Selâhaddin Çakırgil
Hastalığın tedavisi için teşhisi doğru koymak gereği..
Etnisite vurgusunun haksız tahriklere vesile olacağına sık sık değinmek gerekiyor. Geçen gün bir Belediye Başkanı arkadaş, ‘Son siyasî gelişmeler sonunda devlet dairelerinde bazı Gn. Md. Yardımcıları bile açıkça ‘Ben filan etnik kavmiyetçiyim..’ demeye başladılar, bu yıllardır olmayan bir gövde gösterisiydi..’ diye dert yandı.
Bu durum, fitnenin hangi boyutlara geldiğini göstermiş oluyordu.
Hangi etnik kesim için olursa olsun, bu etnisite vurgusunun İslam Milleti‘nin bünyesini zehirleyen bir tarafının olduğu unutulmamalı..
***
Mâdem ki, müslüman olduğumuzu veİslam’ın bütün zaman ve mekânlara hitap eden bir inanç sistemi olduğunu kesin bir imanla iddia ediyoruz; o halde, insan’a ve dünyaya bakışımızı bu inancın temel ölçülerine göre belirlememiz gerekiyor.
Bazıları, bir toplumu daha iyiye yöneltecekse, bir kavmin öğülmesinin mahzurunun olmadığını söyleyerek, olumlu nasyonalizm nitelemesine sığınmaktadırlar. Ama, her ne olursa olsun, kavimler bir sunnetullah gerçeğidir; ama insanları kavimlerine göre ululamak veya aşağılamak, İslam açısından kabul edilemez.. Bu açıdan, bir kavmin bütün mensupları için bir genelleme yapıp herkesi suçlama veya aklamanın yanlışlığı da açıktır.
Unutmayalım ki, Resul-i Ekrem (S) arap kavminden olduğu gibi, Ebu Cehl ve hattâ Hz. Peygamber’in amcası olan Ebu Leheb gibi şirk, küfr ve inkar‘ın sembol isimlerinden niceleri de arap kavimdendir.
***
Nitekim Kitabullah, Hucûrât-13‘de meâlen, ‘üstünlüğün ancak taqvâ ve fazilet cihetinden olduğu‘nu sarahaten belirttiği gibi, Tekâsur Sûresi’nde de ‚‘kabirlerle ve çoklukla öğünülmemesi hatırlatılmaktadır.
Resul-i Ekrem(S), ‘Ben de sizin gibi kurumuş et yiyen bir ananın oğluyum..' diyerek, hangi yoksulluk şartları içinde olduğunu, diğer insanlardan farklı olmadığını dile getirmiştir. Kezâ, Hz. Bilal’e, ‘Siyah kadının oğlu..' diye hitap eden bir sahabeyi de, ‘Ey filan.. Görüyorum ki senin beyninde hâlâ Cahiliye kalıntıları var, kendini bunlardan temizle!.' diye ikaz etmiştir.
***
Hz. Selman’ın da kendisine Farsî diye hitap edenlere, ‘Beni bir coğrafyaya, bir kavme nispet etmeyiniz.. Beni‚ ‘Selman bin İslam‘ (İslam'ın oğlu Selman..) diye çağırın..' demiştir.
Bizim insana bakışımızın teenel kriterleri böyledir. Irkî, kavmî, vs. farklılıklar Sunnetullah’ın gereğidir ve amma bu farklılıklar üzerine fazilet, rezilet, üstünlük veya noksanlıklar nispet etmekSunnetullah’a karşı çıkmaktır.. Karşı çıkılması gereken işte budur.
Emevîler zamanında gerçi arapçılık cereyanları güçlenmişti, ama Abbasîler zamanında bu cereyan epeyce zayıflamış, genişleyen coğrafyaların da etkisiyle ordu ve bürokraside arab olmayan fars, türk, kürd, zaza, siyahî, berberî, hindli, afganî vs. unsurlar da etkili şekilde görülmeye başlanmıştı.
***
600 yıllık Osmanlı döneminde de, müslüman halklar tek millet idiler; İslam Milleti.. Ve hattâ müslümanlarla birlikte hareket eden gayrimuslimler de müslümanlarla aynı sosyal statü içinde ve din ve dillerine, yaşayış tarzlarına bir baskı yapılmaksızın azâd şekilde yaşıyorlardı. Dahası, henüz 100 yıl önce bile, Osmanlı Devleti dağılırken kurulan, ‘Anadolu ve Rûmeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin nizamnâmesinde bile hedef, ilk maddede, ‘Ahali-i İslam‘a yapılan mezalime son vermek..' şeklinde ifade ediliyordu; sadeceherhangi bir etnik unsurayapılan mezalime son vermek değil.. Ama o yüksek anlayış, son yüzyılda zehirlendi.
***
Evvelki gün Bahreyn’de Cumhurbaşkanı Erdoğan da‚ ‘Etnik kimlik, dil, kabile, renk ve mezhep temelinde birbirine yabancılaştırılan müslümanlar Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Yemen’de ve daha pek çok yerde kendi kendilerini tüketiyor' diye dile getiriyordu gönlündeki sancıyı..
***
Evet, bugün toplumlarımız yığınla kavmiyetçilik, mezhepçilik vs. hastalıklarıyla malûldür ve tedavi için teşhisin doğru konulması ve etnik unsurların birbirlerini tahrik ve tahkir eden tavırlardan kesinlikle kaçınmaları gerekmektedir.
stargazete