GEZİ NOTLARI 1: Issız Nakşi tekkesinin Hıristiyan bekçisi

Nicedir duyardım, Almanya’da Kıbrıslı Şeyh Nazım Kıbrısî’ye bağlı bir tekke var diye. O tekkeye gitmeden evvel merhum şeyh efendiye rahmet dileyelim Rahmân’dan. Mekânı cennettir inşaallah.

 

***

 

Köln’e 60 küsûr kilometre mesafede Kall diye bir köy.

 

Köyün ortasında, yolun kenarında kadîm bir binanın girişinde iddialı bir yazı: Osmanische Herberge, yani Osmanlı Hanı.

 

Altında restaurant da yazıyor, karnım da aç, lakin kapı kilitli.

 

Küçük bir aralık vardı, oradan içeriye baktım, in cin top oynuyor.

 

Zaten köy de ıssız.

 

İnsanları buharlaştırıp eşyaları olduğu gibi bırakan acayip bir bomba düşmüş sanki buraya.

 

***

 

Binanın arkasına geçtim.

 

Aşağı yukarı yarım dönümlük bir arazi.

 

Arazinin solunda (binanın sırtı) bir kapı, karşıda da birbirine ve ana binaya iliştirilmiş iki barakanın iki kapısı.

 

Soldaki kapının yanındaki pencereler perdesiz, içerisi belli ki mescit.

 

Abdestim yoktu.

 

Karşıdaki kapılardan birinin -soldakinin- abdesthaneye açıldığını hissettim ve gidip kapıyı tıkladım.

 

Cevap gelmeyince ‘Tekkedir, serbesttir’ deyip kapı kolunu çevirdim.

 

Kilitli değildi.

 

Sahiden de abdesthane vardı ardında.

 

Yanında da bir yatakhane.

 

Dağınık yataklar.

 

Onlar da boş.

 

İçimi öyle bir ıssızlık hissi kapladı ve o his içimi öyle sıktı ki, abdeste sımsıkı sarıldım.

 

Mescit kapısı da açıktı, namaza daha sıkı sarıldım. Namazdan sonra mescitteki küçük bir kitaplıkta bulunan kitaplara baktım.

 

Almanca ve Türkçe ilmihaller.

 

***

 

Mescitten çıktım ki, üçüncü kapı da açılmış, önünde bir sandalyede bir adam oturuyor.

 

Mutluluktan uçarcasına “Selamun aleykum” diye bağırdım, adam irkildi, şaşkın şaşkın “Aleykum selam” dedi.

 

Yanına varıp da göğsünde kocaman bir haç görünce asıl ben şaşırdım, ne diyeceğimi bilemedim, kendi kendime ‘Dervişlerin işleri acayiptir, vardır bir bildiği’ deyip geçtim.

 

Meğer bizim dervişlerden değilmiş, Martin Luther’in yolunda mütedeyyin bir Hıristiyan imiş, işsiz ve aşsız kalmış, dergâhtakiler ona sahip çıkmış, orada yatıp kalkıyormuş ve başka kimse olmadığında tekkeye göz kulak oluyormuş.

 

Biraz sohbet ettik.

 

Konu konuyu açtı.

 

Issız Nakşi tekkesinin Hıristiyan bekçisi, bana, en iyi Almanca İncil tercümesinin İsviçre tercümesi olduğunu ikna edici bir şekilde anlattı.

 

***

 

Sonra birden kolları ve yüzünün yarısı saçma sapan dövmeli uzun saçlı ve sakallı sapsarı bir adam geldi, sırtında pejmürde bir sırt çantasıyla.

 

Yüzümüze bakmadan, pek melankolik bir sesle, “Kasabaya iniyorum, bir isteğiniz var mı?” diye sordu.

 

Yürüyerek gidecekmiş.

 

Kasaba dediği en az beş kilometre.

 

“Ben sizi bırakayım” dedim, arabama binip gittik.

 

Yolda şunları anlattı:

 

“Alman’ım. 25 sene evvel Müslüman oldum. Müslüman olduğumda 17 yaşındaydım ve dövmeleri yeni yaptırmıştım. Takdir-i ilahi. O saatten sonra yapılacak bir şey yoktu artık.”

 

“Benim hanımdı burayı çekip çeviren. Ne güzel yemekler yapardı. Ta nerelerden gelirlerdi yemek için. O ölünce lokanta da öldü. Tekke de söndü. Her ayın ilk Cumartesi günü ihvan toplanıp zikir çekiyor. O gün çok güzel geçiyor. Öncesi ve sonrası böyle ıssız işte.”

 

“Bursa’yı özledim. Şeyhimin diyarı Kıbrıs’ı daha çok özledim. İnşaallah para bulunca giderim bir ara.”

 

Nasip.

Bu yazı toplam 771 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar