Ahmet Taşgetiren
Görülmeyenler ve Sonuçları
İktidar, Şehir Üniversitesi’ne yönelik sonunda kayyım atamaya kadar varan uygulamanın toplumda nasıl bir etki bıraktığını görmüyor. Hele iktidar medyasında Şehir Üniversitesi’ni, öğrenci ve öğretim üyesi yapısı ile “Davutoğlu’nun müridlerinin yetiştiği bir mekan” olarak göstermenin ne kadar utanç verici bir yaklaşım olduğunu görmüyor. Kim ne derse desin en son Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da devreye girmesiyle konunun siyasi hesaplaşma zeminine oturmasının kaçınılmaz olduğunu görmüyor. Bu süreçte nihai planda her şeye hakim olan Cumhurbaşkanı’nın neden bu arsa temliki ve Halkbank sürecine müdahale etmediğinin sorgulanacağını da kimse aklına getirmiyor.
-İktidar, termik santrallere baca takma işinde gelinen noktanın, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dahil Ak Parti’nin son dönemde girdiği bütün sistemik tavırları bir türbülansa soktuğunu görmüyor. İktidarın Meclis grubunda müthiş bir irade zaafı ortaya çıktığını, bunun Cumhur İttifakı’ndaki ortağı da zaaf alanına çektiğini, sonunda Meclis’in iktidarı, hükümeti ve Başbakan konumundaki Cumhurbaşkanını denetlemesinin değil tersine bir denetleme mekanizmasının devreye girdiğini, bunun da “Erdoğan karizması” ile tolere edildiğini, böyle bir durumun Meclis’in itibarını yerlerde sürünür hale getirdiğini görmüyor. İktidar milletvekilleri, baş döndürücü tavırlar içine girmenin, Ak Parti grubunda Erdoğan’ın liderliğine her şeyi feda eder hale getirdiğini, bunun halktaki karşılığının müthiş bir itibar kaybı anlamına geldiğini görmüyor.
-İktidar aile, gençlik ve kültür gibi sosyal alanlarda on yılları aşan zaafının sonunda muhafazakar bir siyasi yaklaşıma ciddi bedeller ödetecek hale geldiğini görmüyor. Şu anda Türkiye bir yandan kadına yönelik cinayetleri konuşurken, bir yanda da muhafazakar toplum tabanında İstanbul Sözleşmesi ekseninde müthiş bir fay hattı oluşuyor. Tartışmaya en son iktidara yakın medyanın sütunları da girdi. O sütunlarda yazan Türkiye’de başörtüsü mücadelesinde öncülük etmiş simalar bile yoğun hesaplaşmanın hedefi oluyorlar. Bir yanda “Aile elden gidiyor” feryatları diğer yanda “Kadın cinayetleri nasıl önlenecek?” feryatları, sanki birbirinden hiç habersizmiş, farklı toplum zeminlerinde yaşıyormuş gibi farklı mevziler oluşturuyor. İktidar ikinci kesimde yer almış gözüküyor oysa birinci kesim de, öteden beri bu camianın en keskin dilini seslendiren bir medya organının desteğine sahip. Bu fay hattının ne zaman nasıl kırılacağı ve neye mal olacağı da, sanki iktidar tarafından dikkate alınmıyor. Bunun da sebebi olarak, ikinci alanın, Cumhurbaşkanı’nın ailesinin desteği ile hareket ediyor görüntüsüne sahip olması olarak görünüyor.
-İktidar medyası ülkenin her türlü problemini “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karizması” ile cevaplandırma yolunu tercih ediyor. Erdoğan söz konusu ise her şey “zafer kıvamı”nda olmalı, gibi bakılıyor. NATO dedik mi, Erdoğan zafer kazanmalı, asgari ücret denildi mi öyle, emeklilikte yaşa takılanlar denildi mi öyle, enflasyon -faiz denildi mi öyle… Hakikaten o zafer kazansa ülke de kazanmış olur, ama ona bağlanarak zaafları da zafer gösterme gibi bir yol benimsenirse bunun ülkeye bedeli ağır olabilir. Onun için Trump Erdoğan’ı övünce, Putin birkaç hoş söz söyleyince bunları ülke için de mutlak başarı gibi görmenin sağlıklı olmadığını, çünkü her ülke liderinin her sözünün kendi ülkelerinin çıkarı ile ilgili olduğunu unutmamalı.
-İktidar, kendisine yakın medya dilinin zaman zaman nasıl zehirleyici bir nitelik kazandığını görmüyor. Köşelerde yazılıp çizilenler olsun, sosyal medya planında seslendirilenler olsun, adaletten, haktan, hukuktan, hatta zaman zaman ahlaktan nasipsiz görüntüler sergiliyor. “Düşman var ve sen ona ne söylesen hak ediyor” yaklaşımı, fanatik bir izleyiciyi tatmin etse bile geniş toplum kesimlerinde çok kötü etki yapıyor.
-İktidar, son zamanlarda ekranlara bana göre bilinçli olarak taşınan Perinçek’e bağlı adamların iktidar icraatını kendileri yönetiyormuş gibi bir tavır içine girmesinin nasıl bir toplumsal bedel ödeteceğini görmüyor.
-İktidar, en son Güngören’de ortaya çıkan “kibir gösterileri”nin halk tarafından bireysel olaylar olarak görülmediğini görmüyor.
-İktidar, kendisine yakın medyanın Davutoğlu ve Babacan’a yönelik aşağılayıcı dilinin, toplumda hiçbir karşılığının olmadığını görmüyor. “Erdoğan olmasaydı ne Davutoğlu olurdu ne de Babacan, hatta ne de Abdullah Gül” gibi yaklaşımların, bu insanların en yüksek görev alanlarında hizmet yapmış olması gerçeği yanında boş ve anlamsız olduğunu görmüyor.
Son söz: İktidar sadece Davutoğlu ve Babacan’ın yola çıkışlarının, diğer siyasi partilerden daha çok Ak Parti için anlam taşıdığını görmeli. Görmek kolay değil biliyorum, ama bunun kendisi için hayati mesele olduğunu bilmeli.