Selâhaddin Çakırgil
Hatamı, inancıma yükleme! Hatan inancına yüklenir, unutma!
Hatamı, inancıma yükleme! Hatan inancına yüklenir, unutma!
Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayırdığım bir "Hashibal"e daha, selamla..
-Yüzlerce okuyucu (mesajlarını, aynı konuda) yazıyorlar: "Niye isim vererek açıkça yazmıyorsun?
-Kişiler yerine zihniyetler üzerinde durmak yetişir.. Bir de; bilmediğim bir konuda, rivayetler üzerine nasıl hüküm bina edebilirim?
-C. Şentürk yazıyor: "Kişilerin söz veya davranışlarındaki bazı gevşekliklerin, sonunda, insanın vurulmasında ne kadar etkili olduğu anlaşılmalıdır.. Şimdi de, bazı hocaların, durumu kurtarmaya yönelik yazılar yazmaları yanlış değil mi?"
*Siz de biliyorsunuz ki, genelde bir sahiblenme sözkonusu değil; ama, koroya uyup suçlama da, haksızlıkla sonuçlanabilir.. Ayrıca, bir suç varsa, suçlar da şahsîdir, cezalar da.. Kimse, diğerinin suçundan dolayı cezalandırılamaz. Ancak, bu konuda, bazı değerlendirmeler üzerinde de durulmalıdır..
Bu hususta şu iki ölçü de birbirinin tamamlayıcısıdır:
-Benim hatamı inancıma yükleme!
-Senin hatanın, inancına yükleneceğini unutma!
Evet, benim hatamın inancıma bağlanmamasını istemeliyim.. Ama, bilmeliyim ki, ben ne dersem diyeyim, benim hatam, inancıma yapıştırılmaya çalışılacaktır..
Bu arada, başkalarının yaptıklarını hatırlatarak, bizim içimizden birilerine yapılan isnadları savuşturmaya çalışmanın da bizi vuracağını unutmamalıyız.. Çünkü, bizim karşıtlarımız her ne yapsalar, onlara yakışır ve bu, onların özelliğidir.. Onlardan bir beklentimiz de yoktur. Biz onlardan zâten bunun için ayrıyız.. Bu bakımdan, kendi içimizdekilere yönelik bir iddia üzerine, "Siz de kendinize bakınız.." demek hakkımız şeklen mantıklı gibi gözükse bile, özde bizi yanlışlara ve kendi kalemize gol atmaya vesile olur..
-Halil"""".yazıyor: "Hürriyet yazarlarından birinin işlediği bir suçu o gazeteyle ilişkilendirmiyor muyuz ki.. Bu şekilde İslâm düşmanlarına koz verilmiyor mu?"
-İsmail Koca İzmir"den yazıyor: "7 Mayıs günlü ve "suya necâset karışması halinde.." başlıklı yazınız, hayatın içinden ve bizim hallerimizden haber veriyordu.."
-Murabıt, (habervaktim.com"da, aynı yazı için) yazıyor: "Tekbir" teriminin bir ticarî firma ismi olarak kullanılmasına ben de karşıyım.. Ama, o firma sahibini eleştirmekte A. H. Coşkun ile aynı paralele düşmek, size yakışmıyor..
Ayrıca, o başka, helal olana karşı olmak başka.. Ve, ruhen sağlıklı nesiller yetiştirmenin şartının tek eşlilik olduğu, şahsî görüşünüz.. Eskiden tek eşli olan yoktu neredeyse.. Nesiller sağlıklı değil miydi? İllâ da çok eşlilik olsun demiyorum. Ama, imkanı olanın da bir helali yapmasına karşı çıkmak da doğru olmasa gerek. Çokeşliliği belli şartlara dayandırmak da Kur'an'da olmayan bir şarttır."
*Doğru olduğuna inandığınız bir hususu, falancalarla aynı noktaya düşmeyeyim diye söylemekten kaçınmanın hiçbir ma"kul ölçüsü olamaz, herhalde..
