Selâhaddin Çakırgil
Hayalî hedefler ve frensiz sözlerle, nereye?
Siyasetin bir gerekli özelliği de, zamanlamayı iyi yapabilme isteyen bir san’at ve meşgale alanı olmasıdır.
İnkılab veya ihtilal/devrim yaparsınız ve bir sosyal yapıyı toptan değiştirip her şeyi yeniden yapmak niyet ve düşüncesiyle her şeyini yıkarsınız.
Bu, bir yöntemdir.
Ya da, kurulu düzenlerin koyduğu kurallara riayet ederek, yani ‘kanûnî zuhûr’ yoluyla, uzlaşmacı bir yöntemi esas alarak bir sosyal yapıyı yıkmadan yeniden yapmayı, ıslah etmeyi tercih edersiniz.
Bu da bir yöntemdir.
***
Bir de bir sosyal yapı hiç yokken, yeni baştan kurmak durumu vardır ki, bunun en ilginç örneklerinden birisi Pakistan’dır.
Pakistan, devlet olarak sıfırdan kurulmuştu, 1947’lerde.. Ve, yepyeni bir devlet ve yönetim mekanizması oluşturmanın ne büyük problemlerinin olacağı, kısa zamanda anlaşılacaktı. Nitekim, resmî adı Pakistan İslam Cumhuriyeti olan bu devlet, kendisine hayat veren aslî değerlere göre bir devlet kurulamıyacağını düşünen liderler eliyle ilk andan ve içerden frenlenmiş ve o kuruluş idealleri tanınmaz hale gelmişti.
Nitekim, merhûm Muhammed İqbâl’in 1935’lerde hayal ederek isim babalığı yaptığı ve kuruluşunu göremediği ‘pâk insanlar ülkesi’ idealinin, bugün yeller eser yerinde..
***
Mevcud yapıların temelden yıkılarak yeniden yapılması ya da yıkmadan yeniden yapmak yöntemlerine de günümüzden ilginç örnekler gösterilebilir.
Nitekim, İran’da miladî- 1979 yılı başında Şehinşahlık rejimi devrilmiş, bir yönetim mekanizması temelden yıkılıp; yerine İslam Cumhûriyeti adını taşıyan bir düzen getirilmek istenmişti.
Ortaya nasıl bir ‘İslam Cumhûriyeti düzeni’ çıktığına gelince.. Bugün ortada olan tablonun, o büyük inkılab hareketinin imamı- lideri olan merhûm İmam Khomeynî’nin 38-40 yıl öncelerde düşündüğü hedeflerin neresinde olduğu ve idealitenin realiteye teslim olarak, uzlaşmacılık ve pragmatizmin kucağına nasıl düşüldüğü de söylenebilir. Kezâ, dünyayı derinden sarsarak çıkılan o inkılabçı yol ve o parlak ilkeler adına, özellikle de birçok müslüman coğrafyalarının, emperyalistlerle de işbirliği yapılarak yakılıp yıkılmasında nasıl bir rol alındığı üzerine de..
***
Bu ilginç örneğin karşısına da, 15 yıla yakın zamandır Anadolu coğrafyasında görülen ve ‘kanun yoluyla zuhûr’ yöntemini takib ederek, sadece bu ülkeyi değil, ümmet coğrafyasındaki yüzmilyonların hukukunu ve ideallerini de gözetmeye çalışan bir uzlaşmacı yöntemin bugün ortaya bütün emperyalist-şeytanî güçlerin hışmını çeken bir tablo çıkardığı da görülebilir.
***
Ama, tedricîliği, merhale-merhale ilerlemek yöntemini sadece teslimiyetçilik zannedenler, Müslüman toplumların yakın geçmişte yaşadıklarından ders alınması gerektiğini pek düşünemiyorlar.
Hele bir de geçmişin frensiz hayallerini hâlâ geçerli sanan ve bunu bazı kesimlerle paylaşmaktan zevk alanlar var ki, onlar ayrı bir dert..
Geçen akşam, 28 Şubat 1997 Zorbalığı günlerinin darbelerine mâruz kalmış ünlü bir ismi dinledim, iki saati aşkın bir süre..
Aman Allah’ım! 28 Şubat günlerinin ünlü generallerinin isimlerini söyleyerek; ‘Neredesiniz, biz buradayız.. Hani, bin yıl sürecekti hâkimiyetiniz..’ deyip, dünlerdeki ezilmişliğin acısını yaşamış kesimlerden yoğun alkışlar aldıkça daha bir coşuyordu. Tabiî, Tayyib Erdoğan’ın gölgesine de sık sık sığınmayı da ihmal etmiyerek.. Ayrıca o kadar ölçüsüz ve frensiz ve de tarihî gerçekliği bile tartışılabilecek yığınla öyle iddialı sözler ki, Başkanlığın da ötesinde de.. Bir tarafdan da, DAİŞ lanetlemesine rağmen.. Kitlelere gaz vermek adına öyle frensiz laflar ki..
Unutmayalım; Mısır’da Muhammed Mursî, ‘selefî’ denilen bazı kesimlerin frensiz sözlerinin de kurbanı olmuş ve sonra da o ‘selefi’ler darbecilerin yanında yer almışlardı.
stargazete