Hanefi Avcı İle Röportaj

Hanefi Avcı İle Röportaj

BU YAPININ HİÇBİR ŞEYİNE İNANMAM diyen Hanefi avcı Erdoğan'a destek istedi...

Gülen Cemaati kontrolündeki paralel devletin mağdur ettiği çok sayıda insan var ülkede ama hiç kuşkusuz bütün bu mağdurlar arasında ünlü polis şefi Hanefi Avcı'nın yeri başka. Çünkü onun bu mağduriyeti yaşamasının tek nedeni Türkiye kamuoyunun henüz yüz yüze geldiği bu derin yapıyı o 2010 yılında yazdığı ve Haliç'te yaşayan Simonlar adını verdiği kitapta tek tek afişe etmiş olmasıydı. Eskişehir Emniyet Müdürü iken yazdığı kitapla cemaatin hedef tahtasına oturan, türlü entrika ve komplolarla tutuklanıp Silivri Cezaevi'ne konulan Avcı ile Adalet Bakanlığı'ndan aldığımız özel izinle SABAH ekibi olarak bir söyleşi yaptık. Dikkatle ele alınması ve sorgulanması gereken söyleşinin bugün ilk bölümünü okuyacaksınız. Ancak son derece kritik açıklamalarda bulunan Avcı'yla birlikte olmaya yarın da devam edeceğiz...

 Bugün tartışılan devlet içindeki paralel yapıyı siz 3 yıl önce yazdığınız kitabınızda ele almıştınız. Belli ki bu insanları çok yakından tanıyordunuz... 
Avcı: 
Eskiden biliyorsunuz insanlar 'dindar, İslamcı, Cemaatçi' diye fişlenir emniyet kadrolarında üst görevlere getirilmezdi. Ben geçmişte de hep karşı çıktım. Önemli olan liyakat sahibi olmasıydı. Bu yüzden o dönemde cemaatçi olduğu söylenen insanlara da sahip çıktım. Liyakat sahibi olanlara kritik görevlerde yer açtım. "Bu ülkenin geleceği için güzel insanlar yetişiyor" derdim. 

 Bir şeylerin yanlış gittiğini ne zaman fark ettiniz? 
- Taşkınlıklarına mani olmaya çalışanları tasfiye etmeye başlamaları üzerine farkına vardım. 

 Nasıl oldu bu? 
- Örneğin Emin Aslan... Celal Uzunkaya, Mustafa Gülcü ve Sabri Uzun gibi isimleri emniyette kurmaya çalıştıkları yapılanmaya engel olacaklarını düşündükleri için ekarte ettiler. Çok ilginçtir... 28 Şubat döneminde Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral'ın "Fethullahçılar raporu" hazırlandığında Emin Bey askere gidip rapora itirazını dile getirmişti. Askeri doğru bilgiler olmadığına ikna etmeye çalışmıştı. Sonra Emin bey Yüksek Şura'da bunların olmaması gereken atama, terfilerine, yanlışlarına karşı çıkınca sahte isimle dinlediler ve mesleğiyle oynadılar. Bir başka mağdur çok iyi bir polis olan Mustafa Gülcü'ydü. Ergenekon Davası başladıktan sonra savcılar emniyetin hazırladığı Ergenekonvari bir yapılanma olduğunu kabul etmesi için baskı yapmışlar. Kabul etmeyince hedef oldu. Bir polis muhbirinin ihbarıyla disiplin soruşturması geçirip pasifize edildi. Emin Aslan'ı yine bir polis muhbirinin ihbarıyla "uyuşturucu kaçakçısı ile ilişkisi var" deyip hapse attılar. Sabri Uzun gibi bir istihbaratçıyı isimsiz ihbar mektupları, sahte kararlarla dinleyip pasif göreve çektiler oradan da müfettiş görevlendirilerek soruşturma açıp 'haksız mal varlığı edindi' diyerek sicilini lekelediler. Bu yaşananlar olan bitenin farkına varmamı sağladı. 

 Siz bunu yetkililere anlatmayı denediniz mi? 
- Birçok görüşmem oldu. O zaman İçişleri Bakanı Beşir Atalay'dı. Beni samimiyetle dinledi. Ama Başbakan'ın ikna olmadığını sanıyorum. Çünkü paralel yapının bu kadarını yapabileceğine inanmadı. Benim kısa bir süre önceki halim gibiydi durumu yani. Bana da başka biri gelip bu şekilde anlatsaydı, görmeseydim, şahit olmasaydım inanmazdım. Başbakan ve çevresini benden soğutmak için de yanlış bilgiler yaydıklarını düşünüyorum. Örneğin KOM Başkanıyken KOM'un İstanbul'da dinlediği bir yeri Başbakan'ın eşi Emine Hanım aramış. O telefon tapelerini Başbakan'a götürüp "Hanefi Avcı eşinizi dinliyor" demişler. Sonradan gerçeğin bilindiğini, böyle bir dinleme yapmadığımızın anlaşıldığını öğrendim. Ancak benimle ilgili Başbakan'a başka neler söylendi onu bilmiyorum. 