Çok eşli kişilerin çocuklarının ruhen mutlaka sağlıksız olduğunu söylemiyorum, ama, temel şartlardan birisi olarak belirtiyorum.. Gidiniz, görünüz, öyle bir babanın çocukları arasındaki problemler, tek ana-babalı kardeşler arasındaki gibi mi? Eski zamanlara atıfta bulunmak, bizi yanlışa götürebilir.. Çünkü, o gün insanların birbiriyle dayanışmaya daha bir ihtiyacı vardı.. Bugün ise, "stress"ler okyanusu halindeki sosyal hayat, aileyi olabildiğince küçültüyor; büyük baba ve büyük anneler bile, fazlalık sayılıyor.. Kur"an"da, tek evliliğin, "eğer bilseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.." diye övüldüğünü nasıl görmezlikten geliriz? Kezâ, birden fazla evliliklerde ise, adâletin gözetilmesi en temel şarttır.. Adâleti gözetemeyeceğin veya geçimini temin edemeyeceğin durumlarda, ne olacak? Ve kişi, ben adâleti gözetirim diye, kendi nefsine nasıl güven duyabilir? Ki, insanın çocukları arasında bile, açıkça söylemediği halde, sevgiyi çok kere, aynı şekilde gösteremediği de bir gerçek iken..
-M. Mus"ab (tevhidhaber.com"da) yazıyor: "Müslümanların en büyük problemi kendilerini kapitalist yaşayış biçimine fazlaca kaptırmalarıdır... Bu yüzden tekbir ve tesettür gibi İslâmî terimler de ayağa düşüyor; yazık ki.."
-Münevver Sertol yazıyor: "NTV"de geçen akşam, E. Kongar ile C. Çandar tartışıyorlardı, sert bir şekilde.. Çandar Kongar"a, "etrafındaki çoğu dostlarının, eski em. komutanların ve Mümtaz Soysal gibilerin darbeci olduklarını" söyleyince, Kongar, Soysal"ın darbeci olarak nitelenmesine çok bozuldu ve "Yahu, adam anayasa prof."u, darbeci mi olur?" gibi laflar etti.. Bütün darbelerin kendilerine anayasacı prof. hizmetçiler bulduklarını unutarak.. Ve siz M. Soysal"ın, AK Parti"ye karşı direnişe geçmelerini istediği çevrelere yazdığı yazıları hatırlatırken, silahlı kuvvetlere de, "elinize verilen silahın caydırıcılığını unutturmamanız gerekir." gibi cümleler kurduğunu yazmıştınız.. Darbecilik bu değilse, başka nedir ki?"
-Salih Karayel ve Îsâ Eğilmez ayrı ayrı yazıyorlar: "Sakarya"da iki hafta önce meydana gelen hadiseye değinmediniz. Bu işin içinde Ergenekon denilen çetenin bir rolü yok mudur?"
*Sakarya hadisesi, aslında, yaklaşan tehlikenin derinliğinden haber veriyor.. Yani, sadece belli bir bölgede değil, ülkenin her tarafında saman alevi gibi, bir anda parlamaya hazır bir yangın ihtimali ortaya çıkıyor, bu gibi tahriklerle.. Hele, halkın büyük teveccühüne mazhar olan bir siyasî hareketi kapatarak, milletle hesablaşmak isteyen kemalist/laik kadroların yargı yoluyla hedeflerine varmaları halinde, ortaya neler çıkacağının da bir küçük işaretidir, Sakarya"da olup bitenler.. Çete mantığıyla ülkeye musallat olan güçlerin entrikalarına gelince.. Ve, Ergenekon"lar da bitmez, harâmiler çetesi mantığıyla çalışan bir düzende... Ve geçenlerde, S. Kanadoğlu, Ergenekon"un sonunun da Şemdinli İddianâmesi gibi olacağını açıkça söylemedi mi? Bu gibi tehdidler karşısında hangi savcı ve hâkim, nasıl direnebilir?
-Fatoş Ertekin yazıyor: "Dünkü kendi hayatınızı da katarak yazınızda kronolojik olarak sıraladığınız olaylara bakınca, çok da fazla bir şeyin değişmediğini görmek ürpertici... Bir ömür gelip-geçmiş! Ama; her şey yine eskisi gibi.. Her gün yeni kaoslar ve savaşlar çıkartılıyor.. Tadından yenmeyen bir şey bu, demokrasi, temel hak ve özgürlükler.. Anlaşılıyor ki, daha çoook ölümler, zulümler olur!.. Bitmez, bu acı hikaye, bitmezzzz.."
vakit
Pazarları, okuyucu yazışmalarından derlemelere ayırdığım bir "Hashibal"e daha, selamla..
