Merve Kavakçı
Gözümüzün önünden örnekler
Afganistan, ardından da Irak’ın işgal edilmesi ile gelişen dönemde hem savaşın başını çeken Amerikan ordusundan hem de karşı tarafta direnen Irak ordusu ve sivillerinden kayıplar kıyaslanıyordu. Dönemin ABD Milli Savunma Bakanı Rumsfeld, kendi askerlerinden kayıpların rakamını ve detaylarını verirken karşı tarafla ilgili bir nev’i omuz silkiyor ve onları saymıyoruza getiriyordu. Bu, tipik bir üstenci batıcı bakış açısının temsilciliğiydi. Ebugüreyb hapishanesindeki insanlık dışı manzara da bu temsilciliğin ayıbı şöyle dursun, kendini en yalın şekliyle tanıtımıydı. “İnsanlık dışı” dediğimiz şey insanın ne olursa olsun layık olmayacağı, reva görülmeyeceği şey, durum, fiiliyat olarak tanımlanırsa, insanın dışındaki varlıkların içine düşebilecekleri bir konumlandırılmadan söz ediyor olmalıyız Ebugüreyb’de. Ölen Iraklıların istatistiki değerlendirilmesinin dahi yapılmamış olması da bir rakam “bile” olamamışlığı da yüceltilerek ardı arkası kesilmeyen merasimlerle ebediyete uğurlanan Amerikan askerleri karşısında ne kadar “az-insan” öldüğünün reel politikteki ispatıydı. Bugün 2020’lere doğru yol alırken şahit olduğumuz “Müslüman ve fakat insan değil” algısı da aynı silsilenin farklı bir basamağı. İsveç Demokratlar Partisinin milletvekili Martin Strid’in parlamentoda Müslümanları kastederek kullandığı yüzde yüz insan değiller tasviri az-insanlığın tezahürüdür. Bu miksup içinde insan-hayvan veya tam tersi hayvan-insan karışımı olarak nitelenen “Müslüman” genel bir türe istinaden söylenmiştir. Yüzde yüzden aşağı bir ölçüdeki mahlûk insanı özelliklerden uzak kabul edilirken insana gösterilmesi gereken ihtimam ve saygıyı da hak etmez. İş kolaylaşmıştır bu noktadan sonra. Bir Müslüman ölse, insan hayatına bir saldırı olarak addedilmez, bilakis az-insan olmaktan kaynaklanan meta-varlık konumuna düşürüldüğünden normlara da tehdit arzedebilir. Bu da az-insanın değil maruz kaldıklarını anlamak, üzülmek ve düzeltmek, tam tersine bir an önce yok edilmesi yolunu açar. Bundandır ki; bu örnekte gördüğümüz gibi ırkçılık, İslamofobi ve nefret suçları işleyenler ellerini kollarını sallaya sallaya bu gezegende dolaşır. Şiddete başvurmayı teşvik eder halleri kale alınmaz, karşılıksız ve cezasız kalır. Bir de tam tersini tasavvur ediniz ve Müslüman bir milletvekili bu sözleri mesela bir Musevi için sarfetmiş olsaydı, tıpkı Siyonistlerin Filistinlileri bugün gördükleri minval üzre? O zaman neler olurdu...?
İkinci örneğimiz de anlatıcı. İsrail’in iç siyasetinden bir örnek üzerinden okuyalım. Farklı muamelenin pek gündeme gelmeyen bir boyutu ile ilgili bu seferki. İsrail parlamentosu karışmış. Sebebi, cumartesinin tatil günü olmaktan çıkartılmış olması. Netanyahu’nun partisi ile hükümet ortağı olan ve fakat Netanyahu ve ekibinin aksine Ortodoks Yahudilerden oluşan bir başka deyişle Museviliğin reformasyon geçirmesine direnen partiden Sağlık Bakanlığını yürüten Yaakov Litzman Musevi şeriatının alenen ihlal edilmesinden dolayı istifa etmiş. Cumartesi günü çalışma yasağı olan dinlerine rağmen bir grup işçinin demiryolu tamiri için çalıştırıldığını gören bakan tepkisini bu şekilde göstermiş. Hiç sanmam orada kimse ülkemiz elden gidiyor, din devleti oluyoruz.. şeriat geliyor diye yaygara etmiyordur. Çünkü orası İsrail. Çünkü orası zaten bir din devleti. Çünkü orası Türkiye değil ve bizdeki din allerjanları orada mevcut değil. Hadi, burada laiklik showlarına gönül vermişler, dibimizde şeriatçı İsrail istemiyoruz diye bağırsanıza! Sizin derdiniz İslam’la. Tıpkı İsveçli yoldaşınız gibi.
yeniakit