Abdurrahman Dilipak
“Havf” ile “reca” arasında
Her gün yeni bir olumsuzlukla karşılaşınca insan karamsar, kötümser olabiliyor.
Bakın! Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay, zorlaştırdığından daha zoru yoktur.
Önünüzde deniz, arkanızda devrinin en büyük ordusu olsa, siz bir avuç insanla yalnız kalmışsanız, Allah sizinleyse korkmayın, yalnız değilsiniz o zaman. Allah yeter! Hz. Musa’nın geçtiği yerden siz de geçersiniz.
Varsayalım sizi ateşe attılar. Siz Hz. İbrahim’in peşinden gidenlerdenseniz o ateş sizi yakmaz.
Siz Yusuf olun, yarı çıplak bir çocuk, sizi köle yapsalar, zindana atsalar ne yazar, sonunda Mısır’a sultan olacaksınız.
Acele etmeyelim, sabırlı olalım. Ne varlığa sevinelim, ne yokluğa yerinelim. Hepsi geçici. Sonunda varacağınız yer önemli. Rıza ve Cennet olacaksa son durak, o zaman ödeyeceğimiz bedeli ona göre takdir etmek gerek. Bizlerin havf ve reca arasında bir yerde durmamız gerek. Yani korku ile umut arasında bir yerde. Ama şunu unutmayalım, biz ahir zaman Peygamberinin ümmetiyiz. Yolun sonunu biliyoruz. Gidişatın yönünü de. “Gün gelecek imanı elde tutmak, ateşi elde tutmak kadar zor olacak”
Umutsuzluk haram. Umutsuzluk yok. Hz. Musa’nın önderliğinde denizi geçen Beni İsrail halkı için imkansız gözüken bir şey gerçek oldu. Oysa Sina’dan Kudüs 10-15 günlük bir yoldu. Ve bu yolculuk, başlarında Hz. Musa, Hz. Harun ve Hz. Yuşa olmasına rağmen 40 yıl sürdü. Hz. Harun yolda vefat etti. Hz. Musa Kudüs’ü göremedi.
Başınızda peygamber de olsa sonuç ortada. Siz kendi halinizi değiştirmeden, Allah sizin hakkınızdaki hükmünü değiştirmeyecek.
Her yokuştan sonra bir iniş vardır. Gecenin en koyu anı aydınlığa en yakın olduğu zamandır.
Ve her gün yeni bir imtihana doğar insan. Her sonuç, yeni bir başlangıçtır. İhtirasla istediğiniz her şey imtihanınız olur. Unutmayalım ki, bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah bizim için hayır murat etmiş olabilir.
İman edenler, sahih amel işleyenler, sabredenler ve sabrı tavsiye edenler hariç herkes hüsrandadır. Allah’ın ipine tutunanlar ise mahzun olmayacaklar. Pişmanlık duymayacaklar.
Bizim duamız Fatiha’daki gibi olmalı; “Ya Rab bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Bize Hakkı Hak olarak göster, batılı batıl olarak ve Hakta toplanmamızı bize nasib et”. Allah’tan isteğimiz, O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olmaktır.
Unutmayalım ki, bizi gören, duyan, bilen ve kadir-i mutlak, hüküm sahibi bir Allah var ve Hayır da, Şer de O’nun iradesine tabidir. Biz ise O’nun rızasına talibiz.
Unutmayın Allah yeter! Göklerin hazinesinin anahtarı, Peygamberler dahil, kimsenin elinde değildir. Allah’tan başka kurtarıcı yok. O’nun kurtuluş için şartları var. Mesela Allah, cahil ve zalim bir topluluğa yardım etmez.
Gazali’ye göre “Aç için ekmek, susuz için su daha gerekli olduğu gibi günahkâr için korku, takvâ sahibi için recâ daha iyi olabilir. Havf ve recâ müminlerin mânevî hastalıklarını tedavide kullanılan iki ilâçtır, hangisinin kullanılacağını hastanın durumu belirler. Bununla beraber kaynağı muhabbet ve rahmet olan recâ esası üzerine kulluk etmek, korku esasına göre kulluk etmekten daha üstündür.”
Kur’an-ı Kerim’de, umud veren ve korkutan ayetler vardır. Allah’ın merhamet’i gazab’ından büyüktür. Kur’an-ı Kerim’deki “gazab ayetleri” alçak sesle, “müjde ayetleri” yüksek sesle okunur. “Havf” kökünden gelen benzer diğer masdarlardan türetilen fiiller ve isimler 124 yerde geçmektedir. Bu âyetlerden birinde Allah Teâlâ, “İşte o şeytan yalnız kendi dostlarını korkutabilir. Şu halde onlardan korkmayın, benden korkun” buyurur” (Âl-i İmrân 175). Müjdelemek, korkutmaktan önce gelmeli. Korkutmanın amacı koruma olmalı.
Umudumuz korkumuzdan, sevgimiz nefretimizden önce gelmeli.
Sabırlı olmalıyız. Bu haksızlıklara karşı sessiz kalmak, susup oturmak anlamına değil, sabırla, uzun soluklu mücadeleye hazır olmalıyız. Direnişte sabır, teslimiyet anlamına değil. Direnişte sabrın sonu selamettir. Yüzümüzü Hakka döneceğiz. İşimiz doğru, sözümüz doğru, niyetimiz doğru ve beraber olduklarımız doğru olacak, o zaman Allah’ın yardımı bize ulaşacak. Yoksa Allah’ın gazabı sizi bulacak! Yoksa “kem alat” ile, bunlar yanlışsa, “kemalat” olmaz. Ters yönde giderek Mersin’e varamazsınız! Böyle yaparsanız, eliniz ayağınız boş olmaz, yaptığınız iş olmaz, 6 ay bir güz gidersiniz, arpa boyu kadar bile yol alamazsınız. Bereket yok olur. Akşama kadar ördüğünü sabaha kadar söken kadına benzersiniz. Okyanus kenarında kumdan kaleler, saraylar yapan çocuklara benzersiniz, bir deniz dalgası ile bu saraylar ve kaleler sanki daha önce hiç olmamış gibi silinir gider.
Eğer aklınızı kullanmaz ve dünya metaına ulaşmak için helal-haram demeden heva ve heveslerinizin peşinde koşacak olursanız, kaçtığını sandığınız şeye doğru koştuğunuzda, korktuğunuz şeylerin başınıza gelmesi konusunda çok geç kalmış olacaksınız.
Karanlığa küfretmek çözüm değil, çözüm kalkıp bir mum yakmaktadır. Bu fiili duadır. Zira karanlık aydınlığın yokluğudur ve zaten ışık geldiğinde karanlık yok olmaya mahkumdur.
Allah bizi cennetle mükafatlandırmak için yarattı ve bunun için bizi kendi rızasının tecellisinin vesilesi kılmak istedi. Bu müjdeye ulaşmak için direniş ve direnişte sabır gerek.. Unutmayalım ki, ibadetin çok olanından önce sürekli olanı makbuldür.
Selâm ve dua ile.