Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Güleryüzlü Müslüman

Derin Gerçekler

Suç ve cezaya, günah ve ayıba öyle kilitlendik ki!

Aslında ne zaman kötü ne de mekân. Onu iyi ya da kötü yapan bizleriz. Ya da bu çirkinlikler bizim eserimiz. Biraz da bu bizim nereye, niçin ve nasıl baktığımızla ilgili.

Suçu cezalandırma isteğimiz, suçu ve suçluyu bastırma ve cezalandırma isteğimiz, suçu önleme isteğimizden fazla. Asıl sorun ne biliyor musunuz, güzel örnekler olmuyoruz. Başkalarına öğütlediğimiz şeyleri kendimiz yapmıyoruz.

Müslüman, İslam’a teslim olmuş kişiyi ifade ediyor. İslam, “Seleme” kökünden “Barış” demek. “Darusselam” “Barış evi/barış yurdu” demek. İslam “barışa giden yol” demek oluyor. İlk barış “akıl’la vicdan’ın barışması” ile mümkündür. Sevgi, merhamet, şefkat gibi fıtratımızda gizli olan duyguları öne çıkartmamız gerekiyor. Bu barış bizi, “insanı insanla barışmaya” götürecek. Değilse insan insanla savaştadır.. Benim bir başkasına olan uzaklığım, onun bana uzaklığına eşittir. Benim inancım, fikrim, hayat tarzım ona ne kadar garib geliyorsa, onun inanç, fikir ve hayat tarzı bana o kadar garib gelecektir. Bu durumda ne yapacağız? Kimin dediği olacak! Gücü yeten yetene mi? Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamak için, ittifak ettiğimiz konularda birlikte hareket etsek, ihtilaf ettiğimiz konularda birbirimizi mazur görsek. Mesele herkesin kendi güvenliği ve geleceğini, özgürce yaşayacağı bir alan oluşturmak için, insanların can, namus, akıl-inanç, mal ve nesil emniyetini merkeze alan bir güven ortamı oluşturmak zorundayız., hiç kimse kimsenin malına canına kastetmemeli. Eğer kasteden olursa misli ile cezalandırılmalı. Herkes emeği karşılığı olanı hakkı ile alabilmeli., hakkı ile elde edilmiş şeyler korunmalı, hiç kimse kimseye işkence etmemeli. İşkence eden olursa, işkenceciye misli ile ceza verilse. Namus, izzet, şeref, haysiyet ve bir kişi ya da topluluğun namusu kabul edilen değerlere karşı kimse düşmanca bir tavır içine girmese. Herkes inandığı gibi yaşasa ve düşündüğünü özgürce ifade edebilse, sadece insanın değil, bütün canlıların nesillerini sürdürmeleri için birlikte içinde yaşadığımız dünyayı, havayı, suyu, toprağı korusak. Doğru olan, olması gereken bu değil mi?

Yani insan fıtratı ile, yaratılış gayesi ile, tabiatla barışsa. Evet işte bu 3 Barış, bizi Allah’la barışa götürecektir. Değilse insan Allah’la savaştadır. Kendi kendisi ile savaştadır aynı zamanda. Adalet, barış ve hürriyetin olmadığı ortamlar insanın yeryüzünde kendi elleri ile inşa ettiği kendi cehennemidir. “Adalet yoksa barış yoktur”. Adalet olmadığı halde var gibi görülen barış ise, kölelerin sessizliğidir. Teslimiyettir. “Pax Roma”dır. Adalet ve barış olmadığı ortamlarda hiçbir hürriyet güvende değildir.

Bu anlamda bizim dini, etnik, ideolojik, politik, felsefi ve vicdani kanaat farklılıklarımıza dayalı sebeplerle birbirimize karşı çatışmamız insanlık düşmanı, insin Şeytanlarının ocağına düşmekten başka bir anlam taşımaz. Şeytan bu çatışmanın sonucu olarak dökülen kan ve gözyaşları üzerinden kendi dostlarına iktidar ve servet üretecektir.