 Yani siz derdinizi kimseye anlatamadığınız için yazdınız 'Haliç'te Yaşayan Simonlar'ı... 
- Kayıtlara düşmek ve sonrasına ışık tutmak, kamuoyuna aktarmak için yazdım. Zaman beni haklı çıkardı. Hani derler ya; Olaylar yeniyken müdahale ederseniz çabuk önlem alırsınız. Öyle olmalıydı ama olmadı ve o olaylar büyüdü, büyüdü ve şimdi hükümetin karşısına büyük bir kaos olarak çıktı. Ama şükrediyorum ki iyi ki şimdi oldu. İllaki olacaktı sonunda ama Allah şaşırttı ve Başbakan'a çok erken saldırdılar. Bir anormallik vardı ve çok şükür en azından bu hükümet erkenden farkına vardı bu anormalliğin. 

BU YAPININ HİÇBİR ŞEYİNE İNANMAM
 O zaman siz 17 Aralık operasyonuna sadece yolsuzluk perspektifiyle bakmıyorsunuz. 
- Başıma onca işi gelmişken bu yapının yaptığı hiçbir şeye inanmam. Hem böyle yolsuzluk operasyonu mu yapılır? Soruşturmanın nereye gideceğini bilmiyorsunuz ama herkesten saklıyorsunuz. Neden? Çünkü en başından beri niyetiniz belli! 

 Usule aykırı mı demek istiyorsunuz? 
- Evet. Ben de görevdeyken bazı yolsuzluk operasyonları yaptım. Ama yaparken üstlerimi bilgilendirdim. Mesela Enerji Bakanlığı'nda ihalelere fesat karıştırma soruşturması vardı. Bizzat gidip hem Enerji Bakanı'na hem de İçişleri Bakanı'na bilgi verdim. Kim olduklarını, kimlerin adının geçtiğini olayın ne olduğunu anlatmadım ama o bakanlıkta tahkikatlar yaptığımızdan haberdar ettim. Ha yolsuzluk yapan bakanın oğludur, kardeşidir ayrı. Oğlun kardeşin yolsuzluk yapmış demezsin ama bakanlığıyla ilgili bir soruşturma yaptığının bilgisini hem bakanlığına hem de amirlerine haber vermek zorundasın. Validen, Başsavcıdan ya da Adalet Bakanı'ndan niye saklıyorsun? Burada bakıyorsunuz vali şehri yönettiğini sanıyor ama yönetmiyor. Emniyet Müdürü emniyeti yönettiğini sanıyor ama yönetemiyor. İçişleri Bakanı bakanlık yaptığını sanıyor ama gereken bilgiyi alamıyor. Başsavcı da habersiz. Hiçbir amirin haberi olmadan yapılan bir soruşturma var. Böyle bir devlet anlayışı olabilir mi? Bediüzzaman der ki; Hakimiyetin şenni müdahaleyi reddeder. Yani bir yerde bir tek iktidar olur. Çift başlı iktidar olmaz! 

SORUN YALNIZ HÜKÜMETİN DEĞİL HERKESİN
 Mücadele için geç mi kalındı? 
- Geç kalındı ama yine de Türkiye bir şans yakaladı. İyi değerlendirmek lazım. Hükümet kararlı ve cesur olmalı. Ancak bu bir yılda iki yılda bertaraf edilebilecek bir yapı değil. Bu sadece polis ya da kriminal hamlelerle de çözülemez. Mücadele uzun bir zaman alacak. Devletin kilit noktalarına yerleşmeleri bu hükümet döneminde oldu. Başbakan kendileri gibi geçmişte dışlanmış bu insanları sahiplendi. Devletin kritik noktalarında görev almalarına hep olumlu baktılar. 

 Peki bu yapıyla mücadeleden başarıyla çıkılabilecek mi? 
- Çıkmak zorundayız. Bir de bu sadece iktidarın sorunu değil. Hepimizin sorunu. Bütün Türkiye'nin. Bugün AK Parti yarın CHP, öbür gün MHP! Kim gelirse gelsin bunlarla mücadele etmek zorunda zaten. O nedenle bu ülkeye aidiyet hisseden herkes, iktidarı muhalefeti, Türk'ü Kürt'ü, dindarı ve dinsizi herkes Başbakan'ın yanında tavır almalı. Bu bir fırsattır, değerlendirilmelidir. Bakın. Bunlara ön ayak olduğu için kızılabilir hükümete. Eleştirilebilir ama hükümet zayıf düşsün Erdoğan iktidardan gitsin diye gidip öbür tarafa destek verilemez. Ben bir mağdur olarak, bunların iftiralarıyla, sahte belge ve komplolarıyla hapse düşmüş hayatı karartılmış bir kişi olarak söylüyorum bunu. Ben de çok kırgınım hükümete. Herkesten daha çok kırgınım çünkü bunların başıma ördüğü çorabı göremediler ve önlem almadılar vaktinde diye. O zaman bana kulak verip bunlara tavır alsalardı ben şimdi görevimin başında bunlarla mücadelede en ön saftaydım. 

MUHALEFETİN TAVRINA İÇERDEKİLER KIZIYOR
 Sizce operasyonu yapanlar istedikleri algıyı toplum nezdinde yaratabildiler mi? 
- Tam tersi oldu. Dışarının nabzını bilemiyorum. Ama bizim mahallede (gülerek cezaevi ortamını kastediyor) algı oldukça farklı. Balyoz ve Ergenekon davalarından yargılananlar şu anda hükümetin yanında tavır alınması gerektiğine inanıyor, muhalefetin tavrına kızıyorlar. 

 
sabah