Fidel Castro ile Röportaj
Michel Chossudovsky'nin nükleer savaş tehlikesi üzerine Fidel Castro ile yaptığı röportaj, Global Research ve CubaDebatete yayımlandı.
Önsöz
12 Ekim 2010 tarihinden 15 Ekim 2010 tarihine kadar Havana'da Fidel Castro ile Yeni Dünya Düzeni'nin yapısı, küresel kriz ve nükleer savaşın tehlikeleri üzerine geniş ve ayrıntılı bir söyleşi yaptım. Çeşitli konular üzerinde yapılan bu sohbet geniş kapsamlı ve verimli bir röportaj ile sonuçlandı.
Nükleer savaşın tehlikeleri üzerinde durulan bu röportajın ilk bölümü, Global Research ve CubaDebate'te yayımlandı.
Dünya tehlikeli bir yol ayrımında. Tarihimizin kritik bir dönüm noktasına yaklaştık. Fidel Castro ile yapılan bu söyleşi, modern savaşın doğasını anlamaya hizmet ediyor: Eğer ABD ve onun müttefikleri, İran Cumhuriyetine karşı konvansiyonel (geleneksel) bir savaş başlatırlarsa bu savaşı kazanamazlar. Bu, ancak, adı gecen savaşın nükleer bir savaşa dönüştürülmesiyle mümkün olabilir.
İran ile ilgili savaşın mevcut hazırlıkları dünya kamuoyundan gizleniyor. "ABD hükümetinin, İran'a karşı nükleer silahlar kullanılması halinde dünyanın daha güvenli bir yer olacağı şeklinde formüle ettiği saçma ve şeytani önerisine nasıl karşı konulacak?"
Röportajda Fidel Castro tarafından formüle edilen "Batalla de İdeas - Fikirlerin Savaşı" temel bir kavramdır. Küba Devriminin lideri, sadece geniş kapsamlı bir "Fikirlerin Savaşı"nın dünya tarihinin gidişatını değiştirebileceğine inanıyor. Amaç, akla gelmeyecek şeyi, yeryüzünde yaşamı tehdit eden bir nükleer savaşı önlemekten ibarettir.
Kurumsal medya, gizleme eylemlerine katılıyor. Nükleer savaşın yıkıcı sonuçları önemsizleştiriliyor ya da bunlardan bahsedilmiyor. Dünya bu gelişmeler karşısında Fidel'in mesajına kulak vermeli. Ulusal ve uluslar arası alanda, gezegenin tüm insanları mevcut durumun ciddiyetini anlamak ve olayların gidişatını tersine çevirmek için toplumun her düzeyinde karalı bir şekilde hareket etmeli.
"Batalla de İdeas - Fikirlerin Savaşı" kavramı devrimci sürecin bir parçasıdır. Fidel Castro, bu dezenformasyon denizi karşısında, kelimenin tam anlamıyla, insanlığın geleceğini tehdit eden askeri bir macerayı önlemek, "imkansızı mümkün kılmak", dünya kamuoyunu bilgilendirmek için bu sözü uzunluğuna ve genişliğine yayma kararlılığında.
Herhangi bir savaş ABD tarafından desteklendiğinde, yüksek otorite, hatta Birleşmiş Milletler ve küresel kurumların kabulü ve onayıyla bu savaş bir "barış aracına" dönüştürülüyor; artık geri dönüş yok: İnsan topluluğu acımasızca kendini imha etmeye doğru itiliyor.
Fidel tarafından savunulan "Fikirlerin Savaşı", küresel bir harekete dönüştürülmeli. Halklar, bu şeytani askeri gündeme karşı seferber olmalı. Halklar, seçilmiş temsilcilerine ve hükümetlerine baskı yaparlarsa; şayet şehirlerde, kasabalarda ve köylerde, yerel düzeylerde örgütlenirlerse; sloganı yaygınlaştırırlarsa; nükleer savaşın sonuçları konusunda vatandaşlarını bilgilendirirlerse ve silahlı kuvvetler ile tartışmalara ve müzakerelere başlarlarsa, bu savaşı önleyebilirler. Bunun için halkların, dünya çapında savaşı mahkûm eden bir harekete ve savaşın meşruiyetine güçlü bir şekilde meydan okuyan kitle hareketine ihtiyacı var.
Fidel Castro, 15 Ekim tarihinde yaptığı konuşmada, nükleer savaşın tehlikeleri konusunda dünyayı uyardı: "Kuzey Amerikalı askerler ve politikacılar, masum insanların ölümünü haklı çıkarmak için her zaman yaptıkları gibi elbette savaşın "tali hasarları" olacaktır diyorlar. Nükleer savaşta olacağını söyledikleri "tali hasar" insanlığın yaşamıdır. Bütün nükleer ya da konvansiyonel silahların ve savaşa hizmet eden her şeyin yok edilmesi gerekliliğini haykırma cesaretine sahip olmalıyız!"
"Batalla de İdeas - Fikirlerin Savaşı"; nükleer silahların yok edilmesi, milyonlarca insanın yüzlerce zihniyetinin değiştirilmesi, ABD liderliğindeki dünya savaşı lehine yaratılan uzlaşmanın kırılması için üst düzey mevkilerde bulunan savaş suçlularına karşı durmak demektir. "Batalla de İdeas - Fikirlerin Savaşı" özünde gerçeği restore etmek ve dünya barışının temellerini atmak demektir.
"ABD konvansiyonel savaşı kaybedeceği için nükleer savaşı alternatif kılıyor. Fakat nükleer hiç kimse için alternatif olamaz. Aynı zamanda nükleer bir savaş kaçınılmaz olarak küresel bir savaşa dönüşecektir."
"Dünyada hiç kimsenin insan türünün yok olmasını isteyebileceğini düşünmüyorum. Ve bu yüzden yalnızca nükleer silahların değil konvansiyonel silahların da yok edilmesi gerektiği görüşündeyim. Ayrım gözetmeksizin tüm uluslar için barış garanti edilmelidir."
Fidel Castro Ruz, Ekim 2010
Michel Chossudovsky: Bir bütün olarak toplumu etkileyen çok temel sorunlar üzerine bu konuşmayı yapmaktan, fikir alışverişi yapma fırsatı bulmaktan onur duyuyorum. Son metinlerinizde Homo sapiens'in tehdit altında olduğu konusunda ortaya koyduğunuz kavram, bana temel öneme sahip gibi görünüyor. Nükleer savaş tehlikesi, insanlığa karşı tehdit, Homo sapiens'e karşı tehdit" nedir şu tehdit?
Fidel Castro Ruz: Uzun zamandan beri yılları içerdiğini söyleyebilirim ama özellikle son birkaç aydır, çok hızlı bir şekilde nükleer savaşa gitme olasılığı ve tehlikenin yakınlığı beni endişelendirmeye başladı. Bundan önce de emperyalist zorbalığın insanlığa dayattığı yöntemler ve genel olarak kapitalist sistemin analizleri üzerine yoğunlaşmıştım.
Soğuk Savaş boyunca ne savaştan ne de nükleer silahlardan konuşuluyordu. Belirgin bir barıştan bahsediliyordu. Yani ABD ve SSCB arasında barış ünlü MAD (Mutual Assured Destruction) denilen "karşılıklı-garantili yok etme" ile garanti altına alınmış ve dünya süresiz uzun bir barışın zevkini çıkarıyormuş gibi görünüyordu.
"Karşılıklı yok etme" kavramı Soğuk Savaşın bitimiyle sona erdi ve sonra nükleer doktrin yeniden formüle edildi. Soğuk Savaş boyunca, bir nükleer savaş yapılacağını gerçekten hiç düşünmemiştik. Tabii ki bir tehlike vardı -bir zamanlar Robert McNamara'nın bir ara söylediği gibi. Fakat Soğuk Savaş döneminden ve özellikle 11 Eylül 2001 tarihinden sonra nükleer doktrin yeniden formüle edilmeye başlandı.
Nükleer savaş tehlikesinin yakınlaştığını ne zaman anlamaya başladığımı sormuştunuz. Bu size söylediğim zaman başladı, sadece altı ay önce; özellikle bu savaş tehlikesi üzerine bizim dikkatimizi daha fazla çeken şeylerden biri de Cheonan gemisinin (Güney Kore bu gemisinin Kuzey Kore tarafından batırıldığını iddia etmiş ve Kuzey Kore güneyi yalancılıkla suçlamıştı; ç.n) bir askeri tatbikat sırasında batırılışıydı. Güney Kore donanmasının son derece gelişkin bir amiral gemisiydi. Bu batırma işi, "SSCB'de, eski teknolojiyle, altmış yıl önce inşa edilmiş bir denizaltının işi olamaz. ABD'nin en modern gemileriyle birlikte ortak tatbikatta bulunan Cheonan'ın, bu denizaltını tespit edebilmesi için gelişkin ekipmanlara ihtiyacı yoktu" diyen, Global Research'te yayınlanan, Cheonan'ın batırılması konusunda tutarlı ve net bilgi veren gazetenin bu makalesini bulduğumuz o günlerde başladı. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ne karşı yapılan bu provokasyon, süregelen İran saldırılarıyla ilgili kaygılarımıza eklendi.
Bu ülkenin siyasi sürecini yakından izliyoruz. 1950'li yıllarda orada neler olduğunu çok iyi biliyoruz. O zamanlar Angola İran Petrol Şirketi denilen İran British Petroleum İran tarafından kamulaştırılmıştı.
Yüzde 20 zenginleştirilmiş küçük miktarda uranyum üretimi yapması ve yapılan incelemeler nedeniyle, dünya için bir tehdit olmakla suçlanan İran'ın kınanması, BM Güvenlik Konseyi'nde 9 Haziran 2010 tarihinde 1929 no'lu kararla kabul edilmesinden sonra bana göre, İran'a verilen gözdağı yakın bir tehdit haline dönüştürüldü. Bu kararın alındığı Güvenlik Konseyi toplantısına katılan her bir üyenin aldığı pozisyon biliniyor: karar lehine 12 oy kullanıldı, bunların 5'i veto hakkına sahip GK daimi üyeleriydi; 1 çekimser oy; Brezilya ve Türkiye'nin de 2 karşı oyu vardı. Kararın kabulünden sonra bir ABD uçak gemisi, bir nükleer denizaltı ve bir savaş ekibiyle, Mısır hükümetinin de yardımıyla saldırgan bir biçimde Süveyş Kanalı'nı geçtiler. İsrail donanma birlikleri de İran'a yakın denizleri ve Fars körfezini hedef alarak bu harekâta katıldı.
Amerika Birleşik Devletleri ve onun NATO'daki müttefikleri tarafından İran'a dayatılan yaptırım kesinlikle kötü niyetli ve haksızdır. Çin ve Rusya'nın BM Güvenlik Konseyi'nin 1929 no'lu tehlikeli kararını neden veto etmediklerini anlamadım. Bence bu, siyasi durumu korkunç bir şekilde karıştırdı ve dünyayı savaşın eşiğine getirdi.
İsrail'in, Arap nükleer araştırma merkezlerine yaptığı saldırıları hatırlıyorum. İlk kez 1981 Haziran'ında Irak Nükleer Araştırma Merkezine saldırdı ve yok etti. Bunun için kimseden izin istemedi, kimseyle konuşmadı ve ona saldırdı. Iraklılar da bu darbeye katlanmak zorunda kaldılar.
İsrail 2007 yılında Suriye'de inşa edilmekte olan bir araştırma merkezine saldırarak bu operasyonu tekrarladı. Bu olayda gerçekten anlayamadığım bir şey vardı: Suriye herhangi bir kusur işlemiyordu, yaptığı yasaldı. Kuzey Kore'nin işbirliğini kabul ettiği biliniyordu ve şüphesiz bunun üzerinde çalışmaktaydı. İsrail'in araştırma merkezine yaptığı saldırıyı kınamamasının nedenleri ya da uyguladığı taktik benim açımdan açık değil.
Burada bütün samimiyetimle söylüyorum ki niçin kınamadığını anlamıyorum. Çünkü bu olmuştu, bana göre bunu kınamak önemliydi. İşte, bu son iki olay çok önemlidir.
Bence, İran'a da aynı şeyi yapmaya çalıştıklarını düşünmek için pek çok sebep var: bu ülkenin enerji üretim merkezlerini veya araştırma merkezlerini yok etmek. Bilindiği gibi elektrik üretiminde kullanılan plütonyum hammaddesi uranyumun atığıdır.
Güvenlik Konseyi'nin bu kararının, Rusya ve Çin'in, özellikle de Rusya'nın S300 Hava Savunma Sistemi kapsamında İran ile yaptığı askeri işbirliği programını bir şekilde geçersiz kıldığı açık. Rusya ve Çin'in desteğiyle çıkarılan Güvenlik Konseyi kararından hemen sonra Rusya Dışişleri Bakanı'nın şöyle dediğini hatırlıyorum: "Biz bu kararı onaylamadık, karar İran ile olan askeri işbirliğimizi geçersiz kılamaz", bu 2010 yılının Haziran ayında oldu. Fakat birkaç ay sonra Moskova Hükümeti askeri işbirliğinin dondurulduğunu onayladı. Bu nedenle, şimdi İran son derece vahim bir durumla karşı karşıya çünkü güvenliğini yani kendi hava sahasının güvenliğini sağlamak için Rus teknolojisine ihtiyacı vardı.
Ben tehditlerin, bu iki ülkenin, İran sorununa karışmamaları için Rusya ve Çin'e yönelik olduğunu düşünüyorum. Yani, eğer İran ile bir savaş olursa, diğer güçler Çin ve Rusya herhangi bir şekilde müdahale etmemeliler ve İran ile olan askeri işbirliklerini dondurmalılar. Dolayısıyla bu, Çin ve Rusya ile bir çatışma olmaksızın Ortadoğu'da savaşı yayma tarzıdır. Şimdi, biraz bu evrede olunduğunu düşünüyorum. Rusya ve Çin'e tehditler değişik hudutlardan gelmekte. Çin'in, Sarı Deniz, Çin Güney Denizi, Afganistan sınırları militarize olmuş durumda ve bir de Tayvan Boğazı var. Bu durum, Çin ve Rusya'yı caydırmak, küresel jeopolitik güç rolünü oynamak, zemin ve fikir birliğini hazırlamak için ve hatta zayıf hava savunma sistemi olan İran'a yönelik bir savaş için açık şekilde bir tehdittir. "Oturan ördek -a sitting duck (açık hedef)" diye İngilizce bir deyim vardır. İran, hava savunma sisteminin zayıf savunma kabiliyeti açısından onlar için oturan bir ördektir.
Benim mütevazı ve açık fikrime göre bu karar veto edilmeliydi çünkü her şey çeşitli yönleriyle karmaşık hale getirildi. Senin de askeri alandaki açıklamalarında belirttiğin gibi bu konuyla ilgili yapılmış anlaşmalar vardı. Örneğin, ilk etapta, çok etkili S300 uçak savar silahlarını tedarik etmesi için İran ile yapılan sözleşmeler ve ona karşı yükümlülükleri bulunuyordu.
Ekonomik açıdan en hızlı büyüyen ülke olması nedeniyle Çin'in petrol ve doğalgaza olan talebi artırıyor. Çin kendisi için çok önemli olan yakıt teminiyle ilgili başka şeylere de sahip. Petrol ve gaz temini için her ne kadar Rusya ile anlaşmaları olsa da rüzgâr ve diğer yenilenebilir enerji formlarını da geliştiriyor. Büyük kömür rezervleri var. Nükleer enerjiyi fazla artırmayacak, uzun yıllar boyunca sadece yüzde 5 büyütecek; evet Çin ekonomisinin petrol ve gaza olan ihtiyacı çok büyük miktarlarda ve ben gerçekten bu enerjiyi nasıl ve hangi fiyattan elde edebileceklerini hayal edemiyorum. Şayet bir ülke önemli yatırımlara sahipse, ABD tarafından yok edilir. Fakat en büyük risk, İran'da bu tür bir savaşın olmasıdır. İran, eğitimli ve motivasyonu yüksek milyonlarca savaşçıya sahip Müslüman bir ülke. Ölmeye kararlı, yetişmiş milyonlarca savaşçısı, kadınlar ve erkekler ve de siyasi olarak eğitilmiş emir altında milyonlarca insanı var. Kuvvet karşısında değişmeyen ve gözü pek insanlar. Öte yanda, Afganlar pilotsuz uçaklar tarafından öldürülmekte olan Pakistanlılar, Bush'un savaşında öldürülen iki milyon insandan birinin ölümüne şahit olan Iraklılar var. Müslüman dünyaya karşı savaş kazanamazlar, bu düpedüz bir delilik olur.
İran'ın konvansiyonel kuvvetlerinin çok büyük olduğu doğru. Onlar bir gecede birkaç milyon etkili askeri gücü seferber edebilirler. Afganistan ve Irak sınır bölgelerinde hazır durumdalar. Hatta *Blitzkrieg tarzı bir savaş olsa bile ABD bu bölgede bulunan askeri üslerinin çok yakınında konvansiyonel bir savaşa engel olamaz.
Ama ABD bu konvansiyonel savaşı kaybedecektir. Sorun, kimsenin milyonlarca insana karşı konvansiyonel bir savaşı kazanamayacak olmasıdır. Tabii ki Amerikalıların onları öldürmeleri için tüm bir ülkeyi, çok sayıda gücü, bir yerde yoğunlaştırmazlarsa.
Ben bir gerillaydım ve sahip olduğumuz güçleri nasıl kullanmamız gerektiği konusunda çok düşünmek zorunda kaldığımı hatırlıyorum. Asla güçleri bir yere toplama hatası yapmış değilim. Çünkü gücü bir noktada topladığınız zaman kitle imha silahlarının yol açtığı can kaybı daha fazla olacaktır.
Sizin daha önce belirttiğiniz, Güvenlik Konseyi'nde Çin ve Rusya'nın 1929 no'lu karara neden destek verdikleri konusu çok önemli bir soru. Bu onların zararına, çünkü, birincisi, Rusya silah ihracatı yapamayacak ve bu yüzden ana gelir kaynağı küçülecek. İran onun başlıca müşterilerinden ya da Rus silah alıcılarından biriydi ve halkın ihtiyaçlarını, tüketim ekonomisini destekleyen önemli bir döviz girişi sağlıyordu.
Öte taraftan belirttiğiniz gibi Çin'in enerji kaynaklarına erişmeye ihtiyacı var. Aslında Rusya ve Çin'in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde uzlaşmayı kabul etmiş olmaları şunu ifade eder: "Bizim ekonomimizi öldürmelerini kabul ediyoruz, bir şekilde de bizim İran'la ticari anlaşmalarımızı" Bu çok ciddi bir durum çünkü sadece İran'a zarar vermiyor aynı zamanda bu iki ülkeye de zarar veriyor. Güvenlik Konseyi'ndeki veto güçlerini kullanmayı reddetmelerinin, Rusya'da olduğu kadar Çin yönetiminde çok büyük bölünmelere neden olduğunu sanıyorum (ben bir siyasetçi olmamama rağmen).
Rus gazeteciler ile sohbet ettim. Bana, hükümet içinde olması gerektiği gibi bir fikir birliği olmadığını, farklı eğilimlerin bulunduğunu söylediler. Hükümetin içinde Rusya'nın çıkarları ve BM Güvenlik Konseyi'ndeki davranışa farklı noktalardan bakan insanlar var. Bu konudaki düşünceniz nedir?
Genel durumu nasıl mı görüyorum? İran'da yapılacak, alternatif konvansiyonel savaşı -ona böyle diyeceğim- ABD kaybedecektir. Nükleer savaş ise hiç kimse için alternatif olamaz.
Öte yandan, bu nükleer savaş kaçınılmaz olarak küresel olacaktır. Dolayısıyla bugünkü duruma göre İran için böyle bir tehlikenin var olduğuna inanıyorum. Senin ortaya koyduğun nedenleri ve diğer birçok veriyi hesaba katarsak, bu beni savaşın nükleer karakterde olacağı sonucuna götürüyor.
Yani ABD ve müttefikleri, konvansiyonel bir savaşı kazanmaları mümkün olmadığından, nükleer silah kullanacaklar, ama her şeyi kaybetmeye doğru gidiyoruz çünkü bu savaşı da kazanamayabilirler.
Herkes kaybeder, bu herkesin kaybedeceği bir savaş olacaktır. Orada, nükleer bir savaşın tetikleyicisi olması Rusya'ya ne kazandıracaktır? Çin ne kazanacaktır? Bu savaş hangi karakterde olacaktır? Dünya nasıl bir tepki verecektir? Küresel ekonomi üzerinde nasıl bir etkisi olacaktır? Üniversitede, Pentagon tarafından geliştirilen merkezi savunma sistemlerinden bahsettiğinde bunu açıkladın. Bilim kurgu gibi görünüyor, bu son dünya savaşı gibi bir şeye benzemiyor. Ayrıca konvansiyonel taktik silahlarını nükleer silaha dönüştürme girişiminde bulunmaları da çok önemli bir konu.
Bugün, 13 Ekim günü bir haber bülteninde, Hiroşima ve Nagasaki vatandaşlarının, ABD'nin henüz yapmış olduğu sub-kritik nükleer denemeleri nedeniyle güçlü protestolar yaptıklarını okudum. Nükleer sub-kritik olarak adlandırılan şey, kritik kütle elde edilebilmesi için bütün enerjiyi dağıtmaksızın nükleer silahların kullanımı anlamına geliyor.
Bültende şöyle deniyor: "ABD'nin nükleer denemeleri sebebiyle Hiroşima ve Nagasaki'de öfke"
"Bugün, İkinci Dünya Savaşı sonunda nükleer saldırıdan acı çeken Hiroşima ve Nagasaki sakinleri, geçen eylül ayında, ABD tarafından, sub-kritik denilen nükleer zincir reaksiyonlarını açığa çıkaran, nükleer denemelerinin yapılmasına üzüldüler."
"Japonya Times gazetesi, bu türün ilk örneği olan testin 2006 yılında, ABD'nin Nevada eyaletinde bulunan bir merkezde, 15 Eylül tarihinde gerçekleştirildiğini açıkladı. Aynı gazete bunun, bu ülkenin Enerji Bakanlığı tarafından da resmen doğrulandığını bildirdi."
Ne diyordu bu gazete?
Nagasaki Valisi Hudo Nakamura, bir basın toplantısında "buna derinden üzüldüm çünkü Başkan Barak Obama'nın nükleer silahları ortadan kaldırılmasına öncülük edeceğini umuyordum" dedi. Bunu, aynı konuyla ilgili bir dizi haber izledi.
"Ayrıca deneme, 1945 Ağustos'unda atom bombası saldırılarında hayatta kalanların da aralarında bulunduğu, harap edilen Hiroşima ve Nagazaki vatandaşları arasında çeşitli protestolara neden oldu."
Yukio Yoshioka, Hiroşima Atom Bombası Kurbanları Konseyi Müdür Yardımcısı, "nükleer silahsız bir dünyaya doğru ilerleme sözü veren Başkan Barak Obama'nın ihanetine, ABD'nin bu eylemine tahammül edemeyiz" açıklamasında bulundu.
"Hükümet protesto etme niyetinde olmadığını belirtti." Protestoyu sosyal alana bıraktı ve sonra, "bunlardan ilkinin gerçekleştiği 1997 Temmuz'undan bu yana ABD tarafından yapılan sub-kritik nükleer test sayısı 26'ya ulaştı" dedi.
Şimdi de şöyle diyor: "Washington bu testlerin, Nükleer Denemelerin Kapsamlı Yasaklanması Antlaşmasını (CTBT) ihlal etmediğini, zincirdeki reaksiyonu tetiklemediğini, herhangi bir nükleer enerji açığa çıkarmadığını ve bu nedenle laboratuar testlerinin kabul edilebilir olduğunu düşünüyor."
ABD, bu denemeleri yapmak zorunda olduğu savunarak, bunu "nükleer silahlarımızın güvenliğini sağlamak için bunun gerekli olduğunu düşünüyoruz" diye gerekçelendiriyor. Yani, büyük nükleer silahlara sahibiz, güvenliğimizi sağlamak için bunu yapıyoruz, diyor.
İran'ı tehdit konusuna geri dönelim. Siz ABD ve müttefiklerinin bir konvansiyonel savaşı kazanamayacaklarını söylüyorsunuz. Bu doğru; ancak nükleer silahlar, konvansiyonel savaşa karşı alternatif olarak kullanılabilir ve yazılarında söylediğin gibi bu da insanlığa karşı açık bir tehdit olur.
Benim endişe nedenim, Soğuk Savaş sonrası, sivillere zarar vermeyen, gerçekten tehlikeli bir silah değildir, diyerek "insani bir yüzle" nükleer silah kavramının geliştirilmesi ve sonra bir şekilde bu silahın etiketinin değiştirilmiş olmasıdır.
Bu yüzden, onların ölçütlerine göre nükleer silahlar konvansiyonel silahlardan farklı değildir ve şimdi askeri kılavuzlarda, taktik nükleer silahlar sivillere zarar vermeyen niteliklere sahip silahlardır, deniyor.
Bu nedenle bizler, hatta İran'a nükleer silahlar ile saldırmaya karar verenler, Orta Asya ve Ortadoğu, bir bütün olarak insanlık, olası sonuçlarının farkında olunmadığı bir durum içinde olabiliriz. Çünkü bizlere, "bizim ölçütlerimize göre nükleer silahlar, Soğuk Savaş döneminin silahlarından farklıdırlar ve bu yüzden küresel güvenliği sağlayan bir silah olarak İran'a karşı kullanabiliriz" diyecekler.
Bunu nasıl görüyorsun? Son derece tehlikeli bir durum, çünkü onlar kendi yaptıkları propagandalara inanmakta. Bu, silahlı kuvvetler ve siyasi aygıt içinde yürütülen bir iç propaganda.
Nükleer taktik silahlar 20022003 yıllarında tasnif edildi. Hatta o zamanlar Senatör Edward Kennedy, bunun nükleer silahlarla konvansiyoneller arasındaki sınırı bulanıklaştırmanın bir yolu olduğunu söyledi. Ama biz, nükleer silahların kalaşnikoftan farklı olmadığının düşünüldüğü bir çağda yaşıyoruz. Ben abartıyor olabilirim fakat şimdi, her nasılsa nükleer silah "alet çantasının" bu onların kullandığı bir sözcük- bir parçası ve kullanılacak olan silahın türü de buradan seçilecek. Ve böylece konvansiyonel savaş sahnesinde kullanılacak olan silah, bir nükleer silah olabilecek" Böyle bir şey bizi düşünülemez bir yere doğru götürür, bölgesel düzeyde bir nükleer savaş senaryosu olabilir fakat yansımaları aynı zamanda dünyayı da etkileyebilir.
Yuvarlak Masa toplantısında bu silahlar hakkında söylediklerinizi dinledim. Güya bu silahlar, kullanıldıkları alanın çevresindeki komşular için zararsızmış. Kullanılacak olan silah, Hiroşima'da kullanılanın üçte bir güç değerinden altı katına kadar bir dizi eşdeğerde olabilir. Hiroşima'da kullanılanın verdiği korkunç zarar çok iyi biliniyor. Yalnız bir bomba anında 100 bin kişiyi öldürdü. Bunun (Hiroşima'da kullanılanın) altı katında, iki katında ya da eşit güçte bir bomba veya bunun yüzde 30 gücünde bir bombayı düşünün. Bu çok saçma.
Ayıca üniversitede, bu silahların savaş sırasında asker için kullanılabilir insani bir silah gibi sunulma girişimleri üzerine bir sunumda bulundunuz. Yani, belirli bir zamanda, operasyon bölgelerinde komutan, bu silahı diğer silahlara göre daha etkili olduğu gerekçesiyle kullanma yetkisine sahip olabilecek, bu onun askeri doktrinler alanında görevlerinden biri olabilecek ve askeri akademilerde ders olarak verilebilecek.
Bu anlamda ben, nükleer silahın izin alınmaksızın kullanılacağını sanmıyorum, Pentagon ya da Pentagon merkezi yapılarından (örneğin, Strateji Komutanlığı) diyebiliriz; ama evet ABD başkanı ve Silahlı Kuvvetler Komutanının onayı olmaksızın kullanılabileceğini düşünüyorum; yani bu, kırmızı telefonların, vb şeylerin bulunduğu bir Soğuk Savaş mantığı değil.
Pentagon'un üst düzey sorumlularının bu silah ile ilgili yetkileri üzerine söylediklerini anlıyorum profesör ve bu silahın tehlikelerini abartma sorumluluğunu sana yüklememeleri için bu açıklamayı yapman da bana doğru gibi görünüyor.
Ama bak, birileri, ABD başkanı ile Pentagon arasındaki zıtlıklardan ve tartışmalardan haberdar olabilir. Eğer operasyonların senaryo şefi, gerekli veya zorunlu görülmesi nedeniyle bu silahın kullanımını isterse, bu Pentagonun kararı olacaktır. Bu konuda hiçbir kuşkuya yer yok.
Başka bir unsur daha var. Bildiğim kadarıyla şimdi nükleer silahların konuşlandırılması ve nükleer silahların dağıtımı dâhil tümü NATO'ya bağlı bazı Avrupa ülkeleri tarafından yürütülmekte, işte İtalya, Almanya, Belçika, Hollanda, Türkiye orada. Yani savaş sahnesinin çok yakınında bu küçük nükleer bombalardan çokça bulunuyor ve üstelik öte tarafta da İsrail var.
Hal böyleyken, İsrail'in kendi başına bir savaş başlatacağını sanmıyorum. Bu, strateji ve karar alma açısından imkânsız. Modern bir savaşta iletişim ve lojistik sistemin merkezileşmesi merkezi bir karardır; ancak İsrail, ABD'nin vereceği yeşil ışık doğrultusunda hareket edecek ve sonra da ilk saldırıyı yapan İsrail olacaktır. Bazı analistler şimdi farklı şeyler söylese de bu da olasılık dışı değil. İran'a karşı yapılacak savaşın, alışılageldiği gibi konvansiyonel bir sınır savaşıyla, Lübnan ve Suriye ile yapılacak bir savaşla başlayacağını ve sonra bunun, askeri operasyonların tırmandırılması için bir bahane olacağını söylüyorlar.
13 Ekim günü, Ahmedinejat, Lübnan'da büyük bir kalabalık tarafından bu ülkenin ulusal kahramanı gibi karşılandı. Sabah bu konu üzerine bir yazı okudum.
Ayrıca, İsrail'in Lübnanlıların çok mücadeleci insanlar olmalarından duyduğu kaygı biliniyor. Önceki Lübnan-İsrail savaşında, üç kez reaktif füze kullanılması İsrail için önemli bir endişe kaynağı oldu. Çünkü bu silahla mücadele etmek için havacılık alanında özel uçaklara ihtiyacı var bunu İsrailli teknisyenler söylüyor. Öyleyse İran saldırısı üç günlük değil sadece saatlik olmalı zira böyle bir tehlike dikkate alınmalıdır, diyorlar. Bu nedenle ve bu noktadan bakılırsa, her gecen gün daha fazla endişelendikleri görülüyor çünkü bu silahlar, İranlıların konvansiyonel silah cephaneliğinin bir parçası. Örneğin, bunlardan konvansiyonel silahlar arasında bulunan, Hazar bölgesindeki yüzer savaş gemilerine karşı yüzlerce roketatara sahipler. Malvinas Adaları savaşından bu yana bir yüzer savaş gemisinin bir, iki ya da üç turda kendini savunabildiği biliniyor fakat büyük bir savaş gemisinin bu tür silahlardan oluşacak bir füze yağmuruna karşı kendini nasıl koruyabileceğini hayal edin. Bunlar iyi eğitilmiş kişiler tarafından yönetilen hızlı gemiler, bu yüzden İranlılar 30 yıldır insanını hazırlamakta ve etkili konvansiyonel silahlar geliştirmekte.
Son Dünya Savaşı'nda, nükleer silahlar ortaya çıkmadan önce konvansiyonel silahların yıkıcı etkisi nedeniyle 50 milyon insanın öldüğünü biliyorsunuz.
Bugünkü savaşlar, nükleer silahların ortaya çıkmasından önceki XIX. yüzyıldaki savaşlar gibi değil. Zaten savaşlar son derece yıkıcıdırlar. Nükleer silahlar son dakikada ortaya çıktı çünkü Truman, uranyumdan yaratılan kritik bir kitleyi Hiroşima'da ve plütonyumdan üretilen bir diğerini de Nagazaki'de test etmek ve kullanmak istedi. Her ikisi, anında yaklaşık 100 bin kişiyi öldürdü. İnsanlar yaralandıklarını, radyasyon aldıklarını, daha sonra öleceklerini, onun etkilerinden uzun yıllar boyunca acı çekeceklerini ve yanı sıra nükleer savaşın bir Nükleer Kış** yaratacağını bilmiyorlardı.
Size, savaştan sonra hemen ortaya çıkacak zararlar anlamına gelen (Nükleer Kış teorisi) tehlikelerinden bahsediyorum. Oldukça sınırlı sayıda nükleer silaha sahip olan -Hindistan ve Pakistan- iki daha az güçlü güçlerinden birisinin sahip olduğu silahların patlatılması, yaşamın olmayacağı bir Nükleer Kışın gerçekleşmesine yetecek. Tek bir kişinin dahi yaşamını 8-10 yıl sürdürebilmesi imkânsızlaşacak. Zaten birkaç hafta içinde de güneş ışığı görünmez olacak.
İnsanlık en az 200 bin yaşında, şimdiye kadar her şey normaldi, doğa kanunları işliyordu, hayatın kanunları 3 milyar yıldan daha fazla bir zamandan beri gezegen üzerinde gelişmekteydi. Tüm çalışmalara göre İnsan, Homo Sapiens, bir milyon yılın onda 8'lik kısmını geçirirken akıllı bir varlık değildi. İki yüz bin yıl önce hemen hemen hiçbir şey bilinmiyordu. Bugün türlerin evrimini yöneten yasalar biliniyor. Başlangıçta Darwin'in teorisine karşı, bilim adamlarının, teologların, büyük dini kurumların, hatta samimi dindarların karalama kampanyaları yankılanıyordu fakat bugün insanların zorluklar karşısında huzur buldukları dini inançlarını uygulamaları engellenmeksizin, evrim yasası bir gerçek olarak kabul ediliyor.
Ben dünyada hiç kimsenin insan türünün yok olmasını istediğini düşünmüyorum. Ve bu yüzden, sadece nükleer silahların değil konvansiyonel silahların da yok edilmesi görüşüne sahibim. İranlıların yanı sıra İsraillilere, ayrım gözetmeksizin tüm halklara barış için bir teminat sunulmalı ve doğal kaynaklar paylaşılmalı. Bunlar yapılmalı! Ne onların bunu yapacaklarını ne de bunun başarılmasının kolay olacağını söylemek istiyorum. Fakat yenilenebilir enerji kaynaklarını yaratmak için tüm bilimsel güçler geliştirilse bile, doğal kaynakları ve boyutları sınırlı bir dünyada insanlık için başka bir alternatif yok. Dünya nüfusu neredeyse 7 milyar, elbette bir nüfus politikası lazım, bize pek çok şey gerek ve tüm bunları bir araya getirdiğimizde kendimize şu soruyu sormalıyız: İnsan bu anlayış yeteneğine sahip olacak mı ve bütün bu zorlukları aşacak mı? Aslında sadece heyecan, insanda benzer sorunları kolayca çözeceğiz ve karşı duracağız, demesine yol açar.
Truman hakkında konuşurken söyledikleriniz son derece önemliydi. Truman, Hiroşima'nın askeri bir üs olduğunu ve bombanın sivillere hiçbir zarar vermeyeceğini söylemişti. Bu tali zararlar kavramı, 1945 yılından bugüne kadar uzanan nükleer doktrinin devam eden bir parçası gibi görünüyor. Şöyle ki, gerçeklik düzeyinde değil ama propaganda ve doktrin düzeyinde; yani 1945 yılında şöyle dendi: Hiroşima'nın askeri bir üs değil bir yerleşim yeri olduğu gerçeğini inkâr ederek ve 100 bin kişiyi öldürerek insanlığı kurtaracağız.
Ancak günümüzde bu sahtekârlıklar çok daha karmaşık, çok daha fazla yaygın ve nükleer silahlar çok daha ileri seviyede. Öyle ki, siyasi ve askeri söylem içinde kurgu ve yalan sorunu, küresel düzeyde bir nükleer savaş tehdidi ve insanlığın geleceğiyle ilgili tartışmakta olduğumuz önlem, bizi, politikacıların kendi yalanlarını anlamadıkları bir küresel felakete götürüyor. Sonra, akıllı insanın 200 bin yıldan beri var olduğunu söylediğiniz fakat şimdi kurumsal düzeye dönüştürülen bu akıl Birleşmiş Milletler, basın ve istihbarat servislerinin aklı, bizi yıkıma götürecek faktör olmaya devam ediyor. Çünkü birileri onların yalanlarına inanıyor ve nükleer savaşa doğru gidiyor. Einstein'ın açıkça belirttiği gibi bu savaşın son savaş olduğunu fark etmeden: "Nükleer savaş, insanlığın soyunu sürdürmesini olanaksızlaştıran küresel bir tehdittir."
Bunlar çok güzel sözler profesör. Bu durumda tali hasar (savaşın yaratacağı) denilen şey insanlık olabilir. Savaş bir suçtur ve yeni bir yasaya ihtiyaç yoktur çünkü Nürnberg savaşından beri zaten insanlığa ve barışa karşı en büyük suç, suçların en korkuncu olarak kabul edilir.
Nürnberg metinleri açıkça: "savaş bir suç eylemidir, barışa karşı savaşın nihai eylemidir" der. Sık sık Nürnberg'in bu metnine başvuruldu. Müttefikler İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bunu yenilmişlere karşı kullanmak istediler. Ben bunun geçerli olmadığını söylemiyorum ama onların işledikleri suçlardan, hatta Almanya ve Japonya'ya karşı işledikleri suçlardan hiç bahsedilmiyor.
Nükleer silahlarla, ikinci durumdakine (Japonya, ç.n)"
Kısacası bu benim için son derece önemli bir konu, barış için karşı ittifaktan bahsediyorsak eğer, savaş suçu bana temel teşkil ediyor gibi görünüyor. Bu savaşın ortadan kaldırılmasıdır. Bu bertaraf edilmesi gereken bir suç eylemidir.
İyi ama asıl suçluları kim yargılayacak?
Sorun, onların mahkemeleri kontrol ediyor olmalarıdır. O halde yargıçlar da suçlu. Ne yapabiliriz ki?
Bunun Fikirler Savaşı'nın bir parçası olduğunu söylüyorum. Şimdi, dünyada nükleer bir felakete yol açılmaması talep edilmeli, yaşam korunmaya çalışılmalı. Bilmiyoruz ama varsayıyoruz ki insan bunun varlığının bilincine varırsa; onun halkı, gözbebeği insanları, hatta yaşamda emirleri uygulamak için eğitilmiş olmalarına karşın ABD'nin bu askeri liderleri de akademilerde kendilerine öğretilen, stratejik veya taktik nükleer silahların kullanımının soykırıma nadiren neden olmadığının bilincine varırlarsa, sonucunun da farkında olacaklardır.
Tüm bunlar bir delilik gibi, hiçbir politikacının görevi bu gerçekleri insanlara aktarmaktan muaf olamaz. Bu doğrulara inanmak lazım, aksi halde mücadele edecek hiçbir şey kalmayacak.
Şu anda söylemekte olduğun şeylere inanıyorum. İnsanlık tarihinin en büyük tartışması, insanlığın geleceğini tehdit eden nükleer savaş tehlikesine odaklanılmalı. Ve ekonomik ya da temel ihtiyaçlar üzerine yapacağımız herhangi bir tartışmada, savaşı önlemek ve dünya barışını sağlamak amacıyla dünya çapında, temel ihtiyaçlara göre yaşam düzeyini adil bir şekilde planlamak ve dünya barışını sağlamak lazım. Ama eğer biz savaş problemini çözemezsek, kapitalizm de kalmaz. Doğru değil mi?