Niye, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı duramıyoruz. Allah kitabında öyle buyuruyor: Bir topluluğa olan düşmanlığımız bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek. “Adil şahidler” olacağız. Haksız olan babamız, haklı olan düşmanımız da olsa, babanızdan haklının hakkını alıp, düşmanımıza o hakkı teslim edecek bir ahlak ve hukuk anlayışını hayatımıza hâkim kılmadıkça kan da, gözyaşı da dinmeyecek.

Kur’an kursundan eve gelen Narin’i öldürenlerle suç ortaklığı yapan Narin’in cansız bedenini suya bırakıp, üstüne taş koyan kişi, eve gidip, namaz kılabiliyor. Bu bir başka cinayet. Kişi kendini mi aldatıyor, insanları mı, yoksa Allah’ı mı aldatmaya çalışıyor (haşa)

Alacağını alamadığı için rüşvet vermek zorunda kalan bir iş adamı ise, utanç içinde, Allahtan af dilemek için abdest alıp camiye gidiyor. Vakit namazı yakın, ama o önce tevbe namazı kılmak istiyor. Namazını kılıyor. Ağlamaklı, derin düşüncelere dalmış. Vakit ezanı okunuyor. Tam namaza duracak, arkadan geliyor ve yanında namaz duruyor. O gelen kişi, biraz önce rüşvet verdiği kişi! Belki cebinde hala o rüşvet parası var. Belki rüşvet alırken de abdestli idi. Oysa o namaz da o abdest de artık geçersiz. Hatta gazab vesilesi. İşte bunlar, Müslümanların yüzkarası. Utancımız.

İtiraf edelim ki, biz yeteri kadar akıllı, dürüst ve cesur değiliz. İmanımız aklımızdan fazla değildir ve olamaz. Çünkü bilmediğimiz bir şeye iman etmiş olamayız, ya da öyle bir iman sahih değildir. “İnni küntü minezzalimiyn”. Yani biz cahillerden ve zalimlerden olduk.

Hani korku ile umud arasında bir yerde duracaktık. Umudumuz korkumuzdan, sevgimiz, merhametimiz nefretimizden büyük olacaktı. İyilik ve güzellik saçacaktık çevremize sabırlı olacaktık. Ayağımıza taş atanları, yolumuza diken dökenleri, arkamızdan küfredenleri Hakka, hayra çağıracaktık. Bizi öldürmeye gelenler bizde dirilecekti. Haksızlığa uğramak, kimseye haksızlık etme hakkı vermez. Hakkı üstün tutacaktık hani, Hak’kı, kadın, erkek, çocuk, insan diye ayırmayacaktık. Niye gelin-kaynana, dede-nine hakkı diye bir şey icad etmedik. Hak nerede tecelli ederse biz orada, ondan yana olacaktık. Sahi, doğduğumuz ana-babayı biz mi seçtik. Ya da doğduğumuz zamanı veya yeri biz mi seçtik. Derimizin rengini ya da cinsiyetimizi biz mi seçtik. Hepimiz Hz. Adem’in çocukları değil miyiz, o da topraktan değil mi? Bundan dolayı insanlar üstün ya da geri olabilir mi? Bu ırkçılıktır. Bu Faşizmdir. Biz insanız ve insanlar ya dinde kardeş ya da ten’de bir eştir. İlk ırkçı Şeytandır. İlk Lanet, ilk Haram, ilk günah ırkçılığadır. Aslında Hakka nisbet edilen üstünlük dışında her aidiyete dayalı üstünlük ve öncelik iddiası ırkçılıktır. Şeytani bir dürtüdür.

Kaybettiğimiz her insan, Âdemoğullarından birinin daha Şeytana esir düşmesidir ve onun onu cehenneme taşıması ile sonuçlanacak bir kayıptır. Görevimiz insanları Şeytana esaretten kurtuluşa çağırmak ve ona güzel örneklik etmektir. Şeytana karşı zaferi ancak böyle kazanabiliriz. Ekmel-i Mahlukat, eşref-i mahlukat olan insan güler yüzlüdür. Işık arayan değil, ışığı içinde taşıyan, gittiği yere göz aydınlığı olan, bulunduğu mekân’dan şeref alan değil, şeref götürendir o. O suyu arayan değil, suyun aradığı adamdır, İsmail misali. Aslolan iyilik diyarına göç değil, gittiği yere iyilik götüren, hastalara şifa götüren Hekim olmaktır olması gereken. Karanlıklara ışık, kederli insanlara sevinç götürendir. Onlar bilirler ki, kederler paylaşıldıkça azalır ve mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır.

