün siz de anlayacaksınız ama o zaman vakit çok geç olacak. Korumaya çalıştığınız kişi ve değerlere zarar verdiğinizi anladığınızda çok geç kalacaksınız.
Unutmadan, işin güzel yanı, Hz. Yusuf’un kardeşleri tevbe etti, Yusuf da kardeşlerini affetti. Hz. Ebubekir’in oğlu da tevbe etti. Ama Esav tevbe edenlerden olmadı.
Unutmayın haddinden fazla şiddet gayedeki hikmeti yokeder. Olağanüstü yetiler ve yapılar, dar zaman aralığında işe yarasalar da, orta vadede geri teper. Bu işler başına cin toplayan adamı hatırlatır. Bunları toplamak zor değil, ama dağıtmak zordur. Başlangıçta size çalışanlar, sonra gün gelir sizi kadrolaşma adına çeteleşir, farkında olmadan satın alınırlar ve sizi satar. Ve buna zaten siz de şahid olmaya başlamadınız mı! Aman ha!
Biz bu iktidarı sokakta bulmadık. Kimsenin heva ve heveslerine, ihtiraslarına feda edecek de değiliz. Selam ve dua ile.
yeniakit