-Yüzlerce okuyucu (mesajlarını, aynı konuda) yazıyorlar: "Niye isim vererek açıkça yazmıyorsun?
-Kişiler yerine zihniyetler üzerinde durmak yetişir.. Bir de; bilmediğim bir konuda, rivayetler üzerine nasıl hüküm bina edebilirim?
-C. Şentürk yazıyor: "Kişilerin söz veya davranışlarındaki bazı gevşekliklerin, sonunda, insanın vurulmasında ne kadar etkili olduğu anlaşılmalıdır.. Şimdi de, bazı hocaların, durumu kurtarmaya yönelik yazılar yazmaları yanlış değil mi?"
*Siz de biliyorsunuz ki, genelde bir sahiblenme sözkonusu değil; ama, koroya uyup suçlama da, haksızlıkla sonuçlanabilir.. Ayrıca, bir suç varsa, suçlar da şahsîdir, cezalar da.. Kimse, diğerinin suçundan dolayı cezalandırılamaz. Ancak, bu konuda, bazı değerlendirmeler üzerinde de durulmalıdır..
Bu hususta şu iki ölçü de birbirinin tamamlayıcısıdır:
-Benim hatamı inancıma yükleme!
-Senin hatanın, inancına yükleneceğini unutma!
Evet, benim hatamın inancıma bağlanmamasını istemeliyim.. Ama, bilmeliyim ki, ben ne dersem diyeyim, benim hatam, inancıma yapıştırılmaya çalışılacaktır..
Bu arada, başkalarının yaptıklarını hatırlatarak, bizim içimizden birilerine yapılan isnadları savuşturmaya çalışmanın da bizi vuracağını unutmamalıyız.. Çünkü, bizim karşıtlarımız her ne yapsalar, onlara yakışır ve bu, onların özelliğidir.. Onlardan bir beklentimiz de yoktur. Biz onlardan zâten bunun için ayrıyız.. Bu bakımdan, kendi içimizdekilere yönelik bir iddia üzerine, "Siz de kendinize bakınız.." demek hakkımız şeklen mantıklı gibi gözükse bile, özde bizi yanlışlara ve kendi kalemize gol atmaya vesile olur..
-Halil"""".yazıyor: "Hürriyet yazarlarından birinin işlediği bir suçu o gazeteyle ilişkilendirmiyor muyuz ki.. Bu şekilde İslâm düşmanlarına koz verilmiyor mu?"
-İsmail Koca İzmir"den yazıyor: "7 Mayıs günlü ve "suya necâset karışması halinde.." başlıklı yazınız, hayatın içinden ve bizim hallerimizden haber veriyordu.."
-Murabıt, (habervaktim.com"da, aynı yazı için) yazıyor: "Tekbir" teriminin bir ticarî firma ismi olarak kullanılmasına ben de karşıyım.. Ama, o firma sahibini eleştirmekte A. H. Coşkun ile aynı paralele düşmek, size yakışmıyor..
Ayrıca, o başka, helal olana karşı olmak başka.. Ve, ruhen sağlıklı nesiller yetiştirmenin şartının tek eşlilik olduğu, şahsî görüşünüz.. Eskiden tek eşli olan yoktu neredeyse.. Nesiller sağlıklı değil miydi? İllâ da çok eşlilik olsun demiyorum. Ama, imkanı olanın da bir helali yapmasına karşı çıkmak da doğru olmasa gerek. Çokeşliliği belli şartlara dayandırmak da Kur'an'da olmayan bir şarttır."
*Doğru olduğuna inandığınız bir hususu, falancalarla aynı noktaya düşmeyeyim diye söylemekten kaçınmanın hiçbir ma"kul ölçüsü olamaz, herhalde..
Çok eşli kişilerin çocuklarının ruhen mutlaka sağlıksız olduğunu söylemiyorum, ama, temel şartlardan birisi olarak belirtiyorum.. Gidiniz, görünüz, öyle bir babanın çocukları arasındaki problemler, tek ana-babalı kardeşler arasındaki gibi mi? Eski zamanlara atıfta bulunmak, bizi yanlışa götürebilir.. Çünkü, o gün insanların birbiriyle dayanışmaya daha bir ihtiyacı vardı.. Bugün ise, "stress"ler okyanusu halindeki sosyal hayat, aileyi olabildiğince küçültüyor; büyük baba ve büyük anneler bile, fazlalık sayılıyor.. Kur"an"da, tek evliliğin, "eğer bilseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.." diye övüldüğünü nasıl görmezlikten geliriz? Kezâ, birden fazla evliliklerde ise, adâletin gözetilmesi en temel şarttır.. Adâleti gözetemeyeceğin veya geçimini temin edemeyeceğin durumlarda, ne olacak? Ve kişi, ben adâleti gözetirim diye, kendi nefsine nasıl güven duyabilir? Ki, insanın çocukları arasında bile, açıkça söylemediği halde, sevgiyi çok kere, aynı şekilde gösteremediği de bir gerçek iken..
-M. Mus"ab (tevhidhaber.com"da) yazıyor: "Müslümanların en büyük problemi kendilerini kapitalist yaşayış biçimine fazlaca kaptırmalarıdır... Bu yüzden tekbir ve tesettür gibi İslâmî terimler de ayağa düşüyor; yazık ki.."
-Münevver Sertol yazıyor: "NTV"de geçen akşam, E. Kongar ile C. Çandar tartışıyorlardı, sert bir şekilde.. Çandar Kongar"a, "etrafındaki çoğu dostlarının, eski em. komutanların ve Mümtaz Soysal gibilerin darbeci olduklarını" söyleyince, Kongar, Soysal"ın darbeci olarak nitelenmesine çok bozuldu ve "Yahu, adam anayasa prof."u, darbeci mi olur?" gibi laflar etti.. Bütün darbelerin kendilerine anayasacı prof. hizmetçiler bulduklarını unutarak.. Ve siz M. Soysal"ın, AK Parti"ye karşı direnişe geçmelerini istediği çevrelere yazdığı yazıları hatırlatırken, silahlı kuvvetlere de, "elinize verilen silahın caydırıcılığını unutturmamanız gerekir." gibi cümleler kurduğunu yazmıştınız.. Darbecilik bu değilse, başka nedir ki?"
-Salih Karayel ve Îsâ Eğilmez ayrı ayrı yazıyorlar: "Sakarya"da iki hafta önce meydana gelen hadiseye değinmediniz. Bu işin içinde Ergenekon denilen çetenin bir rolü yok mudur?"
*Sakarya hadisesi, aslında, yaklaşan tehlikenin derinliğinden haber veriyor.. Yani, sadece belli bir bölgede değil, ülkenin her tarafında saman alevi gibi, bir anda parlamaya hazır bir yangın ihtimali ortaya çıkıyor, bu gibi tahriklerle.. Hele, halkın büyük teveccühüne mazhar olan bir siyasî hareketi kapatarak, milletle hesablaşmak isteyen kemalist/laik kadroların yargı yoluyla hedeflerine varmaları halinde, ortaya neler çıkacağının da bir küçük işaretidir, Sakarya"da olup bitenler.. Çete mantığıyla ülkeye musallat olan güçlerin entrikalarına gelince.. Ve, Ergenekon"lar da bitmez, harâmiler çetesi mantığıyla çalışan bir düzende... Ve geçenlerde, S. Kanadoğlu, Ergenekon"un sonunun da Şemdinli İddianâmesi gibi olacağını açıkça söylemedi mi? Bu gibi tehdidler karşısında hangi savcı ve hâkim, nasıl direnebilir?
-Fatoş Ertekin yazıyor: "Dünkü kendi hayatınızı da katarak yazınızda kronolojik olarak sıraladığınız olaylara bakınca, çok da fazla bir şeyin değişmediğini görmek ürpertici... Bir ömür gelip-geçmiş! Ama; her şey yine eskisi gibi.. Her gün yeni kaoslar ve savaşlar çıkartılıyor.. Tadından yenmeyen bir şey bu, demokrasi, temel hak ve özgürlükler.. Anlaşılıyor ki, daha çoook ölümler, zulümler olur!.. Bitmez, bu acı hikaye, bitmezzzz.."
vakit
Bu yazı toplam 1372 defa okunmuştur