Hiç düşündük mü, Hz. Muhammed Mekke’den ayrılıp Medine’ye geldiğinde, sayıca azdılar. Mallarını geride bıraktıkları için yoksuldular ve Ayrıldıkları şehir halkı ile geldikleri şehir halkı aynı dinden, aynı kabiledendiler. Akrabaydılar Yani Medine halkına Yahudi, Hristiyan ve putperestlerden oluşuyordu. Peki hal böyle iken Müslümanlar nasıl iktidar oldular?

Herkes biliyordu ki, Müslümanlar bilirler ve yalan söylemezler ve söz verdiklerinde sözlerinde dururlar. Onların Peygamberi “El emin”dir. Adildir. Doğru ile eğriyi, iyi ile kötüyü, Hak ile batılı, güzel ile çirkini ayırt eden, temyiz kabiliyetine sahip, hakemlik yaptığında Hakkı gözeten, güce boyun eğip, adaletin terazisini eğmeyen bir kişidir. Bir kişiye yapılan bir haksızlığın bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdit olduğunu bilen insanların yaşadığı toplumlarda insan insanın kurdu değil, can yoldaşıdır.

Resulullah, farklılıklarına rağmen barış içinde bir arada yaşama ilkesinin ön şartı olarak, adaleti, barışı ve hürriyeti savundu. O ayrılınca Mekkelilerin yüzü asıldı ve gönülleri karardı, Yesrib Medine oldu, yeni bir medeniyetin inşası için model oluşturdu, Medinelilerin yüzü güldü. Biliyor musunuz, tebessüm sadakadır. Güler yüzlü olmak bir makyaj ve maske ile modaya uygun imaj ürünü değil manevi bir derinliği ifade eder.

Genelev açılışını kurban kesip tekbir getirerek açan SHP’den, Zinayı suç olmaktan çıkartıp, kimliklerimize Toplumsal cinsiyet kimliği olarak LGBT tercihlerine meşruiyet kazandıran, yandaş/candaş Media’sı’nda üstün bir zeka ve “Deha” şeklinde uyuşturucu baronu ve kara para aklayıcısı tipin evinin girişine " besmele" yazan, AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’lilerin AGARTHA sevdasının sonucu Devlet destekli Karnaval’a varana kadar olup-bitenlere bakınca, insan söyleyecek söz bulamıyor. Sonuçta al birini vur ötekine! Aranan Ömerler ortada yok ama, bulunan Ömerler HABAT’çı çıktı.

Güleryüzlü olmak, komedi filmi izlerken ya da Sirk cambazları ve Palyaçolarını izlerkenki gülücük dağıtan, kaybeden tarafın hüznü kadar büyük yüzündeki gülücükten veya sosyete nezaketi icabı makyajlı yüzlere, çıkartma kağıdı gibi yapıştırılmış yüzden, kumarda kazanan kumarbazın o şeytani, münafık gülüşünden, Fahişelerin avlarına yaklaşırken, balıkçıların oltalarına taktıkları yem misali gülücüklerinden söz etmiyorum tabi. Onlar “adil şahidlik” ve terazisini doğru tutmak konusunda Hak ve hakikat namına nasibsiz Politikacıların sözleri kadar aldatıcıdır. Mü’min tebessümü ile, Münafık gülüşünü fark edemeyenlerin “kalp gözü” ve “feraset”i bağlanmış olsa gerekir. Ya Rab, bizi Hakkı Hak, batılı batıl göster, Hakk’da toplanmamızı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. İhtiraslarımız gözümüzü karartmasın. Ağu’yu altın tas içre, bala karıştırıp sunanların şerrinden muhafaza eyle. (Amin) Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 159 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar