Abdurrahman Dilipak
Haydi Meclis göreve!
Yargıtay, Danıştay, HSYK, Erzurum özel yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından Ergenekon"la ilişki kurmakla suçlanan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısının yanında yer aldı.. Ve tabii YARSAV da.. Bu gelişmeler, yeni bir Şemdinli vakası, "iyi çocuklar" vakası ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Bir başsavcı, tek başına, Başbakan, iktidar partisi hakkında dava açabilir ama, bir savcı suç örgütü ile ilişkisi hakkında elinde bilgi ve belgeler olsa da bir başka savcı hakkında dava açamaz, öyle mi? Hem de darbe ile, çete ile, silahlı örgüt kurmakla suçlansa bile, öyle mi?
Peki, mahkeme, tutukluluk halinin kaldırılması itirazını reddetti! Ortada bir de yargı kararı var! Ve yarın bu savcı mahkum olursa ne olacak?
Bu durumda Yargıtay, Danıştay Başkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, HSYK üyelerinin yargıya baskı uygulamaktan, suçu ve suçluyu korumaktan aynı şekilde haklarında dava açılması gerekmez mi?
Bu açıkça bağımsız yargıya müdahale etmek değil de nedir? Tutuklanan kişi hakkında bilgi, belge, dinleme kaydı, tanık, ne isterseniz var. Bir yargı kurumu, yargının elinden sanık kaçırmak için yetkisini aşmaktadır.. Bu durum hiçbir şekilde, hiçbir hukuk devletinde kabul edilemez.. Her iktidarın darbeye karşı kendini koruma hakkı vardır ve bu hak, Anayasanın 90. Maddesinin koruması altında bir uluslar arası sözleşme ile de koruma altına alınmıştır.. İktidarın işletebileceği daha birçok yasa maddesi bulunmaktadır..
HSYK, Erzurum Cumhuriyet Başsavcısının bu kararı niye ve nasıl aldığını biliyor mu?
Yargıçlar ya da savcıların dokunulmazlığı mutlak mı? Böyle bir şey olabilir mi?
Ortada bir sanık açıkça kayırılmak sureti ile, bir bakıma suçluya yardım ve yataklık etmekten daha vahim bir durum var..
Bu durumda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay ve Yargıtay Başkanları ile HSYK üyelerinin görevden alınması ve haklarında yasal işlem başlatılması gerekir..
"UNO Office on Drugs and Crime" tarafından hazırlanan "United Nations Convention Ageinst Corruption" raporu çerçevesinde hukuki bir süreç başlatılarak sorumlular hakkında işlem yapılması gerekir.. Sözleşmeye göre; "yolsuzluğun pek çok ülkede gelişme için en büyük tehlike olduğu" kabul ediliyor. "Yargı sistemindeki bozuklukların pek çok problemin kökeninde olduğunun farkında olarak UNDC (United Nationsa on Drug and Crime) yargı mensuplarının davranış biçimini belirleyen Bangalore Principles of Judical Conduct"ı 2002 yılında çalışma prensibi olarak kabul etmiştir." Komiteye göre "görevi suistimal etmek yolsuzluk kapsamında kabul edilen bir olgu olarak değerlendirilecektir."
Hemen belirtmeliyim ki, 19. maddede ise "Usulsüzlükleri bilerek yapanların görevden el çektirilmelerini sağlamaya dair yükümlülük"ten söz edilmektedir.
36. maddede ise "Yolsuzlukları önlemek için özel yetkilerle donatılmış polis gücü ya da organizasyonların ihtiyaçlara göre kurulması şartı" getirilmektedir.. Yolsuzlukla savaş için özel araştırma metotlarının, elektronik vasıtaların kullanılabilmesine ilişkin yetki veren 50. madde çerçevesinde asker ve yargı mensupları dahil herkes teknik takibe alınabilecektir..
Bu anlaşma basit anlamda yolsuzluk iddialarını kapsamıyor. Yargı da dahil olmak üzere, her türlü hukuk dışı işlemi yolsuzluk kapsamı içinde değerlendirmektedir.. Ve bu işi bir SAVAŞ şeklinde tanımlamaktadır. Her türlü insan hakkı ve anayasa ihlalini yolsuzlukla savaş kapsamında değerlendirmektedir.. Bu çerçevede darbe anayasasının bizatihi kendisi suç aleti hükmündedir.. Hatta terör ve karşı terör suçları, karşı istihbarat faaliyetleri, sistematik ve aşırı güç kullanımı / şiddet, vahşi suçlar bu sözleşme kapsamındadır.. Bu sözleşmeye göre bunların hiçbiri yargı bağımsızlığı ya da ulusal güvenlik gerekçesinin arkasına saklanılarak gizlenemez.. Ortada kaba bir yetki gasbı var. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, önce durumdan vazife çıkartarak hükmünü verip ardından belge toplamaya koyuluyor..
Böyle bir zamanda bile CHP ve MHP"nin yüzlerini hukuka döneceklerinden emin değilim. Bu işi siyasi bir malzeme olarak kullanabilirler..
Bu gelinen noktada acil bir yargı reformu kaçınılmazdır.. Türkiye, jüristokratik bir darbenin eşiğine gelmiştir.. Ancak, hemen hatırlatalım ki, karanlığın en koyu anı aydınlığa en yakın olduğu zamandır. Bazı yargı mensupları gelişmeler karşısında suçüstü olmuşlardır..
Şimdi sıra bu bazı bağlantılı, emekli ve muvazzaf yüksek yargı mensupları ve bu konuda inatlarını sürdüren üst düzey siyaset, bürokrasi mensuplarının ilişkilerinin açıklanmasına gelmiştir.. Birilerinin tedirginliğinin, öfkesinin, saldırganlığının arkasında yatan sebeb de budur aslında..
Bu işlerin bir gün bu noktaya geleceği belli idi.. Bu noktadan geri dönüş de yoktur, bu kişilerin başarmalarının da ihtimali yoktur.. Deşifre oldular ve kendi içlerinde bölündüler.. Ve bu yapının içinde olmayan, ama menfaat ve korku sebebi ile, ya da saflıklarından dolayı bu çevrelere yakın duran isimler de artık giderek bunlardan uzaklaşmaktadırlar ve bunlar için artık yolun sonu gelmiştir..
Vicdan sahibi, ya da bu çete tarafından kullanılıp itilen bazıları da, bu defa başlarına daha kötü şeylerin gelmesinden, iki arada bir derede kalmaktansa bu işin karşısındakilere yaklaşmaya başlamışlardır ki, bu da önemli..
Erzincan savcısının başına gelenler, bazı kritik mevkilerde görev yapmış, yapmakta olan yüksek yargı mensuplarının kendi başlarına aynı şeylerin gelebileceği korkusunu depreştirmiş olabilir.. Suçluluk psikolojisinin kimde ne gibi reflekslere sebeb olacağını en iyi Nevzat Tarhan bilir.. Birileri laiklik, rejim maskesinin arkasına saklanarak şecaat arzedeyim derken aslında kendilerini deşifre ediyor olmasınlar sakın.. Cumhuriyet mitinglerinin arkasına saklanarak darbe planlarını gizlemeye çalışanların gerçek niyetleri nasıl ortaya döküldü ise jüristokratik darbe girişimi de aynı şekilde sonuçlanacaktır. Bu, iktidar için tam bir barajdır. Bunu aşmak zorundadır.. Gelinen nokta hem Yargı reformu ve hem de Anayasa reformu için geri dönülmez ve mutlaka başarılması gereken bir şartı iktidarın önüne koymuştur..
Sonuçta millet hakem olacak. Milli iradenin tecelligahı olarak kabul edilen Meclis duruma vaziyet edecek, Meclis"in içinde, sanıldığı gibi, darbesever milletvekilleri ve liderler olsa dahi, sonunda parlamento kararını verecektir.. Milli iradeye kasdedenlere karşı, hukukun istismarına ve hukuka, jüristokratik darbe girişimine "Militan yargı"ya karşı haydi Meclis göreve!
Evet, bu olay tam da Serdar Arseven"in dediği gibi "Yargının 28 Şubatı"dır. Bu olay bir savcının gözaltına alınması, bir diğerinin tutuklanmasından öte ve önce 3. Ordu komutanını kurtarmaya yönelik, "kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" kabilinden yargı sürecine derin bir müdahale olarak anlaşılmıştır toplumda..
Ha! Sahi, Tayyib"i kim vuracak? Bu konuda ne düşünüyorsunuz. Hani Poyrazköy sanıklarından birinin evinden bu isimde bir klasör bulundu da!.. Tamam şimdi buldum.. Tetiği çekecek olan sandığımız gibi sıradan bir tetikçi olmayabilir.. Tetikçi belki de aramızda!
Selam ve dua ile..