Selâhaddin Çakırgil
Filizlenen ‘öze dönüş’ eğilimi teşvik edilmeli
Geçen hafta Samsun’a dair izlenimlerimi kısa notlar halinde de olsa sizlerle paylaşırken, o yörede yeşermekte olan ve gelecek va’deden kültürel hayattan da ise kısa notlarla söz etmenin yanlış olacağı kanaatiyle bu konuya ayrı bir yazıyı ayırmak gerekli oldu.
***
Ancak, kültür deyince neyi anlamalıyız?
Elbette bu konuda da yığınla tarifler ve izahlar yapılabilir. Ama kısaca belirtmek gerekirse, kültür, bir sosyal grubun, bir halkın, bir milletin, kendine özgü ve kendisini diğer halk toplumlardan ayıran özellik tarzında ortaya çıkan, inanç, duygu, düşüncelerinin ve davranışlarının, mimarî ve musîkîden, hattâ, yemek yemekten, adâb-ı muaşeret kurallarına, günlük hayatın şekillenişinde kendiliğinden oluyormuşçasına özümsenerek tekrarlanan her şeye hattâ mezarlıklara bile yansıyan adâp ve usûllere, sevinçlerin ve mâtemlerin yansıtılışına, hayata bakış ve insan ilişkilerine varıncaya kadar, ve günlük hayatın her ânından gelenek halinde yerleşmiş ve gelecek nesillere mîras kalacak olanlar bütünüdür. Ama son zamanlarda birçok kuruluşun kültür faaliyetleri olarak sadece bir takım şenlikler veya sportif karşılaşmaları göstermelerindeki sığlık da unutulmamalı...
***
Elbette, kültür denilince ilk akla gelen alan, özellikle de eğitim alanıdır. Ki, bizim toplumumuzun hele de son 200 yılından bu yana, okumuş kesimlerin duygu ve düşüncelerine ârız olan bir yabancılaşma ve aşağılık duygusu, yazık ki, belli kesimlerde, kendi dünyamızın değerlerine ve kültürüne göre değil, yabancıların kültürlerine göre ve hayata bakış anlayışlarına göre bir sosyal hayat şekillenmesi musibeti yaşamışızdır. Onun içindir ki toplum kesimleri arasında farklı yaşayış tarzları hattâ bir kaçınılmaz gereklilik imişçesine ve devleti yöneten kadrolarla yönetilen kitleler arasında derin uçurumlar meydana getirmiştir. Buna, yöneten kadroların teşvikiyle zengin kesimlerin, yönetilen halk kesimlerine yukarıdan bakan, dışlayıcı ve aşağılayıcı tavırlarını da ekleyebiliriz.
Öyle ki, asırlardır yaşanmamış bir aşağılık duygusu, özellikle Tanzimat’la başlayan ve duygu, düşünce, anlayış ve zevkleri ile yabancı kültürlere göre şekillenen bir yaşayış tarzı, giyim-kuşam şekilleri, dans ve benzeri halleri asrîleşmenin / modernleşmenin gereği sanan anlayışlar, aileler içinde bile yadırgamalara, derin yabancılaşma ve çatışmalara dönüşmüş ve hattâ anne-babalarının veya dede ve ninelerinin sadece görüşlerinden değil, kılık-kıyafetlerinden bile utanılan bir noktaya gelinmiştir.
Bu, merhûm Necîb Fâzıl‘ın mısraıyla, ‘Bir hayata çattık ki.. Hayata kurmuş pusu..’ durumudur.
***
Son yıllarda, bu yabancılaşma duyguları, devletin tepesinden himaye görmemeye başladığından, bu durum Anadolu’da bir kendi özüne dönüş hareketini genç nesillere bile telkin etmektedir. Bu eğilim daha da teşvik edilmelidir.
Bu cümleden olmak üzere, kendi alanında seçkin bir yeri olduğu söylenen Samsun Sosyal Bilimler Lisesi’ni ziyaret sırasında da görmek memnuniyet vericiydi. Bu lisenin genç ve değerli müdürü Hamza Sofuoğlu’nun verdiği bilgilerin ilginçliği bir yana, daha da ilginç olan, bu okuldaki öğrencilerden bir grubun, ‘Heybe’ adında, -bugün Osmanlıca denilen, gerçekte ise- 90 yıl öncesinin alfabesiyle yayınlanan türkçe mevsimlik bir dergi çıkarmaları..
Bu dergiden ayrı olarak, Samsun’da 15 senedir aylık olarak yayınlanmakta olan dolgun muhtevalı ‘Yolcu’ isimli dergi ve bu arada konferanslar için Acem Tekkesi gibi merkezlerin hizmete sunulması da güzel bir hizmet..
Resmî ideolojinin 100 yıldır kültür adına dayatmalarına artık ‘Hayır!’ diyen bir anlayış, Anadolu’da, kökü mâzide olan bir âti uyanıyor.
***
Bu vesileyle Samsun ve civarında bulunduğum günler boyunca değerli vakitlerini ayıran hukukçu Mustafa Bayram, yazar Şerif Mırık, Selahaddin İnal, Ünye ve Çarşamba’da liselerde öğretmenlik yapan arkadaşlar Ahmed Arslan, Yusuf Ziya, Hüseyn Ekinci, Samsun İlahiyat’dan İ. Hakkı İnal, Said ve Nizameddin hocalar ve 30 yıldır Londra’da ikamet etmekte olan Yüksel Dinçer ve diğer dostların herbirisine teşekkürler..
stargazete