Selâhaddin Çakırgil
Haklılığının gücüne inanmak ve gücünü hak sanmak arasında..
Bu satırları, Osmaniye’nin Kadirli ilçesi sınırları içindeki Karatepe-Aslantaş Gençlik Kampı’ndan yazıyorum.
Burası, tabiatın koynunda, çam ağaçlarıyla kaplı bir küçük yarımada şeklinde. Üç tarafını, orta boy bir baraj gölünün kuşattığı, Özgürder’in Üniversiteliler Buluşması proğramı çerçevesinde, 150 kadar üniversite öğrencisinin birkaç gün kamp yaptığı güzel bir mekân...
Bizim gençlik dönemimizde böyle yerler yoktu. Şimdi görüyorum ki bu gibi gençlik kampları bir çok yerde kurulup, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı olarak genç nesillerin hizmetine sunulmuş. İki tarafı da keskin kılıç gibi, hayırlı şekilde kullanılmaya da müsaid, ifsad ve şerr istikametinde kullanılmaya da.
Bu kazanımların şerr yolunda kullanılmasına fırsat vermemek de, halkımızın dikkat ve ferasetine, uyanık bekçiliğine bağlıdır. Bu gibi mekanların şerr güçlerin eline geçmesi halinde kısa zamanda nasıl fesad yuvalarına dönüştürülebileceğini geçmişteki nice acı örneklerden biliyoruz.
Dikkatli ellerde ise, bu gibi yerler tatil yapma imkanı olmayan ekonomik açıdan kesimlerim çocuklarına geniş imkanlar sunuyor; onların yeni arkadaşlar ve sosyal çevre edinmelerine; davet edilen kişilerin konferanslarını dinleyip değerlendirmelerde bulunmalarına hizmet ediyor.
***
Genç arkadaşlarla sohbette, Müslümanları tehdit eden cereyanlardan Coğrafyacılık, kavmiyetçilik ve mezhebçilik konuların ele alınması öngörülmüştü. Bu cümleden olarak, Müslüman için vatanın doğulan veya doyulan yerler olmadığı, inancını hayata hâkim kıldığı yerler olduğu ve hiçbir kişi, ırk veya kavmin yaratılış itibariyle diğerinden üstünlüğünün söz konusu edilemeyeceği ve asıl üstünlüğün taqvâ ve fazilet açısından söz konusu olduğu konularına değinildi. Keza, inancımızın temel kaideleri açısından bir aykırılık sözkonusu olmadığında, tefsir farklılıklarından kaynaklanan ve mezheb diye isimlendirilen ayrılıkların da Müslümanların birbirinden uzak düşmesine gerekçe sayılmaması gerektiğine işaret olundu.
Tabiatiyle, yeni nesiller geçmişte İslam’la savaşan devlet başkanlarının halkımıza yaşattıklarından habersizdiler. Kezâ, misafiri olan Pakistan Devlet Başkanı Eyyub Khan’ı Cuma namazı için Sultanahmed Camii’ne götürüp, kendisi, ‘Biz laikiz..’ diye içeri girmeyen C. Bayar; ya da, Hâfız-ı Şirazî türbesinde bir fatiha okunması önerisine bile ‘Biz laikiz..’ diye karşı çıkan ve amma, Yahya Kemâl’in ‘Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış..’ diye başlayan meşhur şiirini okuyan büyükelçiye, ‘Fatiha’yı ne güzel okuyorsunuz..’ diyen Korutürk gibi cumhurbaşkanı örneğinden de habersizdiler..‘Bugün ise, hangi noktaya gelindiği’ hatırlatılıp, bu yolculuğun kolayca olmadığının unutulmaması gerektiği hatırlatıldı. Evet, zamanlama belki hızlı değildi, ama, halkımıza ne büyük acılar ve travmalar yaşatan diktatörce dayatmaların aşılmasında küçümsenilmemesi gereken ilerlemelerde görülmeliydi.
***
Bu arada Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan’ın son iki-üç gündür yaptığı konuşmalarda içeriye ve dışarıya verdiği çok önemli mesajların üzerinde de konuşuldu. Geçmişte mesajlarını bu derece net ve milletin yüreğine su serpercesine ferahlatan örnekler yoktu. Daha çok diplomatik protokol kurallar içinde ve ülkenin ekonomik gücü göz önünde tutularak konuşmalar yapılıyordu. Şimdi ise, gücünü inancının haklılık ölçülerinden alan bir tavır sergileniyordu.
Evet, haklılığının gücüne inanmayanlar elinde hakk kavramı bâtıl durumuna düşürülür ve bâtıl kavramı da güçlü oluşundan hareketle kendisini hakk imiş gibi takdim etmek imkânı elde eder. Nitekim, son referandumda ‘hayır’oyu kazansaydı, Erdoğan bugünkü kadar güçlü konuşamaz ve hattâ içerde ve dışarda onu yemek içim fırsat kollayanların ağır baskıları halkın sadece ona destek veren kesimini değil, ‘hayır’ diyen kesiminden nicelerini de derinden sarsardı.
***
3 saati bulan konferansta bu genç beyinlerin hassasiyetlerini görmek ayrı bir şevk vericiydi.
stargazete