Hayır, hayır yaşayamaz, bizim yaptığımız tüm analizlere göre kalamaz. Kapitalist sistem ve ona hayat veren piyasa ekonomisi geceden sabaha yok olmayacak ama eğer insanlığın yaşamasını arzu ediyorsak, modern teknolojinin yarattığı konvansiyonel ve nükleer silahlar, zora dayalı emperyalizm, yok olmak zorunda. Şimdi, bu sıralarda yaşanmakta olan gerçek bir olay var ve bu dünyanın muzdarip olduğu büyük çarpıtmayı yansıtıyor: Şili'de 33 madenci yerin 700 metre derinliğinde kaldı ve bu 33 işçinin kurtarılış haberleri dünyada büyük bir sevince neden oldu. Peki, acaba dünya, 6 milyar 877 milyon 596 bin 300 insanın kurtarılması gerektiğini anlayınca ne yapacak? 33 işçinin kurtarılması evrensel bir sevinç yarattı ve bütün kitle iletişim araçları bundan başka bir şey konuşmadı. Peki, ama Hiroşima ve Nagazaki'deki gibi korkunç bir ölüme benzeyen, olağanüstü bir tehlikeyle tuzağa düşürülen neredeyse 7 milyar insan niçin kurtarılmıyor?
Bak, bu da açıkça farklı etkinlikler ve propaganda yapan medyanın kapsamına giren bir sorudur. Ben, Şilililerin yaptıklarının büyük bir insani operasyon olduğunu düşünüyorum. Ama senin dediğin gibi insanlık için bir tehdit var olduğu doğruysa, bu dünyanın bütün gazetelerinin baş sayfasında olmalıydı çünkü insan toplumunun bütünü, bir kararın kurbanı olabilir. Hatta sonuçlarının ne getireceğini bile bilmeyen (nükleer silahların) üç yıldızlı bir general tarafından alınan bir kararın. Fakat burada medyanın tavrından konuşmaktayız, özellikle batıda, bugün dünyayı potansiyel olarak etkileyen en ciddi sorun gizlenmekte. Bu bir nükleer savaş tehlikesidir ve bunu ciddiye almak zorundayız. Çünkü Hillary Clinton gibi Obama da, İran'a karşı bir önleyici savaş çağrısında bulunarak nükleer silah kullanma fikrine sahip olduğunu açıkladı.
Peki, bunu nasıl cevaplayacağız? Hillary Clinton ve Barak Obama'nın, hiç kimse için tehlike teşkil etmeyen İran'a karşı nükleer silahların tek taraflı kullanımıyla ilgili yaptıkları açıklamalara ne diyeceksin?
Evet, ben iki şey biliyorum: Bugünlerde ortaya çıkan bir tartışma, ABD Güvenlik Konseyi içinde yapılan geniş çaplı tartışmalar. Bob Woodward'ın yazdığı kitabın önemi de buradan geliyor çünkü tüm bu tartışmaların nasıl geliştiğini ortaya koyuyor. Obama, Hillary ve Biden'in pozisyonlarının ne olduğu biliniyor. Askerler ile yapılan tartışmada, başarılı olan ve savaşın yayılmasına karşı katı bir şekilde tavır alan Obama olmuş, bu olay bir gerçek. Ben son makalemde bu konuyla ilgili gerçekleri yazmaktayım. Oraya gelerek ona bazı öğütler veren tek kişi, Cumhuriyetçi parti üyeliği nedeniyle rakibi olan Colin Powell olmuş. O'na, ABD'nin başkanı olduğunu hatırlatarak cesaret verici tavsiyelerde bulunmuş.
Konuştuğumuz bu mesajları herkese ulaştırmak gerektiğine inanıyorum. Global Research dergisinde yayınladığın makalelerinin çok okunduğunu düşünüyorum" Ve yaptığımız bu konuşmalar ölçüsünde fikirleri yaymak ve onları yayma fikrine ev sahipliği yapmak gerektiğine inanıyorum. Her seferinde bu problemleri ortaya getirdiğin, muhakeme ettiğin, tartıştığın için ben çok memnun oluyorum. Zaten bana göre de senin açıkladığın sebeplerden dolayı bu konuda gerçekten bir bilgi eksikliği var.
Şimdi, bizim şu sorunun cevabını bulmamız gerekir: Bunu duyurmanın yolları nedir? Zamanında, On İki Havariler, on iki kişiydiler daha fazla değil, iletilerin yayılması görevini üstlenmişlerdi. Elbette önlerinde yüzlerce yıl vardı. Bizim önümüzde yok. Fakat Global Research ile çalışanlar listesinden, aynı şeyleri planlayan 20'den fazla kişiye bakmaktayım, saygın kişiler; iyi ama önümüzde yüzlerce yıl yok, tersine çok az.
Savaş karşıtı hareket; Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Avrupa'da bölünmüş durumda. Bazıları tehdidin İran'dan geldiğini düşünüyor, diğerleri "bunlar terörist" diyor ve savaş karşıtı hareketin içinde birçok yanıltıcı haberler dolaşıyor. Ayrıca Dünya Sosyal Forumu'nda, sol ya da ilerici insanlar arasında, nükleer savaş, tartışmaların bir parçası değil. Soğuk Savaş boyunca, evet bir nükleer çatışmadan konuşulurdu ve insanlarda bu bilinç vardı. New York'ta, Birleşmiş Milletler çatısı altında yapılan, Silahların Yayılmasının Önlenmesi gününün son toplantısında üzerinde durulan konu, devlet dışı kişilerin/ teröristlerin nükleer tehditleriydi.
Başkan Obama, tehdidin nükleer silahlara sahip olan El Kaide'den geldiğini söylüyordu. Ayrıca, şayet birisi Obama'nın konuşmalarını okursa, onların kirli bomba diye adlandırdıkları bombaların üretimi için teröristlerin küçük bir nükleer bomba üretme kapasitesine sahip olduklarını düşünebilir. Evet, bu da konuyu bütünüyle çarpıtmanın bir başka yoludur.
O'na ne söylüyorlarsa, o da kendi halkına bunu söylüyor ve onları buna inandırıyor. (")
Size bir soru sormak isterim çünkü Küba Devrimi'nin tarihi ile ilgili önemli bir yönü var. İnsanlığın geleceğiyle ilgili bu tartışmaların aynı zamanda devrimci söylemin bir parçası olduğuna inanıyorum. Bir bütün olarak topluma nükleer savaş tehdidi varsa, bu gerçek karşısında herhangi bir şekilde eylemlerde bulunmak ve bir devrim düşüncesine sahip olmak gerekmez mi?
Söylemek lazım, tekrar ediyorum, insanlık yerin 800 metre altına sıkışmış durumda, insanlığı o çukurdan çıkarmak, bir kurtarma operasyonu yapmak lazım. İnsanlara duyurmak zorunda olduğumuz bir numaralı mesaj bu. Eğer birçok insan bunu düşünüyorsa, sizin yapmakta olduğunuz şeyi birçok insan yapacaksa ve sizin desteklemekte olduğunuz şeye destek verecekse, artık bunu söyleyenin ya da söyleyecek olanın kimler olduğuna bakılamaz.
Kitlelerin nasıl daha fazla haberdar edileceğinin yollarını bulmak zorundayız. Çözüm gazetelerde değil. İnternet var, internet daha ekonomik ve daha uygun. Ben, size internette haber ararken yaklaştım, haber ajansları, basın organları, CNN aracılığıyla değil tersine internette günlük makaleleri aldığım bir haber bülteni aracılığıyla. Her gün 100 sayfadan fazla.
Dün, sizler bir süre önce Amerikan halkının üçte ikisinin İran savaşına karşı olduğunu savunuyordunuz. Bugün ise yüzde 50'sinin, bu kadar yüzde, İran'a karşı yapılacak askeri eylemin yanında yer almakta.
Hatta son aylarda şu oldu ve şöyle dendi: "Evet, nükleer savaş çok tehlikeli ve bir tehlikedir; ama tehlike İran'dan geliyor". New York'un içinde şöyle posterler vardı: "Nükleer İran'a hayır deyin." Bu posterler, İran'ı dünya güvenliğine karşı bir tehdit olarak sunuyor ve hatta bu tehdit olmasaydı kendileri nükleer silah sahibi olmayacaktı, mesajı veriyor. Ve sonunda şu noktaya gelindi, The New York Times bu hafta başlarında "evet, siyasi suikastlar meşrudur" diyen bir metin yayınladı.
Şu halde, bize böyle şeyler sunan bir basın varken ve onların sahip olduğu dağıtım ağıyla uğraşmak bizim için çok büyük bir iş olacak. Biz, alternatif bir medya dağıtımıyla bu süreci tersine çevirme olanağına sahip değiliz. Ayrıca, bu alternatif medyanın birçoğu da ekonomik güçler tarafından finanse edilmekte.
Ve yine savaşmamız gerekecek.
Dün verdiğiniz mesajda, bir nükleer savaş durumunda, tali hasarın bir bütün olarak insanlık olacağını söyledin.
Evet insanlık, insan hayatı.
Doğrudur, bu savaşın olmaması için İnternet bu konuda bir tanıtım aracı olarak işlevini sürdürmeye devam etmelidir.
Evet, bunu durdurmanın tek yolu bu. Eğer kamuoyu oluşturacaksak bahsettiğim örnekteki gibi olmalı: yaklaşık 7 milyar insan yerin 800 metre derinliğinde ve bunları ifşa etmek için Şili fenomenini kullanmak zorundayız.
Yerin altında kurtarılması gereken 33 işçi var diyerek medya tarafından geniş biçimde yayınlanan, 33 işçinin kurtarılması olayıyla bu olayı kıyaslıyorsun. Ve yerin 800 metre altında, neler olduğunun farkında olmayan yaklaşık 7 milyar insanın var olduğunu ve onları kurtarmak zorunda olduğumuzu çünkü insanlığın bir bütün olarak ABD ve onun müttefikleri tarafından tehdit edilmekte olduğunu zira onu kullanmaya hazır olduklarını ve bunu da kendilerinin açıkladıklarını söylüyorsun.
Ve eğer muhalefet olmazsa, eğer hiçbir direniş olmazsa, onu kullanacaklar. Aldatılıyorlar, askeri üstünlüğü ve modern teknolojileriyle uyuşmuş durumdalar ve ne yaptıklarını bilmiyorlar. Nükleer silahların sonuçları konusunda hiçbir fikrileri yok. Onlar galip durumlarını devam ettirebileceklerine inanıyorlar. Bu mümkün değil.
Ya da bunun yalnızca herhangi bir konvansiyonel silah olduğunu düşünüyorlar.
Evet, onlar kandırılıyorlar, bu silahı kullanmaya devam edebileceklerine inanıyorlar. Onlar zamanı karıştırıyor ve Einstein'ın ne dediğini hatırlamıyorlar: O, üçüncü dünya savaşında hangi silahların kullanılacağını bilmiyordu ama dördüncü dünya savaşının taşlar ve sopalarla yapılacağını söylüyordu. Ben buna şunu ekledim: " yalnız, o zaman sopa ve taşları kullanacak kimse kalmayacak." Gerçek bu; bana geliştirmemi önerdiğin, bu aynı kısa konuşmanın özetini yazdım, işte orada.
Benim gördüğüm sorun, nükleer silahların kullanımının insanlığın sonunu mutlak bir gecede getirecek olmayışıdır çünkü radyoaktifin etkisi birikimli bir süreçtir.
Tekrarlayın, lütfen tekrarlayın.
Nükleer silahların çeşitli sonuçları vardır. İlki, savaş sahnesinde patlama ve yıkım, Hiroşima'da olduğu gibi; diğeri zamanla genişleyerek artacak olan radyasyonun etkisidir.
Evet, buna Nükleer Kış diyoruz. Prestijli kuzey Amerikalı araştırmacı, New Jersey, Rutgers Üniversitesinden emekli Alan Robock, sekiz nükleer gücün ikisi arasında bir savaşın patlak vermesi ve bu tip silahların en azının kullanılması halinde dahi, bir "nükleer kışa" yol açacağını reddedilmez bir biçimde kanıtladı. Ultra-bilimsel bilgisayar modellerinin kullanıldığı bir grup araştırmacı ekibin önünde yaptı bu keşfi.
Yaklaşık sekiz yıl sürecek uzun bir gecenin yaşanması ve bütün gezegenin havasının donma noktasının altına düşmesi için bahsedilen sekiz potansiyel gücün sahip olduğu 25 bin stratejik nükleer silahtan 100'ünün patlaması yeterli olacaktır. Bu kadar korkunç bir şey, Profesör Robock haykırıyor, "insanlar bu durumu inkâr ediyorlar, bunu düşünmek istemiyorlar, yokmuş gibi davranmak daha kolay." Kendisinin verdiği bir uluslararası konferansta, bana bunu bizzat kendisi anlattı ve orada onunla konuşma onuruna nail oldum.
Bir varsayımda bulunacağım: İran'da bir savaş patlak verirse, kaçınılmaz olarak küresel bir nükleer savaşa dönüşür. İşte bu nedenle dün, böyle bir anlaşmaya (BM Güvenlik Konseyi'nin, 1929 no'lu kararı üzerinde ki anlaşma; ç.n) izin vermenin doğru olmadığını söylüyorduk. Çünkü bu her şeyi daha fazla kolaylaştırdı. Anlıyor musun?
Bugün İran'da yapılacak bu tipte bir savaş yerel düzeyle sınırlı kalamaz zira İranlılar güce boyun eğmezler. Savaşın karakteri konvansiyonel olursa ABD ve Avrupa kazanamayacak ve bu yüzden savaşı hızla nükleer bir savaşa dönüştüreceklerini iddia ediyorum. ABD taktik nükleer silah kullanma hatası yaparsa, dünyada büyük bir dehşet üretecek ve olayların kontrolünü de elinden kaçıracaktır.
Obama, Afganistan'da yapılması gerekenler konusunda Pentagon ile hararetli bir tartışma yapmak zorunda kaldıysa, milyonlarca İranlı savaşçıyla savaşırken Amerikalı ve İsrailli askerler karşısındaki Obama'nın durumunu hayal edin. Ne Suudiler ne Pakistanlılar ne de diğer Arap veya Müslüman askerler, İran'a karşı savaşmazlar. Ne olabilir? Yankiler, pilotsuz uçaklarıyla öldürdükleri ve saldırdıkları Pakistanlı aşiretlerle (İranlılarla aynı kökten gelen; ç.n) ciddi çatışmalara girebilirler ve onlar bunu biliyorlar. Bu aşiretlere darbe vuracakları zaman, önce onlara saldırıyorlar sonra hükümeti uyarıyorlar, önceden bir şey söylemiyorlar. Pakistanlıları en fazla öfkelendiren şeylerden biri de budur. Orada güçlü bir anti-Amerikancılık var.
Onlara karşı taktik nükleer silah kullanılması halinde İranlıların teslim olacağını düşünmek bir hata ve böyle bir durumda dünya gerçekten sarsılır, fakat sonra çok geç olabilir.
Onlar konvansiyonel bir savaşı kazanamazlar.
Kazanamazlar.
Bunu Irak'ta görüyoruz; Afganistan'da bir ülkeyi yok edebilirler ama askeri açıdan kazanamazlar"
Ama onu (Afganistan) yıkmanın bedeli ne olacaktır, neye mal olacaktır dünyaya, felakete doğru yürümenin ekonomik maliyeti nedir. Amerikan halkı tepki verinceye kadar senin bahsettiğin problemler durumu ağırlaştırır; çünkü Amerikan halkı genel olarak tepki vermekte gecikir ama sonunda tepki gösterir. Amerikan halkı, askeri ölümlere ve kayıplara sessiz kalmıyor. Vietnam Savaşı sırasında birçok insan Nixon hükümetini desteklemiş hatta Kissinger bu ülkede nükleer silah kullanılmasını önermiş ama halkın Nixon'u desteklemesi onun bu suça adım atması konusunda cesaretini kırmıştı. Amerikan halkının savaşın bitirilmesini istemesi sonucu müzakere etmek ve güneyden çekilmek zorunda kalınmıştı. İran petrol bölgesinden vazgeçmek zorunda kalacak. Vietnam'da ne bıraktı? Bir maliyet. Ama eninde sonunda, şimdi onlar, petrol satın alarak, ticaret yaparak yeniden Vietnam'dalar. İran'da çok can kaybedecekler, belki de bölgedeki petrol tesisleri büyük ölçüde tahrip olacak.
Bugünkü gibi bir durumda, onların bizim mesajlarımızı anlamaları olası değil. Eğer savaş patlak verirse, bana göre onlar ve dünya hiçbir şey kazanamayacak. Çok olası olmamakla birlikte şayet savaş sadece konvansiyonel silahlarla olursa kaçınılmaz olarak kaybedecekler ve eğer küresel bir nükleer savaşa dönüşürse insanlık kaybedecek.
İran önemli konvansiyonel güçlere sahip.
Milyonlarca.
Kara kuvvetlerine, roketlere ve kendini savunma olanaklarına sahip.
"Eli silahlı tek bir adam kaldığı sürece bu onların yenmek zorunda kalacakları bir düşman olacaktır"
Ve orada birkaç milyon silahlı insan var.
Milyonlarca; birçok Amerikalı hayatını feda etmek zorunda kalacak, eğer şimdi tepki vermezlerse ne yazık ki sonra tepki vermek zorunda kalacaklar ve o zaman çok geç olacak; yazmak lazım, olanaklarımız ölçüsünde yaymak lazım. Hıristiyanların zulme maruz kaldıklarını, onları antik yeraltı mezarlıklarına götürüp öldürdüklerini ve aslanlara attıklarını hatırla. Fakat onlar yüzyıllarca inançlarını terk etmediler. Sonra bu olanlar Müslümanlara yapıldı ve asla boyun eğmediler.
Müslüman dünyasına karşı gerçekten bir savaş var. Neden tarihin verdiği bu dersler unutuluyor?
Bu savaşın riskleri hakkında yazdığın makalelerden birçoğunu okudum.
İran konusuna dönelim. Dünya kamuoyunun savaş senaryosunu anlamasının çok önemli olduğuna inanıyorum. Onların konvansiyonel savaşı kaybedeceklerini açıkça ortaya koydun. Zaten Irak ve Afganistan'da kaybetmekteler, ayrıca İran NATO'dan daha fazla konvansiyonel kuvvete sahip bir ülke.
Çok daha fazla deneyimli ve motive olmuş durumdalar. Zaten bunlar Afganistan ve Irak'ta onlarla çatışma içindeler. Pakistanlılarla aynı etnik gruptan olan İranlıların, Afganistan'daki direnişlerinden kimse söz etmiyor. Ve Beyaz Saray'da yapılan tartışmalarda bu savaşa kaybedilmiş savaş diyorlar. Bunu bize, onların da doğruladığı, "Obama'nın Savaşları" adlı kitabında Bob Woodward anlatıyor.
İran'a vuracakları ilk şok darbesinden sonra geriye kalanları yok etmek için savaşa ekleyecekleri şeyleri hayal et. İşte o zaman kendilerini, ya kazanamayacakları bir konvansiyonel savaş içinde ya da küresel bir nükleer savaş çıkarma zorunluluğu -zaten bunu konuşmuştuk- içinde bulacaklar. Bu koşullar altında da dünya çapında çok büyük bir kargaşa üretecekler.
İran'da yıkmak için 450 hedef belirlemişler. Onlara göre bunlardan bazıları, derin ve dağlık bölgelerde bulunuyor bu nedenle bunlar taktik nükleer başlıklı silahlarla vurulması gereken yerler. Bunları yıkmak için yapmak zorunda oldukları bu savaş tipini kim haklı görebilir bilmiyorum. Bu saldırılarda Rus personelden ve onlarla işbirliği yapmakta olan diğer uluslardan birçok insan ölecektir.
Bugün birçok Amerikalının desteğiyle, medya tarafından sorumsuzca teşvik edilen bu darbe karşısında dünya kamuoyunun tepkisi nasıl olacak?
Bir soru, İran, Irak ve Afganistan bir şekilde komşu ülkelerdir. İran'ın, Irak ve Afganistan ile sınırı var, ABD ve NATO işgal ettikleri bu ülkelere askeri tesisler yerleştirdiler. Bu durumda ne olur? Ben, İran birliklerinin hemen sınırı geçeceklerini sanıyorum.
İyi, onların hangi taktiği uygulayacaklarını bilmiyorum. Fakat biri onların yerinde olsaydı, en çok arzu edilen şeyi yapardı ve birlikleri tek bir yere toplamazdı. Çünkü taktik nükleer silahlarla yapılan bir saldırıda, tek bir noktaya toplanmış kuvvetler daha fazla kurban verirler. Yani tehdidin niteliğine göre pozisyon alınmalı. Onlar, bizim Angola'nın güneyinde kullandığımız taktiğe benzer bir taktik kullanırlarsa daha iyi olur. Güney Afrika'nın elinde nükleer silahlar olmasından şüphelendiğimizde kara ve anti-hava ateş güçlü 1000 kişilik taktik gruplar oluştururduk. Nükleer silahlar asla bir asker kitlesine ulaşmamalı. Uçaksavar roketler ve diğer benzeri silahlar ile kuvvetlerimizi destekliyorduk. Silahlar, arazi ve taktikler sürekli değiştirilmelidir.
Dağınık yerlere"
Dağınık fakat insanlar izole edilmiş değil. Uygun silahlarla donatılmış yaklaşık olarak 1000 insandılar ve toprak kumluydu. Onların geldiği her yeri kazmak ve toprağın altında gizlenmek zorunda kaldılar, daima birimler arasındaki büyük mesafeyi koruyarak. Güney Angola'da düşmanın, 60 bin Kübalı ve Angolalı askere karşı kesin bir darbe indirmesine asla fırsat verilmedi. Biz bu kardeş ülkede geleneksel kriterlerle çalışan yüz binlerce kişilik bir ordu kuruyorduk. Hoş, biz Güney Angola'da, Kübalı ve Angolalılar olarak 100 bin değil 60 bin kişiydik. Teknik gereksinmelere bağlı olarak, başlıca taktik grupları Kübalılar oluşturuyordu çünkü tankları, roketleri, hava savunma araçlarını, iletişimi Kübalılar yönetiyordu. Ama piyade birliği, büyük bir mücadele ruhuyla Angolalı ve Kübalı askerler oluşuyordu. İsrail ve ABD tarafından desteklenen apartheid rejiminin beyaz ordusuyla yüzleşmek için bir an bile tereddüt etmediler. O zamanlar üretilen sayısız nükleer silahı acaba kimler kullanıyordu?
İran'ın durumuna gelince, oradan toprağı kazmakta olduklarına dair haberler geliyor ve onlara sorulduğunda, işgalcileri gömmek için mezarlar hazırlamakta olduklarını söylüyorlarmış" Bunun bir ironi olup olmadığını bilmiyorum ama onları tehdit eden saldırılara karşı güçlerini korumak için gerçekten yeterince kazanmaları gerektiğini düşünüyorum.
İran birkaç milyon askeri seferber etme potansiyeline sahip.
Sadece askerler değil, aynı zamanda komuta birimi de çok mühim. Kanımca, yetki genişliği çok önemli, saldırganlar emirlerin iletilmesini önlemeye çalışacaklardır. Her mücadele birimi, farklı koşullarda yapılması gerekeni önceden bilmelidir. Saldırgan, radyoaktif silahlarıyla komuta zincirini bozmaya ve vurmaya çalışacaktır. Bütün bu faktörler göz önünde bulundurulmalıdır. İnsanlık asla buna benzer bir deneyim yaşamadı.
Her koşulda bir aptallık olan Afganistan ve Irak'taki durumuyla, İran'da içine düşeceği durum kıyaslanırsa, orada karşılaşılacak şeyler farklı silah, eğitim, zihniyet, asker türü" olacaktır. 31 yıl önce, 1979 yılında, İranlı savaşçılar mayın tarlalarının üzerlerinde yürüyerek mayından arındırıyorlardı. Hiç şüphesiz onlar Amerika Birleşik Devletleri'nin karşılaşacağı en korkunç düşmanlar olacaktır.
Çevirenin notları:
*II. Dünya Savaş'ında Nazilerin uyguladığı savaş doktrini. Yıldırım harekâtı anlamına gelir. Mekanize yer birlikleri ve hava kuvvetlerinin birleşiminden oluşan orduyla düşman saflarını yarıp ele geçirme esasına dayanır.
**Nükleer Kış: Nükleer bir savaştan sonra hemen ortaya çıkacak olan çevre felaketi. Nükleer patlamalarda açığa çıkacak olan azot oksitleri ozon tabakasını yok edecek ve patlama sonucu atmosfere yayılan büyük miktarda toz güneş ışıklarının dünyaya ulaşmasını engelleyerek havanın soğumasına yol açacak.
[Global Research'teki İspanyolcasından Atiye Parılyıldız tarafından 5deniz.net (Sendika.Org) için çevrilmiştir]